1 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Ömür nefes sayısıyla. Bak dikkat et, ölen bir adam böyle, "hah hah hah hah hah hah hah" böyle, nefes sayılarını tamamlar o.
Adamın biri ölüm döşeğine yatmış ama bir türlü ölemiyormuş. Hep böyle "hah hah hah hah". Arada bir sayıklıyormuş, "Kumu çekdiler mi? Kumu çekdiler mi? Tuğlayı getirdiler mi? Tuğlayı getirdiler mi? Ameleler çalışıyor mu? Kum geldi mi, kum geldi mi? Çimento çekildi mi?" filan derken, ölemiyor bir türlü herif. Takmış kafayı oraya bir defa. Çünkü herkesin bir türlü hergeleliği var. Oraya takmış kafayı herif ölemiyor bir türlü. Yanında Yâsin okumuşlar, Sûre-i Kaf okumuşlar.
Bak mahsûs söylüyorum bunu. Bazen böyle takılır kafası bir yere, ölemez, rûhu çıkmaz, içeride kalır, Sûre-i Kaf okumak lâzım gelir. Kulağınızda bulunsun, hâfızsınız siz. Yedi Kaf okunacak. Yedi Kaf okunacak. Bu yedi Kaf okunursa, ya ölür, ya dirilir. Dirilecekse dirilir, ölecekse ölür. Bunun başka bir usûlü daha vardır, o da bize âid, Karadayı'ya âid o, herkese verilmez. Bakarız, ne vakit bize teslîm olur, ona veririz. Ufak bir şey, hemen götürürsün göğsüne koyarsın, o gider âhirete.
Adam ölemiyor, hep böyle hep sayıklıyor, "Kumu çekdiler mi? Kumu çekdiler mi? Amele geldi mi, gitdi mi?" filan filan filan.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "İnsan dünyâda insan neyle meşgûl oluyorsa, ölürken onu yapar "diyor. Yaaa! "Ölürken ne yaparsa kabirde onu yapar" diyor. "Kabirde ne yaparsa dirildiği vakitde onu yapar" diyor, mahşer gününde.
Hattâ Hazret-i Îsâ gidiyormuş, Cenâb-ı hakk buyurdu ki, "Yâ Îsâ sana bir ibret göstreyem mi?" demiş. "Göster yâ Rabbi". "Duâ et o kabre dirilteceğim" demiş. Duâ etdi, "Kum bi iznillah" dedi, kabir şakk oldu, adam kalkdı, başından toprakları silkeleyerek, Hazret-i Îsâ'ya, "Eşeğim nerede?" dedi. Hazret-i Îsâ da şaşırmış, "Ne eşeği bu?" diyor. Demiş "Yâ Rabbi bu ne bu?". "Dünyâda hep eşeğiyle meşgûl oluyordu bu" diyor. "Bu, eşeği ile meşgûl olurdu, şimdi gene eşeği ile meşgûl oluyor".
Yani dünyada ne yaparsa ölünce de onu yapar. Allah muhâfaza. Onun için biz kitâb sayacağız âhiretde, sayfa. Sen Kur`ân okuyacaksın, hâfızsın çünkü. Yaaa! Kalbini Kur`ân'da bağladınsa, hep Kur`ân'la meşgûl olursun. Kalbin başka yere bağlıysa, korkulur. Meselâ, "Hâfız olacağıma şöyle bir tüccar olsaydım dersen", îmânından korkulur. Dünyâda en şerefli makâm, hâfız-ı Kur`ân olmakdır, Allah kelâmına hâmil olmakdır. Çünkü bunun şerefini Resûl-i Ekrem tayîn etmişdir. "Eşrâfı ümmetî hameletü'l-kur`ân". Onun için şerefini bileceksin, hâfızlar şereflerini bilmeleri lâzım.
Efendime söyleyeyim. Ölemiyor herif bir türlü. Sonra yedi Kaf okunmuş. Yedi Kaf okudular başında, ölmüyor, gene ölmüyor. Çünkü takıldı bir defa. Ne gibi? İki kişi birbirini severse ayrılması güç olur. Bak sana dünyâda bunun misâlini vereyim. Meselâ beni seviyorsun sen. Ama nasıl sevmek? Sevmenin çeşitleri vardır. Meselâ bir adamı gençliğinde seversen, yaşlandı mı ayrılırsın sen ondan. Sen onu sevmedin, gençliğini sevdin. Memurken seversen, tekâüd olduğunda ayrıldın mı, bil ki sen onu sevmiyormuşsun, memurluğunu seviyormuşsun. Allah için seveceksin. Yaşlansa da hasta da olsa, güzel de olsa, çirkin de olsa, zengin de olsa, fakîr de olsa, Allah için seveceksin.
Hakk Teâlâ Mûsâ Peygamber'e sordu, "Benim için ne yapdın?". "Namaz kıldım". "Kulluk vazîfen". Oruç tuttum". "Kulluk vazîfen". "Zekât verdim". "Kimin malını kime verdin?". Şaşırmış Mûsâ Peygamber. "Yâ Rabbi, öğret, onu yapayım". "Benim için seveceksin, benim için sevmeyeceksin" demiş. Allah için sevilecek, dünyâ metâı için değil.
İşte iki kişi birbirini sevdiği vakitde, hakkıyla âşık, iki âşık, Ayrılması güç olur. İnsan dünyâyı sevdiği vakitde, ölümü güç olur o adamın, ölümü şiddetli olur yani. Ayrılamaz ki çünkü. Vücûd toprağa gidecek, makâmı orası, rûh arşîdir, rûh arşa çıkacak. Allahu Teâlâ vücûdu halk etmiş, rûhu onun üzerine bindirmişdir. Binekdir vücûd. Ayrılamıyorlar. Dünyâyı seviyor çünkü. Ölümü şiddetli olur. Ayrılamaz.
Onun için kafası hep orada. "Tuğlayı çekdiniz mi? Tuğlayı çekdiniz mi?". "Çimento geldi mi?" Yandı mı yakıldı mı bilmem ne derken. İmâm Efendi zavallı okumuş sâfiyetle. Bektâşi de gitmiş, yan tarafında. Bektâşi, uyanık adam. Uyanıkmış Bektâşi. "Hocaefendi ne okuyorsun buna" demiş, "kaf maf okumağa lüzûm yok buna, bunun kolayı var" demiş. "Nedir o?". "Dur sen, ben hallederim şimdi, hemen ölür o" demiş Bektâşî ve gitmiş adamın kulağına eğilmiş, "Yapı paydoooos!" diye bir bağırmış. Gitmiş herif, tamam. Ne işi var herifin Sûre-i Kaf'la, Sûre-i Yâsin'le. Kulağının dibine gelmiş, "İnşaat bitdi" demiş, "Yapı paydos". Öldü gitdi.
Birisi gene kezâ öyle. Mezarlığa çıkmış bağırıyor. "Heeeey!". "Ne yapıyorsun?". "Fâtiha okuyorum" demiş. "Ulan ne fâtihası bu?". "Bu pezevenk böyle fâtihadan anlar" demiş. Müslüman adam anlar Sûre-i Fâtiha'dan. Mü'min, muvahhid adam, abdestli, namazlı, tahâretli, zâhid, âbid adam Fâtiha'dan anlar. Sen elâlemin herifine ne anlatacaksın Fâtiha'yı. Ona nara atacaksın. Yaaa!
Efendi Hazretlerine saatine bakarak, "Gidelim mi? Kalkalım mı?" buyurdular. Sebebi de cemaatin içinde uzakda oturanlar olmasıydı, onlar iftara yetişebilsinler diye sohbeti kesmek mecbûriyetinde kalmasıydı. Halbuki âdetleri iftara pek az vakit kalana kadar sohbete devâm etmekdi. Nitekim de, "Bu olmadı ki, iftara kadar burada oturuyordum ben, zevkini çıkarıyorum Ramazan'ın kardeşim" buyurdular.
Kadıköy tarafında oturan bir hâfız efendi, "Kadıköy'de toplanalım Efendim" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Kadıköy'de toplanırsak burada dağılırız. Bak sana söyleyeyim. Kadıköy'de toplanırsak, burada dağılırız. Toplanan dağılır. Doğan ölür. Yapılan yıkılır. Bitdi o kadar.
Cenâze gidiyormuş. Herifin birisi meraklı, sormuş, "Neden öldü?" demiş. Oradan biri başını çevirmiş, "Doğduğundan" demiş. Neden ölecek? Doğmasaydı ölmezdi. İlleti doğması. Yaaa! Haşr olmasa, neşr olmaz, neşr olmasa, haşr olmaz. Doğmasa ölmez, ölmese doğmaz. Bitdi o kadar. Sen benim sözümü dinle hâfız efendi. Kadıköy' de olur mu? Kadıköy'de bu zevk olmaz. Burada ben müezzinlik yapdım. Ben burada yardım gördüm. Şurada yatıyordum, yatağım buradaydı, burası yatdığım yer, bak. Yatağım buradaydı. Seriyordum yatağımı, burada yatıyordum. Gencecik delikanlıydım o vakit. Evlenmemişdim daha bekârdım.
Vardı. Anlatayım sana meşrûtalarını. Nerede imam efendi, gelsin dinlesin benden meşrûtasının târihini. Şurada okul var ya, Fakülte'nin karşısında köşede okul var, askerî okul var, Askerî Tıbbiyye. Askerî Tıbbiyye'nin oradan tut, arka caddesinden Vezneciler Hamamı'na kadar hep buranın vakfıdır ve buranın meşrûtaları vardır. Her müezzin ve her imamın ve her kayyıma bir tâne câriye, hizmet görmek için, bir köle verilmişdir, pâdişahın emriyle. Vakfiyesine baksınlar, orada var. Bir köle, bir câriye. Sonra tanzimat paşaları gelmişler, yıkmışlar oraları. Müezzinleri kaldırmışlar oradan, yıkmışlar, Târumâr etmişler tanzimat paşaları. Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa, meşhûr. Türkiye'yi kurtaranlar var ya! Türkiye'yi kurtardı Midhat Paşa! Büyük Reşid Paşa, büyük adamdır. Ona sözüm yok. Âlî Paşa, büyük sadrazamdır. Ötekiler öyle değil. Meselâ Hüseyin Avni Paşa hırsızdır. Milletin silahlarını çalmış filan. Târih öyle yazıyor. Osmanlı Pâdişahlarının Sultan Aziz faslına bak, Reşat Ekrem Koçu'nun. Yerini de göstereyim. Başka kitaplar da gösterebilirim. Kitapçıyım ben çünkü. İlmim yok ama kitapçıyım.
Bak şu kapı var ya burada, kapı, kapı, kapının üzerine binâlar yapmışlar müezzinlere. Evleri yıkmışlar oradan, yıkdıkdan sonra evleri, meşrûtaları, yapmışlar. Her iki kapının, hem o kapının üzerine, hem bu kapının üzerine. Pâdişah, Sultan Aziz, terâvihe gelmiş câmiye, buraya. Orada müezzinlerden birisinin karısı gülmüş, kahkaha atmış. Yâhud çocuklardan birisi. "Kah kah kah". Pâdişah, "Bu nedir?" demiş. "Efendim" demişler, hangi paşanın yıkdığını da biliyorum da neyse söylemeyeceğim onu, "orayı yıkdılar" demişler, "müezzinlere burayı yapdılar". "Fesübhânallah! Âbâ ü ecdâdımızın hasenâtını mı mahvetdiler. Allah cezâlarını versin" demiş, "Burada olmaz, çoluk çocuk burada barınamaz bunlar" demiş, "câminin bahçesine yapın" demiş pâdişah. Onun üzerine yıkmışlar oraları. Yerleri duruyor hâlâ, bakarsanız eğer. Yıkmışlar, câminin bahçesine yapmışlar meşrûtaları. Oradea bir helâ vardı, biz oraya giderdik helâya, ben burada müezzinken. Üstü kapalıydı. Abdest bozmaya, abdest almaya filan, bu câminin hademesi oraya giderdi, o helâya giderdik. O vakitden kalmaydı. Sonra orası da yıkılmış. Yıkıldıkdan sonra, imamlar, müezzinler ortada kalmış. Kimsesiz kalmış câmiler. Harbler, darbler, muhâceretler filan.
Efendime söyleyeyim, Bayezid Câmisine bendeniz müezzin oldum sonra, buraya geldim. İşte burada yatıyordum. İlk geldik, aman efendim, ne kadar verimli! Nerede müezzinler burada? On dört lira kırk iki kuruş maaşımız var. On dört lira kırk iki kuruş maaşımız var, maaş. Mevâşîdeniz.
Yazmış Biga Vâlisine pâdişah, "Orada ne kadar mevâşî var, sayısının bildirilmesi" diye. Vâli de kızıyormuş müftüye, "Müftüden başka hepimiz mevâşîyiz" demiş, yazmış pâdişaha göndermiş. Mevâşî hayvan demekdir. O maaş alan anlamış. Müftüye kızıyormuş, müftünün maaşı artmasın diye, "Hepimiz mevâşîyiz" demiş, yazmış göndermiş.
Sonra buraya geldik biz. Câminin ne kadar gelirâtı var. İlk ay benim aldığım maaş, on dört lira kırk iki kuruş maaş aldık, on dört lira kırk iki kuruş para aldık, maaş, üç yüz küsur lira, hâriçden, zuhûrâtdan geldi. İki yüz elli, iki yüz seksen liraya Edirnekapı tarafında, Karagümrük'de, bizim derneğin olduğu taraflarda, ev veriyorlar, bahçeli. İstanbul'da. İki kuyulu evler veriyorlar. Biraz harapça. Altı kâgir üstü ahşap.
Şimdiki imamlar gibi başında sarık, boynunda boyunbağı. Altı kâgir, üstü ahşap. Ulan sarığın altına boyunbağı takılmaz. Bu medeniyet yularıdır. Sarık irticâî bir hareketdir. İkisi bir araya cem olmaz ki onun. İlmiye gömleği giyeceksin, ilmiye gömleği. Sonra soyunduğun vakitde, giyersin frenk gömleğini, üzerine boyunbağını bağlarsın, başına şapkanı giyer, çıkarsın. Sarık mukaddes olduğu için dışarı çıkmaz sarık, dolapda kalır burada, içeride, câmide. Başına şapkanı giyer, dışarı çıkarsın. Şimdi herif başında sarık, altında çarık. Olmaz. Altı çarıklı, başı sarıklı. Neye benzer o? Bir generali düşün, ayağında güzel general elbisesi var, ne kadar şanlı şerefli, üzerine kasket giydir yâhud fötr şapka yâhud melon şapka giydir generalin başına. Ona benzer o. Olmaz tabii. Söyledik imamlara. "Peki" dediler, "yapacağız" dediler, yapmadılar. İçeride olmayacak uçları, dışarıda olacak. Mihrâba öyle geçecekler. Bu, Îsâ'nın simgesidir. Sonra biz müslümanlaştırdık bunu boynumuzda. Müslüman oldu bu şimdi. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyor senin boynunda. Îsâ'nın simgesi bu. Îsâ'yı idam etdiler, onlar öyle biliyorlar ya, işte bak, kafası bu, kolları bu, asılı olarak göğsüne takıyorsun. Bu Îsâ'nın simgesidir. Müslümanlar vaktiyle göğüslerine "فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ fe se yekfîkehümullah ve hüve's-semîu'l-alîm" yazarlardı, müslümanlar! Yâhud efendim "اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ e leysallahu bi kâfin abdeh", onu yazarlardı müslümanlar göğüslerine. Hıristiyanlar da göğüslerine put yaparlardı böyle dörtlü, çekerlerdi buraya, göğüslerine, hıristiyanlar. Böyleydi. Müslümanlar sünnetliydi, hıristiyanlar sünnetsizdi. Bundan bilinirdi. Müslümanlar öldüğü vakitde, nereden bilinecek? Sünnetli mi diye bakıyorlardı. Yahudiler de sünnetli, nereden ayıracağız? Kollarına bakarlardı. Kıllar yukarı doğur olursa, abdesti öyle alıyoruz ya, müslüman olduğu bilinirdi. Çürümüş kemiği kalmış, beyaz mı sarı mı? Sarıysa müslüman kemiğidir, beyazsa kâfir kemiğidir. Halebî'de var. Bendeniz kitapçı olduğum için.
www.muzafferozak.com