14 Şubat 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir çok aydınlar yani Avrupa aydınları, hak ve hakîkati arayanların ekserisi ancak Hazret-i Mevlânâ'nın kapısından İslâm'a girebilirler, kolay kolay başka yerden giremezler, yâhud İbn Arabî'den yani Muhyiddîn İbn Arabî Hazretlerinden.
İslâm'ı anlamak isteyen kimsenin, İslâm'ı sorduğu zâtdan duyduğu söz, kendisine gâyetle ağır ve sert geliyor. Şimdi şöyle alalım. Kur`ân'da bin emir var, bin nehiy var. Bin tâne emir var, Allah yapın demiş, bin tâne de nehiy var, yapmayın demiş. Şimdi birisi bir müslümana geliyor, yani bir hocaefendiye geliyor, "Efendi, bana İslâm'ı arz et" diyor. O hocaefendi, evvelâ "Allah'ı tevhîd edeceksin, Peygamber'i kabûl edeceksin" dedikden sonra, "Beş vakit namaz kılacaksın, senede bir ay oruç tutacaksın, malının kırkda birini fukarâya tevdi edeceksin, ömründe bir kere haccedeceksin" diyor. Evvelâ bunları söylüyor. Arkasından namaz kılması için, kadınsa örtüneceksin, şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın diyerek birdenbire bin emri birden onun üzerine yüklemeye çalışıyor. O kimse karşısında birdenbire bin emri görünce korkuyor ki biz müslümanız, müslüman doğduk, müslüman evlâdıyız, biz dahi bin emrin hepsini yerini getiremiyoruz, bin nehiyden de kaçınamıyoruz. Böyle olduğu halde o kimse İslâm'a tâlib olduysa alabildiğine üzerine yükleniyor, yüklenince o kimse büyük bir ağırlıkla karşılaşıyor.
Meselâ Amerika'da fakîrin eliyle müslüman olan bir çok kimse var. Hâdî-i mutlak Allah'dır ama bir çokları benim elimde müslüman oldular. Meselâ namazı durduk, arkada bir kadın, o da namaza duruyor. Yani kadın arkamda başı açık namaza duruyor, ben onu görüyorum ama ben ona başını ört demedim. Kadın benimle berâber başı açık namazı kıldı. Orada başka bir sôfî bunu gördü, hemen beni tenkîd etti. "Bunlar kadın erkek hepsi berâber zikrediyorlar, kadın başını örtmeden namaza durdu. Hoca bunu men' etmedi ve kadının başını örttürmedi" dedi. Yâhu daha kadın müslüman olmamış ben kadının başını niye örteyim. Alışmamış. Evvelemirde onun bir yaşayışı var. Bir cemiyyet var, etrâfı var. Sen kalkıp da onu Of sofusu yapamazsın ki. Konya sofusu hiç yapamazsın. Bu iş yavaş yavaş olacak. Onun hikmetini anlatacaksın, kadın niçin örtünecekdir? Allah niçin örtünme emrini vermişdir? Kadının iffetsizliğinden mi yoksa kadını iffetsiz gözden korumak için mi?Çün 'aşk ile dinlenmedi ahbâr-ı meşâyih
Bir adam geldi, kutuplarda çalışıyormuş, müslüman oldu, ben müslüman ettim. "Efendi, ben namazı nasıl kılacağım?" dedi. "Abdest almak için soyunursam donarım" dedi. "Teyemmüm edeceksin" dedim. Su bulunmadığı yerde teyemmüm edilir. Su var ama suyu kullanmaya imkân yoksa yine teyemmüm edilir. Bitti o kadar. Şimdi bizimkine geliyor, "Olmaz, ille soyunacaksın, abdest alacaksın" diyor. O soğukda nasıl soyunsun bu adam. Hattâ bazı zevât, "Senin ağzında altın diş var, altına su gitmiyor, cenâbet kaldın, söktür dişini" diyor. Olmaz kardeşim. Resûl-i Ekrem diyor ki, "Yessirû velâ tuassirû beşşirû velâ tüneffirû" yani "Siz Dîn-i İslâm'ı kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve beşâret verin, halkı nefret ettirmeyin" diyor.
İslâm'ın binâsı nedir? Beşdir. Savm u salât, hacc u zekât, kelime-i şehâdet. Peki insan fukarâ olursa ne olur? Üçe iner. Sıhhatsiz olursa ikiye iner. Biri tevhîd biri namazdır. Abdestin farzı dörtdür, insanın kolları olmasa farz üçe iner. Çünkü kolu yok neyi yıkasın, mahalli yokdur. İslâm bu kadar genişdir ama biz hemen hepsini birden yükleyerek korkutuyoruz.Her biri olup müctehid-i 'ilm-i ledünnî
Baltimore diye bir yere gittik, orada bana konferans için izin verdiler. Affedersiniz, kendimi medh için konuşmuyorum. Bir şey sordunuz, onun cevâbını vereyim. Gittik, oturduk, işte İslâm'ın fazîletinden, muhabbetden aşkdan bahsettik. Bir defa halk, dövüşden, kavgadan istikrâh etmişler. Adam öldürmekden, adam vurmakdan, adam dövmekden istikrâh etmişler. Muhabbet ve aşk istiyorlar. Hattâ Hakk korkusunu bile muhabbetle istiyorlar. Meselâ Profesörün biri bana "Allah'dan korkulur mu?" diyor.
Orada anlattık, konuşduk. Bizim Türk çocukları da gelmişler. Burada bazı zâhidlerden ders görmüşler. Çocukların islâmî bilgileri de var ama İslâm'ı mücerred zühd kısmından almışlar. Bana gelip İngilizce sorular soruyorlar, ben İngilizce bilmiyorum. Beni mugâlatayla filan tuşa getirmek istiyorlar. Konuşmayı bitirdikden sonra orada bir seferde yirmi dört kişi benim elimi tuttu ve İslâm ile müşerref oldu. Sonra bizim arkadaş dedi ki bana, "Efendi, bunlar Türk çocukları, yâhu sen onlarla niye konuşmuyorsun" dedi. "Onlar bana Türkçe hitâb etmediler ki onlarla konuşayım ve dargınım onlara ben" dedim. "Çünkü ben Türkiye'den geldim, 'Arkadaş sen vatanımdan geldin, vatan kokusu getirdin, milletimin memleketimin sevgisini ilettin, seni görünce memleket sende tecellî etti' demesi lâzım gelirken, o bana İngilizce sorular soruyor ki, ben çuvallayayım da, cevap veremeyim Amerikalıların karşısında mahcûb olayım, onu istiyor" dedim.
Sonra barışdık. Tabii ben onlara latîfe yaptım, onları irşâd edeyim diye. Ondan sonra kendileriyle barışdık. İçlerinden biri dedi ki, "Efendi, biz fakülteyi bitirdik, burada ihtisas görüyoruz, on sene oldu, dînî bilgimiz, ilmimiz de var fakat biz bir kişiyi bile müslüman edemedik. Sen nasıl oldu da yirmi dört kişiyi birden müslüman ettin" dedi. "Bir seferde yirmi dört kişiyi müslüman etmek nasıl oluyor?" diye sordu. "Bizim hafsalamız bunu kabûl etmedi" dedi. "İşte gözünle gördün oğlum!" dedim.
Cenâb-ı Peygamber'e bir a'râbî geliyor, "Yâ Resûlallah bana İslâm'ı arz et" diyor. Efendimiz, "Allah bir, Peygamber hak, beş vakit namaz, şu şu şu şu" diye söylüyor. Sonra adam giderken ashâbına diyor ki, "Şu zâtı görüyor musunuz?", onlar da "Görüyoruz yâ Resûlallah" diyorlar. Efendimiz, "Eğer bu adam sözünde sâdık ise, ehl-i cennetden birisini görün" diyor. İş kolaylaşdı.
İki rekat namazda on iki bin mesâil-i fıkhiyye vardır, iki rekat namazda! On iki bin mesâil-i fıkhiyye! İmâm-ı Yûsuf diyor ki, "Sekiz binini biliyorum, dört binini bilmiyorum" diyor. Demişler ki ona, "Hem şeyhülislâm olmuşsun, hem de sekiz binini biliyorum, dört binini bilmiyorum diyorsun. Bilmediğin halde devletin hazînesinden niye maaş alıyorsun". O da demiş ki, "Bildiklerimin karşılığını alıyorum, bilmediklerimin karşılığını almağa kalkarsam devletin hazînesi yetişmez, yani bütçesi kâfî gelmez" demiş.
Ekserisi, İbn Arabi Hazretlerinden istifâde ediyor çünkü O, çok yumuşak davranmış, tolerans sâhibi insan ve onların yani Avrupalıların kafasına hitâb ediyor. Avrupalı müsbet şey istiyor, inanç istiyor, muhabbet istiyor, aşk istiyor, merhamet istiyor, şefkat istiyor.Terk eyle efendi gel a evhâm u hayâli
Gene antrparantez bir şey anlatacağım. Benim bir arkadaşım vardı, Allah rahmet eylesin, Kendisi Mısır'da kitapçıydı, bana oradan kitap filan gönderirdi. Uzun zaman berâber iş yaptık, ticâret yaptık. Sonra Nâsır idâresi gelince oradan kaçmak mecbûriyeti hâsıl oldu. Harbden evvel Avusturyalı bir kızla evlenmiş. Sonra ondan çocuğu olmuş ama haberi yok çünkü dağılmışlar, biri bir tarafa, biri bir taraf gitmiş. Sonra Mısır'da bir Mısırlı kız almış. Avrupa'ya gittiği vakit tesâdüfen o ilk karısıyla karşılaşmışlar. Birbirlerine "Vay sen hayatta mısın, sen hayatta mısın?" diyerek sarılmışlar. Bizim arkadaş kadına "Ben Mısır'da evlendim" demiş. O da "İyi etmişsin, benim hayâtda olduğumu bilmiyordun, yalnız duramazdın" demiş, makul karşılamış. Kadın bir resim çıkarmış, "Buyur" demiş. Adam "Ne bu?" deyince, "Senin kızın" demiş. "Ben hıristiyanım ama senin kızının ismini Fâtıma koydum ve müslüman olarak yetiştirdim ve Mısır hakkında bir de kitap yazdı, kitabı da burda" demiş. Bizimki kızının resmini almış Mısır'a gitmiş. Tabii bizim müslüman kızı yani Mısırlı karısı bunun çantasını karıştırmış ve o resmi görmüş. Af buyurun, "Bu orospu kim?" demiş. "Demek sen Avrupa'ya gittin, bir halt karıştırdın" diye çıkışmış. Adamcağız, "Terbiyesizlik yapma, o benim kızım" demiş. Sensin bensin derken karısı bunu ihbâr etmiş. Tabii karı-koca olmak münâsebetiyle bazı sırlarını biliyor, Nâsır idâresine bu Fârukçuydu, kıralcıydı filan diyerek ihbâr edince, bizim arkadaş yaka-paça don-gömlek Mısır'dan kaçtı ve Viyana'ya gitti. Bendeniz de İngiltere'ye giderken ona uğradım. Orada buldum, gördüm.
Kadıncağız Viyana'nın en büyük mimarı. Demiş ki, "Mâdem ki buraya geldin, benim kocamsın, işte sana bir Arap kahvesi açıyorum, bir iş yap, boş durma. Yazlık evimiz var, kışlık evimiz var. Aldığım maaş budur filan" demiş. Sonra Türkiye'ye buraya geldiler, onunla berâber burada bir müddet kaldılar. Bana geldi dedi ki, Allah rahmet eylesin, "Bu kızın her şeyi iyi ama müslüman olmuyor" dedi. Yani bana derd yanıyor, "Müslüman olmuyor" dedi. "Sâmi" dedim, Allah rahmet eylesin, "Sana bir soru soracağım, sen müslüman oldun mu ki o müslüman olsun" dedim. "Ne demek?" dedi. "Sen beş vakit namaz kılıyor musun?" dedim, "Kılmıyorum" dedi, "Oruç tutuyor musun?" dedim, "Tutmuyorum" dedi. "Mahlûkata merhametli misin?, yok. Halka muhabbetin var mı?, yok. Çiçek yetiştirdin mi?, hayır. Hayvanlara bir hayır hasenâtın var mı?, o da yok. E peki o zaman kadın niye müslüman olsun? Kadın sende bir şey görmedi ki olsun. Eğer seni sevse, senin gittiğin yolu da beğense, senin yoluna girmesi lâzım. Darılma benim bu konuştuğum söze" dedim. "Şimdi sana bir şey söyleyeceğim. ben otuz seneden beri İstanbul gibi bir yerde büyük câmilerde vaaz u nasîhat ettim. Sen benim dediğimi tut, eğer kadın müslüman olmazsa, bana karım müslüman olmadı de, ben bir Cuma günü bu Bayezid Camisinin kürsüsüne çıkacağım, halk böyle mâ halakallah câmiyi doldurduğu halde, "Ey ahâlî! Ben eşeğim, ben bir şey bilmiyormuşum, câhilmişim" diye bağıracağım. Getir Kur`ân'a el basayım" dedim. Haydi şimdi dediğimi tut" dedim. Viyana'ya gittiler, dediğim gibi yaptı. İşte çiçek yetiştirdi, çiçek besledi, hayvanlara baktı, yoksullara el uzattı, halka yardım etti, ibâdetini yaptı. Sonra ben gittim, buldum onları. Sâmi Bey sarıldı boynuma ve dedi ki "Bizim hanım İslâm ile müşerref oldu, sen haklıymışsın" dedi.
Sonra bizim arkadaş orada öldü. Karısı orası hıristiyan diyârı diye bizim arkadaşı tabuta koydurdu ve Mısır'a gönderdi. Yani İslâm diyârına gömülsün diye memleketine gönderdi.
Şimdi, Avrupalıların ekserîsi iki yoldan İslâm'a girerler. Birisi İbn Arabî'nin kapısı, birisi Cenâb-ı Mevlânâ'nın kapısıdır. Bu iki kapıdan. Bu iki kapı onlar için açıkdır, o kapıdan içeriye girebilirler. Diğer kapılar kapalı. Çünkü neden? Muhabbetden ziyâde takvâyı öne çıkarıyorlar ama halk üzerine takvâyı yanlış tatbîk ediyorlar ve ibadetin hepsini birden yüklemeye çalışıyorlar. Halbuki Allahu Teâlâ Kur`ân'-ı Kerîm'i yirmi üç senede âyet âyet lüzûm oldukça inzâl etmiş, Peygamber de bunu teblîğ etmişdir.
Hattâ a'râbî gelmiş de, Sûre-i Hucurât'da, "Kâletü'l arâbü âmennâ, kul lem tü'minu, ve lâkin eslemnâ" Demişler ki, biz îmân ettik demişler. Arabi gelmiş, malum-i ihsanınız arabi bâdiyenişîn olan araplara derler, yani köylü araplar. Biz islam ile müşerref olduk dediler, Allah dedi, "Söyle onlara onlar îmân etmediler, yalnız islâm oldular". Onun için evvelemirde muhabbet lâzım. Muhabbetle, meveddetle, ve İslâm'ı anlatarak, sevdirerek, ancak Cenâb-ı Mevlânâ böyle hitâb ediyor, bir de İbn Arabî Hazretleri hitâb ediyor. Diğer velîlerden de var ama onlar az. Onlar az. O, meşrebe bağlı, bazıları zâhid meşrebde oluyor, onlar o meşrebden giriyorlar ama onlar pek azdır, "ve kalilen min ibadiyeşşekur"dur. Onlar azıcıkdır, diğerleri bu iki kapıdan içeriye girerler.Gönül tıflı demâdem ders alırsa pîr-i vahdetden