26 Şubat 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük velîlerden bir zât, dervîşleriyle berâber yürüyerek bir yere giderken geçtikleri sokaklardan birinde, ânîden yukarıdan kül yağmaya başlamış. Meğer adamın biri, evinin damından aşağıya doğru külleri savurmuş. Havaya saçılan küllerden bir kısmı o veliyyullahın üstüne gelmiş. Bunu gören dervîşler, külü döken adama fenâ halde sinirlenmişler ve söylenmeye başlamışlar. Hattâ bazıları o kızgınlıkla "Şu adamın cezâsını verelim" diyerek adama doğru harekete bile geçmişler. Fakat o veliyyullah, hiç kızmamış, sükûnetini de hiç bozmamış ve dervîşlerine de sâkin olmalarını söyleyerek adama bir zarar vermelerine mâni' olmuş. Dervîşler mürşidlerinin îkâzıyla kendilerini toparlayınca, Hazret onlara şöyle hitâb etmiş :
Niye bu kadar kızdınız ki? Üzerine ateş dökülmeyi hak eden birine, sadece kül dökmekle yetinseler, o kişinin Allah'a çok şükretmesi gerekmez mi?
Hazret'in bu sözü üzerine az önce külü döken adamın üzerine kızgınlıkla yürümeye kalkan dervîşler, hüngür hüngür ağlamaya başlamışlar.Dervîşlik, mahviyyet, tevâzu' ve kendini herkesden dûn görmek demekdir. Tabii bu lafla olmaz. Kendisini herkesden dûn gören kimse başına ne tür bir belâ gelirse gelsin, ne tür bir hakârete uğrarsa uğrasın şikâyet etmemesi gerekir. "Ben belânın daha büyüğünü hak etmişdim, Allah bana acıdı da bununla geçiştirdi" veya "Ben daha büyük hakâretleri de hak ediyorum, bunlar bana az bile" diyebilmeli. Üstelik bunları lafla da değil, hâl diliyle söyleyebilmeli yani tavır ve davranışları bu hâli yansıtmalı ve bunu düstûr edinmelidir.