Bayezid Cami-i Şerîfinde Sohbet - 11 Temmuz 1983

22 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Namaz
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Bayezid Câmi-i Şerîfindeki bir sohbetlerinde buyurdular ki :

Baş gözü açık bir adamla, baş gözü görmeyen bir a'mâ, inadçıymış aynı zamanda, kalb gözü de görmüyormuş gâlibâ, binmişler bineklerine gidiyorlar. Yolda giderken, a'mânın elindeki kamçı, yere düşmüş. Baş gözü gören gidiyor öne doğru. A'mâ inmiş atdan aşağı, eliyle böyle böyle böyle kamçıyı arıyor yerde. Gözü görmediği için arıyor böyle. Ararken ararken, meğerse orada bir yılan, sabah serinliğinde uyumuş, böyle geceden çöreklenmmiş, çöreklenmiş yılan. Orada kalsın o.

Yılan çöreklenmiş, üzerine ot binmiş, otlar filan dökülmüş, adam oturmuş üzerine görmeden. Koca bir ejderhâ! Oradan av vuracak, keklik. "Altımdan bir şey böyle oynadı" diyor, "bir fırladım, o da benimle beraber fırladı, ikimiz birden. Aşağı kadar inmiş beni arıyor" diyor. Öyle bildiğin gibi değil yani Firavun gibi yılanlardan. Firavun gibi yılanlardan. Firavun var ya bir tâne, Hazret-i Mûsâ'nın Firavun'u. 

Yılan çöreklenmiş sabah soğuğunda, a'mâ onu bulmuş, almış eline böyle, aman ne güzel. Düşürdüğü sopa, eğri büğrü bir sopaydı, şimdi muntazam bir kamçı bulmuş. Atına binmiş. O gözü açık olan da ileride bekliyor, ne oldu buna böyle diye. Aşağıda bu bir şeyler yapıyor. O bakıyor, a'mâ yerde bir şey arayıp duruyor. Durdurmuş atı bekletiyor filan. Neyse a'mâ bulmuş bulacağını, almış eline geliyor. Binmiş ata, tıkır mıkır tıkır mıkır geliyor. "Neredeydin be?". "Elimden kamçı düşdü, sopa düşdü. Biliyorsun bir değnek koparmışdık, o değnekle hayvanı îkâz ediyordum". 

Bazı hayvan değnekle îkâz olur. Bazı insan değnekle iyi kaz olur. İyi kaz olur, yolarsan tüylerini. İyi kaz. Îkâz var bir de iyi kaz var. 

"Ne yapdın?". "Kamçım düşdü yere, sopa. Bir sopa kırmışdım ya hani hayvanı îkâz edeyim diye", "Evet?", "Sopam düşdü, indim sopayı ararken, Allah o sopayı aldı elimden ama bir kamçı verdi tam elime oturdu. Şuraya bak maşşallah!". "Aman!" demiş öteki, "sakın hâ! Yılan o!". "Hadi ulan" demiş, "hasedlik yapıyorsun bana. Benim kamçımı attıracaksın yere, yılan diye, değil mi?". "Aman evlâdım yapma! Sen görmüyorsun, ben görüyorum. Yapma, gözümün nûru, at şunu yere". "Hayır atmam, imkânı yok vermem". "Pekâlâ öyleyse vermezsen verme".

Şimdi burada üç vecih vardır ama sonra yapacağım tahlîlâtını, Allah müsâade ederse. Biraz daha gitmişler, güneş kızmış. Kızınca yılanın belini kızdırmış. 

Fukarânın zengin olması gibi. Yaaa, fukarâ fukarâ iken, câminin ön safında. "Aman Yâ Rabbi. Aman Yâ Rabbi. Aman Yâ Rabbi". Verdi mi, tahtaya basdırdı mı Allah'ı, aldı mı haydi bakalım, arabasına yıldızları koyuyor. Yıldız. Bana öyle oldu. Kandırdı. Kandırdı.

Arabın meselesi. Arab çıkmış hurma ağacına, fırtına çıkmış, büyük bir fırtına. Sallanıyor hurma ağacı, yıkılacak aşağı doğru. "Yâ Rabbi" demiş, "buradan sağ sâlim inersem sana bir deve keserim" demiş Arab. Biraz aşağı inmiş. "Bir sığır keserim". Biraz daha inmiş. "Bir koç keserim". Biraz daha inmiş. "Bir keçi keserim". "Bir tavuk keserim". "Bir piliç keserim". Aşağı inince, "Ben çıkdım, ben indim, sana ne oluyor" demiş. 

Fukarâ iken, "Aman Yâ Rabbi, üstümde don bile yok, görünecek takımlar meydanda". Evet öyle. 

Resûl-i Ekrem zamanında öyle bir adam vardı, ismine Salebe derlerdi, Salebe. Bu Salebe, gâyetle fakîr, avret mahalli görünüyor Salebe'nin. Otla filan örtüyor kendisini. Sonra Cenâb-ı Peygamber'e mürâcaat etdi. Eh, haklı, güzel. "Yâ Resûlallah" dedi, "bak ne hâldeyim. Ben çok mal istemiyorum, az bir şey istiyorum. Biraz bir şey verirse, Allah'ın hazînesinden eksik mi olacak" dedi. "Bak ben donumu çıkarıyorum karım giyiyor, karım çıkarıyor ben giyiyorum. O küpe giriyor, ben küpden çıkıyorum. Böyle idâre ediyoruz. Bir duâ et" dedi. Efendimiz buyurdular ki, "Senin fakîrliğin zenginliğinden hayırlıdır, sen sabreyle, dişini sık, dünyâ fânî, âhiret bâkîdir. Sen sık dişini, Allah bilir işini. Biraz sürünürsün burda ama yarın hemen gözünü yumar yummaz a'lâ-yı illiyyîne gider, sultân olursun. Ama sen sabretmiyorsun, dünyâ metâı istiyorsun, dünyâ metâı senin felâketin olur sonra". 

Yani Cenâb-ı Peygamber demek istiyor ki, "Ben seni iyi görmüyorum, sen mala tapabilirsin" diyor ona. Söylemiyor böyle ama. Çünkü Efendimiz benim gibi değil, edebli, edebin de üstâdı. "وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ ve inneke le alâ hulıkın azîm", huluk-ı azîmin de fevkinde sallallahu aleyhi vesellem.

"Aman Yâ Resûlallah" diye ısrarla yalvarınca, birisi bir keçi verdi ona, dişi keçi, zekâtına mahsûben verdi. Keçiler altı ayda bir doğuruyor Arabistan'da. Altı ay sonra keçi üç oldu. Doğurdu çünkü, iki tâne doğurdu. 

Arabistanın çöpçüleri keçilerdir. Kağıt yer, ot yer, odunu yer, insanı yer, ne bulursa yiyor, memeleri de böyle yerde sürükleniyor mübârek hayvanların, o kadar sütü çok. Kağıt yiyorlar, kağıt. Çöpçü gibi. 

Altı ay sonra keçi üç. Altı ay sonra, keçi kaç biliyor musun? Üç üç altı, üç daha dokuz. Altı ay sonra on sekiz. Altı ay sonra yirmi dört, otuz iki, otuz altı, Salebe câmiye gelmemeye başlamış. Kalbi temizlendi. Malla uğraşacak çünkü, malla uğraşacak. Bırakamaz ki, nereye bırakacak, haklı, o da haklı, mal canın yongası. Sağacak, satacak, okşayacak, böyle böyle bakacak, ondan sonra parayı böyle sallayacak şakır şakır şakır.

"Şimr seni öpeyim" diyormuş ahund, "sen Hüseyn'i katleylemsen ben bu parayı nereden toplayacakdım" diyormuş. 

Zekât farz oldu, Allahu Teâlâ zekâtı farz etdi. Edince Cenâb-ı Peygamber oraya memûru gönderdi, âmili. 

Çünkü para vermek güçdür. Laf aramızda, bilirim meseleyi, kendimden bilirim. Çok güç para vermek. Namaz kılmak kolay, hele abdetsiz namaz çok güzel kılınıyor. Hiç dayanmaz adama abdestsiz namaz. Kış gününde, kolları sıva, paçaları sıva, çorapları çıkar, git soğuk suyla abdest almaya çalış, şakır şakır buz gibi suyla, o, îmân alâmetlerindendir. Allah'ın bir burhânıdır abdest meselesi, çok mühim!

Demiş ki Bektâşîye, "Bir namaz kıl, sana bir mecidiye vereceğim" demiş. Gümüş mecidiye, nal gibi böyle, şimdiki mecidiye değil. Bektâşî hemen namaza durmuş, kılmış namazı, "Ver mecidiyeyi" demiş. "Yok" demiş, "sen az evvel abdest bozdun ulan" demiş, "abdestsiz namaz kıldın". "Ya abdestli mi olacakdı bir mecidiyeye namaz" demiş, "ona sulu namaz derler, bir mecidiyeye kılınmaz o" demiş. 

Gene Bektâşîye söylemişler, "Abdestsiz namaz olmaz" diye, "Ben kıldım, bal gibi oldu" demiş, "mükemmel oluyor".

Geçelim. Zekât farz oldu.

Namaz kılmak kolay dedik ama o da herkes için kolay değil. Allah kimi huzûruna kabûl ederse o kılıyor namazı. Sen zannedersin ki ben kılamıyorum, işim var,  bilmemne var, filan. O değil. Bu ev, Hakk'ın evidir. Sen de Allah'ın kulusun. Allah da senin Rabbin. Her şeye kâdir u kayyûm. Kimi severse, huzûruna alır. "Allah beni seviyor mu sevmiyor mu" diye düşünüyorsan eğer sana ben miyâr vereceğim. "Câmiye geliyor musun?", "Geliyorum", "Gözyaşı döküyor musun?", "Döküyorum", "Günahlarına istiğfar ediyor musun?" "Ediyorum", bil ki Allah seni davet ediyor, seviyor seni, işte aldı, huzûruna aldı. Sevmediğini almaz içeriye. Sevmediğini almaz, almaz.

Patronla işçi gidiyorlarmış beraber. Artık ben böyle tercüme ediyorum. Köle ile efendi ama tercümeyi öyle yapdım ben. Patronla işçi gidiyorlarmış beraber...

Patronlar bir kaç kısımdır. Birisi kendi kılmaz, kılana ses çıkarmaz. Bunların nihâyeti iyi olur, âkıbeti. Kendi kılmıyor ama kılana bir şey demiyor, kılanı seviyor, mâni olmuyor. Bir de melûn vardır, kendi inanmaz, inanana da mâni olur. Bu, "اُو۬لٰٓئِكَ هُـمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ ülâike hümü'l-keferetü'l-fecere"dir bu. 

Demiş "Efendi bir ikindi namazı kılıvereyim mi ben?" demiş efendisine. 

O vakit kölelik meselesi çok mühim. Benim sana anlatacağım gibi değil burada. İsterse köleyi kesebilir, kimse soramaz. Satılık metâ' gibidir, hayvan gibidir yani. "Efendi, şimdi kölelik var mı? Eskiden ne kadar kötüymüş kölelik mölelik". Eskiden ferdî kölelikler vardı, şimdi büyük milletleri köle yapıyorlar, haberin bile olmuyor. Kendini hür zannediyorsun, kölesin. Anlayana söyledik.

"Efendi, ben bir İkindi namazı kılayım". "Haydi Hüseyin be, çabuk ol ama, pek uzatma, işi, işi zühde takvâya dökme, farzı kıl". "Peki". "Ben kapının önünde oturuyorum burada, bir sigara yakacağım şimdi". Sigarayı sarmış efendisi, oturmuş orda, bir sigara yakmış, bir tâne daha içmiş, bir tâne daha içmiş. Hüseyin içeri girmiş, çıkmaz dışarı Hüseyin, Hüseyin içeri girmiş, çıkmaz dışarıya Hüseyin. Küflenmiş kilitdeki bulunan anahtar gibi bir türlü çıkmaz Hüseyin dışarıya. Adam kızmış, fenâ hâlde bozulmuş, kapıyı açmış, "Hüseeeeyn!", "Lebbeyk efendim, burdayım". "Ulan ne yapıyorsun, çıksana dışarıya!". "Bırakmıyorlar" demiş. Adam bakmış içeriye, kimse yok câmide. "Kim bırakmıyor ulan, kimse yok ki câmide, kim bırakmıyor?" demiş. "Seni içeriye bırakmayan beni de dışarı bırakmıyor!" demiş. "Sen de içeri giremiyorsun ya, beni de dışarı bırakmıyorlar" demiş. Geçiyoruz. Bunu da Ankaravî Mesnevîsinden anlatdım size. Efendime söyleyeyim, hep benim konuşduğum şeyler, büyük velîlerin kitâblarından anlatırım böyle. 

A'mâya seslenmiş. "İşte îkâz ediyordum hayvanı, sonra iyi kaz oldu". Kaz para eder, insan para etmez. İngiltere'de kazlar bekçilik yapıyorlar. Hazret-i Ali'nin kazları vardı, Hazret-i Ali'nin şehâdet sabahı, Hazret-i İmâm'ın cübbelerine sarıldılar, göndermek istemediler Hazret-i Îmâmı. Abdest almışdı, mübârek ensesine böyle mesh edince, güldü, oradaki câriye dedi ki, "Yâ İmâm, niye tebessüm ediyorsunuz?", "Yarım saat sonra, bir müddet sonra buramdan kanlar akacak benim" dedi, "onu aklıma getirdim" dedi. Dışarı çıkdı, kazlar Hazret-i İmâm'ın cübbesine sarıldılar, gitme diye. İşte Hazret-i İmâm sonra çıkınca vurdular İmâm'ı. Onu anlatmayacağım, geçiyoruz bu tarafa doğru. Çok hisli bir hayvandır. Biz birbirimize kızdığımız vakitde, kaz herif deriz, kaz herif, beyinsiz manâsına getiririz ama öyle değil, çok akıllı hayvandır kaz hayvanı. Hele bir düğünleri oluyor, bir güreşleri oluyor görmeğe değer. Gördünüz mü kaz güreşi? Bendeniz gördüm. Yaaa! İki köyün kazını getiriyorlar, ortada bir dere. Ortada bir dere böyle. Davulla zurnayla, dangada dangada dangada dangda.

Eskiden gece sahur davulu vurulurdu, insan yerinden hoplayarak, oynayarak kalkardı. Zevk ile. Niye? Bir makâm ifâde ederdi. İnsan bir neşe verirdi. Şimdi yaban avı ürkütüyor gibi, dangıdı dangıdı dangıdı, yaban avı ürkütüyorlar gâlibâ, yaban avına çıkdılar, sürek avına. 

O kadar zekî bir hayvandır kaz hayvanı. Hattâ eviniz, bahçeniz mahçeniz filan varsa, kaz büyütün. Ve kazlar yumurtayla merâtibe hürmet ederler. Bakın dikkat edin, hayret edeceksiniz. Birinci yumurtadan çıkan öne durur. İkinci yumurtadan çıkan onun arkasın. Üçüncü yumurtadan çıkan onun arkasın. Önüne geçmez, kendinden evvel doğanın önüne geçmez. Abisinin önüne geçmez yani. Yaaa böyle, o kadar âdâba riâyet ederler. 

Götürüyorlar kazları derenin kenarına, dangada dangada davullar zurnalar filan. Dişiler böyle sırayla arkaya diziliyor. Namaz safına dizilir gibi. Bu tarafın dişileri de diziliyor. Onların önlerin erkekler geçiyor, erkek kazlar. Sonra hepsi birden böyle boyunlarını büküyorlar, şöyle şu vaziyetde. Hani bizim külhanbeyler var ya bazen yoldan böyle geçiyorlar. Bir hücûm birbirlerine. Hangi taraf hangi tarafı döverse, o dövülen tarafın kadınları, döven tarafın erkeklerine teslîm oluyorlar, onların yanına gitmiyorlar. Yaaa! Kumar oynar gibi oynuyorlar köylüler. Ne oluyor şimdi? Dayak yiyen kazlara teslîm olmuyor, "Siz erkek değilsiniz ulan" diyor.  "Dayak yediniz siz, karıdan ne farkınız var" diyor. Dövenlerin tarafına geçiyorlar. Böyle kaz meselesi. 

Tavsiye ederim. Yazın eti yenmez, kışın yenir, soğukda. Lalanga yaparlar Rumelililer. İçinizde Rumelili varsa bilir. Lalanga yapar, kaz suyuyla onu ıslatır. Sizin ellerinizi bağlasınlar, bizim ayaklarımızı, karşılıklı oturalım, bizim şeker hastalığı gitsin gürültüye, oturup yiyelim. Neyse hepsini yedik burada, cennete gidersek eğer, alırlarsa içeriye orada yeriz bundan sonra. 

Efendime söyleyeyim. "Aman bırak onu elinden!". "Bırakmam" demiş. "Sen hased ediyorsun bana" demiş, "Allah kamçımı aldı, yerine bir kamçı verdi ki şuraya bak, maşşallah oooh maşşallah". Biraz ileri gitmiş, hava ısınınca, körün elini sokmuş yılan ve kör helâk oldu.

Bunun manâsını vereceğim, ne demek olduğunu söyleyeceğim. Hikâye burada bitdi. Gelelim biz Salebe'ye şimdi. 

Salebe'nin sürüleri büyüdü de büyüdü, büyüdü de büyüdü. Beş vakit namazı Peygamberimizin arkasında kılıyordu. Mal çoğalınca gelemiyor malından. Mala bağlı. Âhirete beraber gidecek çünkü malıyla! Gelemiyor, cemaate gelemiyor. Resûl-i Ekrem'in arkasında namaza gelemiyor. Cumadan Cumaya gelmeye başladı. Cumadaaan Cumaya. Sonra Bayramdaaan Bayrama. Gelemiyor, hayvanlarına bakıyor. 

Zekât farz oldu, Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, oraya memur gönderdi, zekât versin diye. 

Malûm ya, namaz kılınıyor da zekât verilmiyor, para. Hiç kıyılmıyor paraya, böyle duruyor, sayıyorsun böyle tıkır tıkır tıkır tıkır, bu tarafa koyuyorsun gene sayıyorsun tıkır tıkır tıkır. "Ya fakîr olursam ilerde, ya sürünürsem, ben fakîrlikden geldim, sürünmenin ne olduğunu bilirim ben. Zekât mekat anlamıyorum ben, oraya koyayım ben şu parayı, hava alır o. Allah affeder günahları" diye. 

Salebe de öyle yapıyormuş. Geldi memur, âmil geldi yani taraf-ı peygamberîden "Salebe!", "Buyrun", "Allah emretdi Hazret-i Peygamber'e , zekât farz oldu, zekât vereceksin, malının şu kadarını şu kadarını vereceksin". "O malı ben kazandım" dedi. "Muhammed" dedi, sallallahu aleyhi vesellem, "zekât diye bizden haraç mı alacak?" dedi. "Kollarım çürüdü, sabahlara kadar uğraşdım ben bu hayvanları çoğaltmak için" demesin mi! Unutdu uyuzluğunu, eski uyuzluğunu, kıçının açık olduğunu. Fakîrdi, zengin oldu şimdi, Allah'ı unutdu. Hemen geldi âmil, Peygamber'e haber verdi. Dedi,  "Bir daha gitmeyin ve almayın, onun malı kendi başına. Onunla biz âhiretde görüşeceğiz" dedi, "huzûrullahda görüşeceğiz onunla" dedi. 

Arkadan aklı başına geldi, getirdi Peygamber'e zekâtı. Efendimiz dedi ki, "Yoook, sen bu ümmete âyet oldun, sonra gelecek olanlara âyet oldun sen, sen zekâtını kendin ye. Sen helâk oldun yâ Salebe, seninle biz âhiretde hesaplaşacağız, huzûrullahda, haydi git". 

Sonra Cenâb-ı Peygamber âlem-i cemâle göçdü, Hazret-i Ebûbekir zamânında, seyyidinâ Ebâbekir radıyallahu anh...

Efendim," radıyallahu anh" deyiniz efendim, "radıyallahu anh" deyiniz efendim. Efendimizin ismi anılınca, "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed" deyiniz. Zarar etmezsin, korkma. Her seferinde.   

Geldi Ebûbekir Sıddîk'a, "Yâ Ebâbekir, şunlar benim zekâtım". "Yoo, Resûl-i Ekrem'in almadığını ben alamam" dedi, "sen git mallarını kendin ye, zekâtını". Oradan da hâib ü hâsir döndü. Sonra vakt-i Ömer geldi yani Ömer ibn Hattâb Hazretleri halîfe oldu, radıyallahu anh, ona getirdi zekâtını, "Yâ Ömer" dedi, "bu benim zekâtımdır, lütfen kabûl edin bunu". "Resûl-i Ekrem'in almadığını benden evvelki halîfenin kabûl etmediğini ben hiç kabûl edemem" dedi. 

Ondan sonra geberdi, parasıyla berâber. Parası iki başlı yılan oldu, boynuna doladılar, kabrine koydular, kıyâmet gününde uğraşacak çıkarmak için. 

Zekâtı verilmeyen paralar, iki başlı yılan olur, sâhibinin boynuna dolanır. Râvîsi Ebâ Hureyre'dir, radıyallahu anh. Kur`ân'da da var. "سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا se yutavvakûne mâ bahilû", onun hakkında. Yani "Biz onların kıyamayıp veremedikleri paralarını boyunlarına dolarız" diyor Allah âyet-i kerîmede. Ebû Hureyre'nin hadîsine gelince, orada serahat var hadîsde. Burada âyet-i kerîme olmak münâsebetiyle, cevdetü'l-kelâm fi'l-ihtisardır. Diyor ki Ebû Hureyre, "O zekâtı verilmeyen paralar, iki başlı yılan olacak, sâhibinin peşinden kovalayacak ve boynuna dolanacak. O uğraşacak kendini kurtarmak için. Sen seyret dramı mahşer gününde! Ne dram var biliyor musun? Diyecek ki, "Sen niye benden kurtulmaya çalışıyorsun? Dünyâda sen beni saklardın, kimseye veremezdin, Allah için de veremezdin, kitler kitler saklardın, sayar sayar üzerine koyardın. Ben senin paranım, beni niye atıyorsun canım, benden niye ayrılıyorsun sevgilim, gel bakayım buraya!".

Şimdi biz gelelim a'mânın hikâyesine. A'mâ kime temsîldir biliyor musun? Bu âlemde hak ve hakîkati görmeyen ve bilmeyen, âhireti bilmeyen, âhiret ilimlerini bilmeyen, mahşerin şiddetini, cehennemin dehşetini, ölümün şiddetini bilmeyen zevât o a'mâ gibidir. Bilmez çünkü. O, işte yılanla kamçıyı ayıramaz, gözü görmediği için. Ancak "قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ kad câeküm basâirun min rabbiküm, fe men ebsara fe li nefsih", ancak taraf-ı ilâhîden gelen basîreti, basarı, gözüne koyarsa, yani Kur`ân gözlüğünü, o vakit hangisi yılandır, hangisi kamçıdır, hangisi sopadır anlar. İşte öyle olanlar, "وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلًا ve men kâne fî hâzihî a'mâ ve hüve fi'l-âhireti a'mâ ve edallü sebîlâ", bu âlemde a'mâ olanlar, öteki âlemde a'mâ olacaklardır, "وَاَضَلُّ سَب۪يلًا ve edallü sebîlâ", yollarını şaşıracaklar ve cehenneme gideceklerdir, gözleri a'mâ olarak. 

Âyet-i kerîmeyi siz tamamlayın, ben okuyayım biraz ucundan, bismillâhirrahmânirrahîm, "وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى ve men a'rada an zikrî fe inne lehû ma'işeten dankâ, ve nahşuruhû yevme'l-kıyâmeti a'mâ". "قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا kâle rabbi lime haşretenî a'mâ ve kad küntü basîrâ" Sadakallahu'l-Azîm. Altında daha var, cevâb var, Allah'ın cevâbı. Gözleri kör olacak, öyle kalkacaklar kabirlerinden. Gözleri a'mâ, böyle.

Mahşer yerinde milyonlarca insan, milyarlarca insan, zî-rûh, bütün mahlûkât-ı ilâhiyye, filinden mamutundan tut, balinasından hamsisine kadar, insanından hayvanına varasıya kadar herkes mahkeme-i kübrâya sürülecek. Hattâ hattâ ağacın üzerinden düşen bir elma, iyi dinle, şaka gelmesin sana, yaklaşdı günün, daldan aşağı düşen bir elma, aşağı dallara vurduğu için, o vurulan dallar, o elmadan davâcı olacaklar, bize vurdu diye. Allah onun dahi hakkını kazâ edecek. "Efendi elmaya tekâlif yok". Allah öyle diyor, hesâbını soracağım diyor, bitdi o kadar. Hani yapdın, etdin, ağzını burnunu sildin oturdun. Her şey yerli yerine gelecek. "Ben inkâr ederim efendim, söylemem". E tabii söyleyemezsin, bu dünyâda da yapıyorsun ya aynı şeyleri, söylemiyorsun, değil mi?

Esteîzübillah, "اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ el-yevme nahtimü 'alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn". Manâsı, manâ-yı münîfi, deryâdan bir katre, şemsden bir hüzme, güneşden bir hüzme, kürre-i arddan bir zerre. "El-yevme", kıyâmet gününde, "nahtimu", biz mühürleriz, "alâ efvâhihim", onların ağızları üzerine, ağızlar konuşmaz yani, mühürlenir ağızlar.

Bu kabirde başlar daha, haberin var mı ondan? Ölümde başlar. Başını yastığa koyarsın, dilin tutulur, "Lâilâheillallah" diyemezsin. Başını yastığa koyarsın, dilin tutulur, "lâilâheillallah" diyemezsin.

Alkame radıyallahu anh, onu alalım elimize. Ensardan. Geldiler Resûl-i Ekrem'e haber verdiler, "Yâ Resûlallah, Alkame ölüyor fakat tevhîd edemiyor". Ensar! Ensar! Resûl-i Ekrem gitdi Alkame'nin yanına, sordu Alkame'ye. Alkame diyor ki, "Yâ Resûlallah, herşeyi söyleyebiliyorum fakat tevhîdi söylemek istediğim vakitde, dağdan bir ateş kaldırılıyor benim üstüme, üzerime yıkacaklar, konuşamıyorum". Fesübhânallah! Dedi, "Alkame'nin ehl-i beyti nerede?" dedi. Getirdiler. Dedi ki, "Alkame namaz kılmaz mıydı?".

Efendiler! Size şaka gelmesin, amelden ilk sorulacak soru namazdandır, amelden. İtikâddan, Allah'a inanmak, Peygamber'e inanmakdır, kıyâmet gününe inanmakdır. Ama amelden yani oruç gibi, zekât gibi, hac gibi filan amellerden evvelâ sorulacak olan namazdır. Unutmayın! Bu namazın cevâbını verirsek eğer, iş kolaylaşacak biraz, hafifleyecek. Öyle diyor Peygamberimiz. Verilmezse iş müşkül olur, müşkül olur.

Sen bakma bir takım şeytanlar zâhir olmuşlar, şeyh kıyâfetinde, hacı kıyâfetinde, hoca kıyâfetinde, öğretmen kıyâfetinde, "Namazda ne varmış öyle namazda, namazda ne varmış, kalbin temiz olsun, kıçın semiz olsun". Göreceğiz onları biz orda, göreceğiz. "Vâkıa ben oruç tutmam, namaz kılmam ama kalbim temiz, kimseye bir fenâlığım yokdur". Bizim kedi senden daha iyi, hayırlı. Niye? Fare tutuyor. Sen fare de yakalamıyorsun. Kendi kendine senin iyiliğin ve rivâyetin senin. Bizim Cüneyd, "Baba" dedi, "koca Ramazan geçdi" dedi, "bizim Boncuk oruç tutmadı" dedi. "Evlâdım" dedim, "o hayvandır, hayvan oruç tutar mı! Oruç insanlara mahsûsdur, insanlar tutar orucu. Hayvan oruç tutmaz". Bu bizim Boncuk, tutmuyor, kedi. Hayvan oruç tutar mı! Tutmaz tabii. 

Birincisi yatakda çene tutulacak. Yaaa! Sonra çağırdı Cenâb-ı Peygamber âilesini. "Namaz mı kılmazdı Alkame?". "Kılardı Yâ Resûlallah, namaz kılardı". "Oruç mu tutmazdı? Gizli gizli bir şey mi yapardı yani?". "Oruç da tutardı Yâ Resûlallah". "Kur`ân mı tilâvet emtezdi?". "Kur`ân da okurdu Yâ Resûlallah". "Abdestine dikkat mi etmezdi? İdrardan mı kaçınmazdı?". 

Şimdi, bir adam idrardan kaçınmadı mı, onun kabir azâbına müstehak olacağını söylüyor Peygamber. Tabii. İdrârdan, necâsetden kaçınmayan kabir azâbına müstehakl olur. Kabir azâbı dört şeyden neş'et eder. Anaya babaya isyan. İdrardan sakınmama. İki cemiyeti birbirinden ayırmak için gammazlık yapmak. Dördüncüsü, kızdığı vakitde kızdığı adama sebbeden, küfreden kimse. Bunlar kabir azâbına müstehak olurlar. Hep madde madde, kânûn-ı ilâhîyi yazmışlar birer birer. 

"Efendim ben inanmam böyle şeylere", "قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ kâle esâtîrü'l-evvelîn". Peki, peki, peki. Eyne tezhebûne! Nereye gidiyorsun! Git bakalım gitdiğin kadar, sarhoş! Bir gün yıkılacaksın, önünde uçurum var, gözün görmüyor. 

Yaaa a'mâya öyle demek lâzımdı. Bak geldi gene sıra a'mâ meselesine. Bir a'mâ gidiyor uçuruma doğru. İyi dinle bakayım. A'mâya seslenmek mi hayırlıdır? "Hey! Gözü görmeyen arkadaş, gitme önünde çukur var" demek, o mu hayırlıdır? Peşinden giderek, kolundan tutup onu çekme mi hayırlıdır? Yoksa karşıdan bakmak böyle, laik olmak yani, "Bakalım ne olacak, nasıl düşecek bakalım, düşsün bakayım göreyim onu ben" demek mi. Hangisi hayırlı bunun? Yoksa söyleyelim mi, "Evlâdım gitme orada uçurum var, içerisinde ejderhâ var, ateş var içerisinde yanarsın sonra". Yâhud dinlemiyor gidiyor, gidip arkasından yakalayıp, kolundan tutup çekelim mi? Hangisi hayırlı, soruyorum size. Ben söylemiyorum, siz söylüyorsunuz. Haydi! (Herkes kolundan tutup çekmek deyince), tabii yaaa. Yooo vicdan hürriyetine baskı diyor, çekemezsin diyor. Yapma yâhu, günah. O giden evlâdımın yani o uçuruma yuvarlanan çocuğun, evlâdımın, babası yâhud dedesi ya kahraman bir Türk subayı, ya insanları irşâd eden bir şeyh-i azîm, bir mürşid-i kâmil, yâhud bir hacı, yâhud insanları dalâletden kurtaran bir hocaefendidir, karıştırırsan bak. Karıştır da gör bak. Ya şehîd. Nasıl bırakırım onu ben. 

Şimdi anlatıyor profesör hanım bana geldi, Avrupa'da gitdik bir otelde kaldık diyor, Avusturya'da. Kayserili adam çocuğu bir hıristiyan karısının yanına vermiş. Ufakmış çocuk böyle. Ne yapıyor orada o çocuk? İşte kiliseye götürüyor onu, hihihihi, kiliseye. Canım olur mu kiliseye götürmek? Kiliseye götürmek olur mu, çocuk hıristiyan olur. Olsun canım, zâten burada yaşayacak. Türkiye'de ne var yani Türkiye'de. Yaaa! Türkiye'de ne var yani. Boklukdan başka, toz toprakdan başka. Su yok, helâ yok, konuşmaya adam yok, kavga çok, gürültü patırtı var, pahalılık var, kazık var, kuru kazık var, yaş kazık var, türlü türlü. Biz artık burada kalacağız diyor. Biz burada kaldık, biz buralı olduk diyor. Çaldılar, parayla. Gitdi. Binlerce âile böyle gidiyor. Yaaa! Çocuğun ismi Mehmed'miş. E peki çocuk hıristiyan olacak. Olsun demiş, burada yaşayacak zâten, hıristiyan olsun, ne yapacak müslüman olup da. Benim babam bana çok dayak atdı namaz kıl diye, ben onun elinden kurtuldum, şimdi çocuğu serbest bırakıyorum, vicdânen serbest bırakıyorum çocuğumu, istediğini olsun, istediğini yapsın. Yâhu çocuk bırakılır mı vicdânen! Çocuk okutulur, on sekiz yirmi yaşına varır, fakülteyi bitirir, sonra bırakırsın kendi hâline, arasın dînleri, tedkîk etsin, hangisi hoşuna giderse oraya girsin, tamam. O yaşdaki çocuğun ne teşhîsi olur ki kendisine dîn arayabilsin. 

Şimdi, ne oluyor? Sesleneceğiz. Dinlemedi. Gideceğiz, "Kardeşim, yapma Allah aşkına, önünde uçurum var birâder". Ama kötü sözle değil, kardeşimle başlayacağız. Hele bizimkilerden var bir tâne, har har har har, hor hor hor hor. Bana geldi vaaz etdim ben Fâtih Câmisinde, sokuldu geldi bir zât, "Bu saçların ne senin başında!". "Hangisi?" dedim ben. "Göre göre benim saçımı mı gördün ulan!" dedim. "Başka bir şeyimi görmedin mi hiç! Daha benim görülecek şeylerim var" dedim, "santim santim". "Sende ne saç var, ne sakal var" dedim. "Şu sakallı adam bana dese ki arkadaş, sen hiç sakal koyvermemişsin, saç bırakmışsın dese, ona hak vereceğim. Çünkü sakal bırakmak sünnetdir, sünnet-i seniyyedir, saç bırakmak da sünnet-i seniyyedir. Onun sakalı olduğu için, niçin saçını bırakdın da sakalını bırakmadın diye sorarsa, ben ona hürmet edrim, kızmam. Ama sende ne saç var, ne sakal var" dedim. "Kafanı da usturaya vurdurmuşsun". "Sen hıristiyana benziyorsun, hıristiyan papazına" dedi, "saçların var" dedi. "Evet, hıristiyan papazlarına benziyorum ben. Hıristiyan papazının kesdiği yenir, kızı alınır. Sen ise kafana ustura vurdurmuşsun, mecûsîye benziyorsun. Mecûsîler kafaya ustura vurdururlar. O ehl-i kitâb değil, onun kızı alınmaz, kesdiği de yenmez". Böyle lüzumsuz şeylerle, şalvardı, saçdı, sakaldı, bunlarla uğraşmaya lüzûm yok. Allah bunlara bakmıyor. Allah kalbe bakıyor, yapdığın efâl ü harekâtın iyiliğine, Allah ona nazar ediyor, Cenâb-ı Hakk. 

Cemaatden birisi, "Bir şey sorabilir miyim" deyince, Efendi Hazretleri "Sorarsın, evet buyrun" dediler. Adam, " فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ fe izâ câe ecelühüm lâ yeste'hirûne velâ yestakdimûn", tabutun üstünde yazı var ya, bu âyet mi hadîs mi?" diye sordu. "Âyet yâhu âyet" buyurdular. Sonra da latîfe yollu şu şiiri okudular :

Bana suâl sorma cevâb müşküldür
Her sırrı ben sana açamam hocam
Hakkın hazînesi darı değildir
Câmi avlusunda saçamam hocam

Şimdi, işte insanlar bu hâldedir. 

Biz söylüyoruz, "Yâhu namazını kıl!" diyoruz. Be kardeşim, hiç insâfın yok mu, hiç iz'ânın yok mu! Bak, bir şey söyleyeceğim sana, bununla kıyâs eyle. Câminin kapısına bir gişe koysalar, rekat başına da beş lira alsalar. Çünkü hakkı var beş lira almaya. Helâya giriyorsun ufak su dökmeye, beş lira. Herifin hayrâtını da berbad etdiler. Beş liraya helâ olur mu! Fukarâ var, beş lira veremez. Donuna mı yapsın yani. Câminin kenarına mı yapsın, sokağın ortasına mı yapsın. Neyse, o da bir tarafa. Beş lira rekat başına alsalar. Bak imam var, tayîn etmişler. Su var. Elektrik var. Halı var. Kilim var. Câminin kapısı açılıp kapanıyor, süpürülüyor. Rekat başına beş lira alsalar. Ben de sizi câmiye çağırsam böyle, aklına şu gelir ki dersin, "Herhâlde Efendi'nin işi tıkırında değil gâlibâ, rekat başına beş lira alacak bu, yevmiyeyi doğrultacak" diyeceksin. Aklına böyle gelir. Para istemiyoruz! "وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ vemâ es'elüküm 'aleyhi min ecrin in ecriye illâ 'alâ rabbil 'âlemîn". Sizden bir ecir beklemiyoruz, Allah'dan bekliyoruz ecri. Namaz bedâva, imâm bedâva, hâfız bedâva! Sen bakma cenâze imamlarının bedâva olmadığına. Onlar haklı. Günahkâr adamı cennete sokuyorlar onlar, biraz para almaları lâzım! Yaaa bedâva! Namaz bedâva, su bedâva, abdest bedâva, imâmlar, müezzinler bedâva, yâhu görmüyor musun? Adamlar bu câmileri yapdırmışlar, sonra tekrar para koymuşlar, câmi yıkılırsa tekrâr yapılsın diye. Çünkü defter-i a'mâli açık kalıyor, kıyâmet gününe kadar, bu câmi devâm etdiği müddetçe, onun deftrerine hep ibâdet sevâbı yazılıyor. Onun için yapmışlar. Âhiret için yani. İnsâf edelim biraz.

Bir tânesi de var beyinsiz, "Efendi, inşallah ben bir tekâüd olayım, câmiden çıkmayacağım. Çünkü karı beni evden dışarı kovacak, câmiye gireceğim. Zâten câmiden para da almıyorlar". Peki öyle ol, o da güzel bir şey ama Allah derse ki yarın yevm-i kıyâmetde, "Bana bak kulum! Kullar sana, bize kulluğa yaramazsın deyip tekâüd etdikden sonra mı bana kul oldun?" derse ne cevâb vereceksin? "Kullar diyorlar ki sana, sen kulluğa yaramazsın artık, seni tekâüd etdik, ondan sonra mı bana kul oldun?" derse ne cevâb verirsin? Soruyorum. 

Hazret-i Ömer ibn Hattâb'ın, radıyallahu anh, çocuğu gelmiş, Abdullah radıyallahu anh, "Babacığım, Ramazan gitdi, bayram geldi, bak üstümü gör, entarim eski ve kısa, bir tarafı yırtık, yamalı". Çünkü Hazret-i Ömer'in de sırtındaki hırkanın on altı yerinde yama. On altı yerinde yama. "Bir entari, bayramlık bir entari alalım" filan. "Evlâdım, nasıl alayım, ancak boğazımıza yetişiyor para. Entari almaya paramız yok yetişmiyor. "Canım yaz beytü'l-mâl-i müslimîne yani mâliye bakanına yaz. Oradan bana bir entarilik para versin. Gelecek ay senin maaşından kessinler". "Haa olur o" dedi, yazdı. "Es-selâmu aleyküm ve  rahmetullahi ve berekâtüh. Bizim oğlana bir entari al, beytü'l-mâl-i müslimînden yani devlet hazînesinden ve bir daha aya da kaç paraya aldınsa, o parayı benim aylığımdan kes. Es-selâm 'alâ men ittebe'al-hüdâ". Altına imzâ, Ömer ibn Hattâb. Götürdüler verdiler mektûbu, bakdı o, altına yazdı, "Ömer bana bir daha aya yaşayacağına elinde senedi varsa gelsin vereyim" dedi. Yazdı altına, "Yâ Ömer, bir daha aya yaşayacaksan, yaşmaya elinde senedin varsa, buraya yaz, vereyim" dedi. Bir getirdiler, okudu, ağladı Hazret-i Ömer, dedi, "Doğru söylüyor. Ya ölürsem ben. İbâdullahın hakkı üzerimde, âhirete öyle gideceğim". 

"Namaz kılmıyor muydu?", "Kılıyordu". Oruç tutmuyor muydu?", "Tutuyordu". "Kur`ân okumuyor muydu?", "Okuyordu". Cenâb-ı Peygamber hemen, "Acaba annesi bundan râzı değil mi?. Çağırın annesini buraya". Annesi geldi Alkame'nin, ensardan. Dedi, "Alkame'yle aranız nasıldı? Alkame'den râzı mısın sen?". Ühühühü, kadın ağlıyor, "değilim Yâ Resûlallah". Hah oldu şimdi. "Sen râzı değilsin, Allah ona tevhîdi nasîb kılmıyor. "Neden?". "Karısının sözünü benden üstün tutuyor".  "Peki öyleyse, hakkını helâl et. Oğlunu kurtarmak istemiyor musun âhiret âleminde". "Etmem Yâ Resûlallah" dedi, "ben onu dokuz ay on gün karnımda taşıdım, üç sene onu emzirdim, altı sene omuzumda taşıdım, bu yaşa geldi, hâlâ pencereden bakıyorum bir şey olmasın, çocuğun başına bir iş gelmesin diye. Nasıl affederim, ikinci safda kaldım ben". "Yaa öyle mi! Yâ Bilâl, odun getirin. Var mı odununuz?", "Var", "Odunları çıkarın dışarıya, haydi taşıyın odunları". Kadın dedi, "Ne olacak odun?". "Senin oğlun Alkame'yi yakacağım" dedi Resûl-i Ekrem. "Ama Yâ Resûlallah, ben ona tahammül edemem ki, oğlumun yanmasına". "E peki dünyâ ateşiyle yanmasına tahammül edemiyorsun da, ebedî azâba girecek, cehennem ateşine, ona nasıl tahammül edeceksin?". Der demez kadın, "Hakkım helâl olsun" dedi. Hemen Alkame'nin ağzı, çenesi açıldı, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah", "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh" diye tevhîd getirerek rûhunu teslîm etdi. 

Onun için bazı adamın ölürken çenesi kilitlenir. Bazısını kabre koyarlar, orada çenesi kilitlenir. Münkir Nekir değil, Münker Nekir. Münkir Nekir değil. İnkârcı oluyor o vakit o.   Gelirler, sorarlar, "Rabbin kimdir?" derler. Hepimize soracaklar. "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Kitâbın nedir?". Bazıları, "öğööööğööööğööö" diye öğürür, cevâb veremez.

İsmi lâzım değil, hocaefendilerden birisi, gâyetle zâlimdi ibâdullaha, müezzinlere, imamlara, herkesin canını yakar, böyle horhor çeşmesi gibi, "hor hor hor hor hor hor hor hor hor", sonra öldü bu hocaefendi. Ben onu rüyâda gördüm vefâtından sonra. Vallâhi ve billlâhi ve sümme billâhi, oruçluyum bal. Gördüm, bir tonozlu yerden aşağı iniyor böyle. Yani tonozlu dediğimin manâsı şu, çimentoyla yapılmış, bir merdiven örülmüş, üzerine sıva, badana filan vurulmamış. Oradan aşağı iniyor, ben de yukarı çıkıyorum. Hocanın kafasında bir şapka, silindir şapka ama şapkanın hiç ütüsü yok, ütüsü kalmamış, boynuna kadar geçirmişler kafasına, boğazına kadar da kırmızı bir yün fanila sarılmış, üstü başı eski. O aşağı iniyor, ben yukarı çıkıyorum. Görünce, "Hocaefendi, âhiret âlemi nasıl oldu?" dedim. "Nasıl oldu sizin âhiret âleminiz?" dedim. Bana ne dedi biliyor musun? "Eğuveğuveğuveğuve". "Bismillahirrahmânirrahîm" dedim kalkdım yatağın içerisinde. Vallahi böyle. Bak vallâhi dedim. Allah rahmet eylesin, Allah taksîrâtını affetsin. Hamele-i Kur`ân'dı kendisi filan filan.

Bazısının ölürken dili tutulur, bazısının kabirde dili tutulur, bazısının mahşerde tutulur. Bazısının bu âlemde gözü kör olur, ölürken. Bazısının kabirde kör olur gözü. Bazısının âhiretde gözü kör olur. "وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلًا ve men kâne fî hazîhî a'mâ fe hüve fi'l-âhireti a'mâ ve edallü sebîlâ". 

"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى ve men a'rada an zikrî fe inne lehû ma'işeten dankâ, ve nahşuruhû yevme'l-kıyâmeti a'mâ". "Her kim bizim zikrimizden yani Kur`ân'ımızdan, ibâdet ve tâatımızdan ve Canlı Kur`ân'ımızdan, kim o Canlı Kur`ân?, Resûl-i Ekrem Efendimiz, her kim ki bizim peygamberimizden, canlı zikrimizden yüz çevirirse, Kur`ânımızdan, ibâdet ve tâatımızdan onun biz dünyâda geçmini dar ederiz".

Geçinemiyormuş, bana gelip derd yanıyor. "İçki içiyor musun?". "Hocaefendi, Allah affetsin, bazen oluyor, papaz uçuruyoruz". "Kes içkiyi! Yaramaz! Nihâyeti iyi olmaz!" Kes! İçki-fışkı müslümana yakışmaz. Nazargâh-ı ilâhî kalbdir, kalbin yanında da midedir, kalb nazargâh-ı ilâhî olduğuna göre mideyi meyhâneye çeviremezsin. İnsansan çeviremezsin onu. Câminin kapısına meyhâne yapmak daha hayırlıdır içmekden.

"Efendim, bazı sarhoşlar içmişler de ermişler". Ulan, bir sarhoş vardır, içmişdir, ermişdir. Olabilir. Senin delîlin o değil. Senin delîlin Hazret-i Muhammed Mustafâ, sen O'na tâbi olacaksın. O bir sarhoş bir şey yapar, içer miçer, bir sevâb yapar, Bişr-i Hâfî gibi, bilmeden, Allah onun şekâvetini saâdete kalbeder. Ama sen onun peşine düşmeyeceksin ki. Sen, Resûl-i Ekrem'in yolundan gideceksin, senin vazîfen o.

Bişr-i Hâfî geliyormuş gece, bakmış yerde bir kağıt. Sarhoşmuş kendisi. Çalmış çığırmış sarhoşlara, onları eğlendirmiş filan. Bakmış yerde bir kağıt, "bismillâhirrahmânirrahîm" yazılı. Amanın! "Ah Rabbimin ismi yerlerde mi süründü, o Rahmân ismi, Rahîm ismi yerlerde mi süründü" diye ağlar ağlar, meyhânede kazandığı parayı götürür kokucuya, besmeleyi temizletir, o kokuyu onun üzerine sürdürür, ondan sonra yutar kendisi, hiç bir yere koymağa kıyamaz, gene yere düşer diye yutar. Allah der ki, "Ey Bişr! Sen benim ismimi âlî kıldın, ben de senin ismini âlî kılacağım, kıyâmet gününe kadar âşıkların lisânında seni hayr ile yâd etdireceğim" der. 

Olur öyle bir şey ama bize delîl olmaz o. Peygamber'e tâbi olmak lâzım gelir.

Lillâhi'l-Fâtiha!

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön