Bâğ-ı Vahdet Sünbülistânında Bâğbân Olmuşuz

5 Şubat 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Vahdet
NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI

Bâğ-ı vahdet sünbülistânında bâğbân olmuşuz
Derd-i nefse merhem-i kimyâ-yı Lokmân olmuşuz

Mürşid-i kâmil bir bahçıvan gibidir, bahçesindeki çiçekler de insanlardır. Nasıl ki bir bahçıvan bahçesindeki çiçeklerin cinslerine ve husûsiyyetlerine göre onları budar, sular, kimini daha çok güneş alan, kimini de daha gölge olan bir yerde yetiştirirse, mürşid de bendelerini isti'dâd ve kâbiliyyetlerine göre terbiye eder. Bahçıvan nasıl ki her bitkiye her çiçeğe musallat olan böcekleri ve hastalıkları gâyet iyi bilir ve ona göre ilaç kullanırsa mürşid de sâlikin nefsine ârız olan her türlü sıfatı avucunun içi gibi bilir ve her bir derde devâsını mükemmelen verir. 

Kâle sığmaz 'ilmimiz hâl ehlinin ahvâlidir
Mahrem-i 'ilm-i ledünnî kân-ı 'irfân olmuşuz

İyi bir bahçıvan nasıl ki sadece kitâp okuyarak bahçıvan olamazsa kâmil bir mürşid de kitâbî bilgilerle bu işi yapamaz. Kâmil bir mürşid olabilmenin şartı, kâmil bir mürşidin feyzinden istifâde ederek Allah'a  yaklaşmak ve kendisine lâzım olan hâl ilmini bizzât Allah'dan alabilmekdir. Başkalarından duyduklarını papağan gibi tekrar eden kişi mürşid olamaz, olsa olsa kâl şeyhi olur, onun yaptığını kitaplar da, cihazlar da yapabilir. İrşâd ehliyyetine hâiz olmak için kâle değil hâle ihtiyâc vardır.

Terk-i sûret eyleyüp ma’nâda bulduk 'izzeti
Biz abâ-yı "fakru fahrî" ile pinhân olmuşuz

Kâmil mürşidler şekle, sûrete, görünüşe ehemmiyet vermez. Hele hele dünyâya hiç rağbet etmez. Şöhret onları cezbetmez, makâm mevkî' gözlerine gözükmez. Bu zevât Resûl-i Kibriyâ aleyhisselâmın "Fakr benim fahrimdir" sözünün sırrına ermişlerdir. Hakk'dan başka hiç bir arzuları yokdur, Hakk'dan başka hiç bir şeyleri de yokdur.

Cennet ü cehennemin seyr eyleyüp ahvâlini
Biz cemâl-i lâ-yezâl-i Hakk'a hayrân olmuşuz

Ehlullah için ne cennet arzusu, ne de cehennem korkusu vardır. Onlar cennetin de  cehennemin de hâlıkı olan Allah ile üns tutmuşlardır. Hakk'ı bilmişler, Hakk'ı bulmuşlar, Hakk ile olmuşlardır. Hakk'dan başka bir şey görmezler. Nasıl görsünler ki? Güneş çıkınca yıldızlar görülebilir mi hiç?

"Mecma'u’l-bahreyn" olup bu kalbimiz çâr-kûşesi
Çeşme-i feyz-i dile mîzâb-ı pîrân olmuşuz

Ehlullahın kalbleri öyle bir tecellîgâhdır ki Cenâb-ı Hakk'ın celâl ve cemâl tecellîleri her ân onlardan akseder. Ehlullah, âdetâ bir pınar bir çeşme gibidir. Onlardan gelen feyz ve yayılan nûr aslında Hakk'ın feyz ve nûrudur. 

"Alleme'l-esmâ" ile feyz-i müsemmâya erüp
Muhtefî-i perde-i tasvîr-i insân olmuşuz

İnsân-ı kâmil, Hakk'ın cümle esmâsına ayna olan insan demekdir. Hakk'ın inâyeti ile bu mertebeye erenler Allah'ın boyası ile boyanmışdır, sıfatları ile sıfatlanmışdır, ahlâkı ile ahlaklanmışdır. Bu mertebeye eren kişi halîfetullah olmuşdur. Görünüşde diğer insanlardan bir farkı olmadığı için bu sırrı bilmeyenlerden âdetâ sırlanmışdır. Kimisi pazardaki bir eskici sûretinde, kimisi şehirdeki bir fırıncı sûretinde kimisi de Sahaflar Çarşısındaki bir kitapçı sûretinde görünmüşdür.

'Âlem-i esmâ sıfâtda devr edüp Sâmî fakîr
Biz garîk-i bahr-i aşk-ı zât-ı Sübhân olmuşuz

İnsân-ı Kâmil mertebesine eren mürşidler, Hakk'ın hem esmâsına hem sıfâtına hem de zâtına mazhar olmuşlardır. Bu mertebeye de, aşkullah ile yanarak kendilerini mahv etmekle, vahdet denizinde gark olup kendilerini ifnâ etmekle ermişlerdir.

Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî
Listeye geri dön