11 Eylül 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
İsrailoğulları içinde Barsîsâ nâmında bir âbid vardı, zühdünün şöhreti, her tarafa yayılmışdı. Nerede bir hasta varsa, ona su yollardı, o, suyu okur, üfler, o suyu içen hasta sağlığına kavuşurdu. Herkes de bunun onun nefesinin tesirinden olduğunu bilirdi. Çok geçmedi ki halk, ilaçların tesirinden şübheye düşdü. Barsîsâ öyle bir şöhret kazandı ki o zamanın hekimleri işsiz güçsüz kaldılar.
O lanetlenmiş şeytân, pusuda gizlenmiş olan o eski düşman, belleri kıran o melûn, buna bir türlü çâre bulamıyordu. Bir gece şeytân-ı laîn, yüzünü evladlarına döndü ve dedi ki: "Aranızda hiç kimse yok mu ki beni bu tasadan kurtarsın, bu eri tuzağa düşürsün?". Evladlarından biri "Bu işi bana havâle et, benden iste, senin gönlünü bu derdden ben kurtarırım" diye böbürlendi. Şeytan, "Bu işi beceribilrisen, en makbûl evlâdım sen olursun, bu işi başarırsan, kör gözümü sen aydınlatırsın" dedi. Şeytan'ın o evlâdı, melûn aklına şöyle bir danışdı. "Bir adamı avlamak için genç ve güzel kadından daha iyi bir tuzak olamaz" diye düşündü.
Çünkü altın arzusu ve lokma iştahı tek taraflıdır. Sen altına âşık olursun ama onun canı yokdur ki sana âşık olsun, lokmanın canı yokdur ki seni arasın, seninle konuşsun. Fakat genç kadınların sevgisi, iki taraflı olur. Sen onu sever ve istersin, o da seni sever ve ister. Sen onu elde etmek için düzen düzersin, o da o tarafdan seni aşırmak için düzen kurar. Duvarı bir yandan delmeye çalışsan o kadar çabuk delinmez. Ama aynı duvarı biri bu yandan, öbürü o yandan delmeye koyulsa, duvarı iki yandan delen iki âlet, tez vakitde birbirine kavuşur. Seninle o kadın arasında bulunan engeller, tıpkı bir duvara benzer. Sen bu yandan, o kadının sevgisiyle bir delik delmek için düzene girişirsin; o kadın da öte yandan bir düzenle duvarı delmeye girişir. Böylece duvar tez vakitde delinir, iki taraf birbirine kavuşur. Bir hırsız, geceleyin dışarıdan kapıyı açmak için bir düzen düzer ama o hırsızın, evde bir işbirlikçisi olur da içeriden kapıyı açarsa, bu, hırsızın dışarıdan tek başına uğraşmasına benzer mi hiç? Evdeki bir eşyâ ya da para kalkıp kapıyı açamaz ki. Şeytanın o evlâdı da, işte bu yüzden zâhidi avlamak için bütün dünyâyı dolaşdı ve güzel, akıllı, soylu-soplu, alımlı, işveli bir kadın aradı. Şeytanlık hasedinin tesiriyle pezevenklik ayıbını unutdu ve ev-ev, şehir-şehir gezip dolaşdı, çok aradı ve nihâyet aradığını buldu.
Arayan bulur. Ne mutlu o kişiye ki aradığı şey, aranmaya değerdir. Domuz avlayışına benzemez ki o avda insan, hem atı yorar, hem kendini, hem de zamanını kaybede, güzelim avları, domuz avı uğruna yele verir, sonunda domuzu da atar gider, hiçbir şeyi işine yaramaz, ne postu, ne eti, ne dişi, ne kılı. "Öyle bir nesne için ömrümü yele verdim ki oklarımı hep hebâ eyeldim, bâri yük eşeğin kirâsına değseydi, bâri dost, gönlümün gamına değseydi" der. Akıllı kişi ona derler ki, bir şey arar da bulamazsa utanmaz, bulursa kendisiyle savaşmaz, pişmân olmaz, gözü, her gün o av yüzünden biraz daha aydınlanır, zevki, o güzel yüzünden daha ziyâde olur, gözü gül bahçesine döner.
O lanetlenmiş şeytan, bütün dünyâyı arayıp taradıkdan sonra o ülkenin padişahının kızını seçdi, o kızın beynine girdi, onu deli-dîvâne etdi, hastalandırdı. Pâdişah, hekimleri topladı. Fakat hiçbiri kızı iyileştiremedi, hepsi âciz kaldılar. Şeytan, bir zâhid elbisesine bürünüp geldi ve dedi ki, "Eğer bu kızın hastalıkdan kurtulmasını istiyorsanız, Barsîsâ'ya götürün, o okusun, üflesin" dedi. Onlar da başka çâre bulamadıkları için, onun sözünü dinlediler ve kızı Barsîsâ'ya götürdüler. Barsîsâ duâ etdi, şeytan da kızı bırakdı, kız hemen iyileşdi. Böylece Şeytan, pâdişahın, güvenini kazanmış oldu. Bir müddet sonra Şeytan, kızı yine çıldırtdı. Hekimler yine kızı iyileştirmede âciz kaldılar. Şeytan, aynı sûretle tekrar geldi ve "Bunu yine Barsîsa'ya götürün ama bu sefer geri getirmeyin, uzun bir zaman onun yanında kalsın, o size iyileşdim diye haber yollayıncaya dek yanında kalsın. Kızı Barsîsa'nın yanına götürdüler. Bu iyice iyileşinceye kadar senin yanında kalsın, bize öyle dediler. Kızı, zâhidin ibâdethânesinde bırakıp döndüler. Kız, zâhid ve şeytan o ibâdethânede kaldılar.
O zâhid, eğer âlim olsaydı, kızla yalnız olarak o ibâdethânede kalmaya aslâ râzı olmazdı. Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki: "Bir kadın, bir konakda bir erkekle berâber kaldı mı, üçüncüleri şeytandır onların". Bir kadın, bir yerde bir erkekle berâber kalınca şeytan, onların aracısı olur. Hâsılı uzun bir zaman kız, zâhidin yanında kaldı. Öyle böyle derken Barsîsâ, kıza iyice gönlünü kapdırdı ve sonunda kızla yakınlaşdı ve kız gebe kaldı. Bu sefer şeytan, bir insan şekline bürünüp Barsîsâ'nın yanına geldi, onu düşünceli bir hâlde buldu. Ona "Neden düşüncelisin?" dedi. Barsîsâ, hikâyeyi anlatdı, "Böyle böyle oldu, kız gebe kaldı" dedi. Şeytan, "Öyleyse kızı öldürmekden başka çâre yok" dedi. "Öldürür, sonra da öldü gömdüm" dersin. Barsîsâ, başka bir çâre bulamadı ve şeytanın dediğini yapdı.
Şeytan, gene insan şeklinde pâdişâha geldi, "Kız iyileşdi, gidip getirin" dedi. Pâdişâhla adamları gidip kızı istediler. Barsîsâ, "Kız öldü, gömdüm" dedi. Geri dönüp yasını tutmaya koyuldular. Şeytan, bu sefer başka bir şekle girip, pâdişâhın yanına gitdi, "Kız nerede?" diye sordu. Pâdişâh, "Barsîsâ'nın yanına götürdük, orada öldü" dedi. Şeytan, "Bunu size kim söyledi?" diye sordu. Pâdişâh, "Barsîsâ söyledi" deyince şeytan, "Yalan söylüyor" dedi, "Onunla yakınlaşdı, kızı gebe bırakdır, sonra kızı öldürdü, falan yere gömdü, inanmıyorsan orayı kazdır, görürsün" dedi. Pâdişâh, sinirinden hop oturup hop kalkdı, yerinde duramadı, şaşkına döndü, hâli değişdi, kan beynine sıçradı, fenâ hâlde hiddetlendi. Sonra atına binip bîr toplulukla berâber Barsîsâ'nın ibadethânesine gitdi. İçeri girip "Kız nerede?" diye sordu. Barsîsâ. "Öldü, gömdüm" deyince, "Peki öyleyse bize niye haber vermedin?" dedi. Barsîsâ, "Evrâdımı okumakla meşgûldüm, evrâdımdan kalırım diye korkdum" dedi. Pâdişâh "Bu sözün aksi çıkarsa sana ne yapayım?" dedi. Barsîsâ kızdı, ileri-geri söylenmeye başladı. Pâdişâh, şeytanın bildirdiği yeri kazdırdı, kızı çıkardılar, öldürülmüşdü. Barsîsâ'nın ellerini bağladılar, boynuna ip saldılar, halk toplandı. Barsîsâ, kendi kendine şöyle söyleniyordu, "Ey bedbaht nefs! Duân kabul oluyor diye seviniyordun, halkın gözüne büyük görünüyorsun diye seviniyordun, halk seni beğeniyor, övüyor diye seviniyordun, halkın inancı azalır diye de korkuyordun değil mi? Gerçekde bunların hepsi de yılandı, akrebdi".
Evet, "Halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı" diyordu ve içden içe âh ediyordu ama faydası yokdu. Onu büyük bir darağacının dibine getirdiler, merdiven dayadılar, boynuna ip takdılar. O anda şeytan, bir insan şekline girip kendisini gösterdi, "Bunların hepsini de ben yapdım sana, hâlâ da gücüm var, çâren benim elimde, bana secde et, seni kurtarayım" dedi. Barsîsâ, "Nasıl secde edeyim, boynumda ip var" dedi. Şeytan, "Secde niyetiyle başınla işâret et, akıllıya işâret de yeter" dedi. Barsîsâ, can korkusuyla, secde etmeye niyetlendi, can tatlıdır ya. Fakat başını eğince ip, boynunu daha da sıkdı. Şeytan, "Ben, senden tamâmiyle uzağım" dedi.
Allah Azze ve Celle buyurur ki, "Ey insanlar, ey inananlar, sizi kötü bir dost, tutar da kötülüğe çağırırsa, bu iş, sizin faydanızadır derse, kötü dostlar sana, sen yaşarken de bizimsin, öldükden sonra da, biz de seniniz, diye vaadde bulunurlarsa onlara inanmayın. Onlar bu düzenle kendileri gibi sizi de bozmak, bozguna uğratmak, kötülemek, kötülüğe çekmek isterler. Sizi pis bir hâle getirdiler mi, artık ne dostunuz kalır, ne yârânınız. Hepsi de sizden bezerler. Tıpkı az önce anlattığımız o şeytan gibi ki önce onun derdine ortak oldu, ona dostluk gösterdi, fakat sonunda onu tuzağa düşürünce, onu terk edip gitdi.Hazret-i Mevlânâ'nın hikâyenin sonunda işâret etdiği âyet-i kerîme, Sûre-i Haşr'daki, "كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ" âyet-i kerîmesidir. Ashâb-ı kirâmını ileri gelenlerinden İbn Abbas radıyallahu anh, bu âyetin Barsîsâ hakkında olduğunu beyân etmişdir.