14 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Yok canım, cehennemde ateş filan yok, korkma, herkes ateşini buradan götürüyor oğlum, sen ne korkuyorsun. Hem okuyorsun,
Merhûm peder, "Peki nedir bu hadîs-i şerîfin hikmeti" diye sorunca, Efendi Hazretleri tebessüm ederek buyurdular ki, "Ne bileyim ben, onu sen düşün. Ben o kadar söylerim size". Efendi Hazretleri zaman zaman bu gibi meseleleri ortaya atar, dinleyenleri tefekküre sevkederlerdi. Efendi Hazretleri aynı meseleyi tefekküre medâr olsun diye sözlerine şöyle devâm etdiler :diyorsun, hem de korkuyorsun cehennemde ateş var diye. Cehennemde ateş olmaz. Cehennemin ateşini herkes buradan götürür cehenneme.
Behlûl-i Dânâ'yı görmüş Hârun Reşîd, Abbâsîlerin en büyük halîfesi, Behlûl-i Dânâ da büyük velîlerden. "Behlûl nereden geliyorsun?" demiş, "Cehennemden" demiş. "Niye gitdin?". "Ateş almaya gitdim". "Ne oldu?". "Bulamadım" demiş. "Allah Allah cehennemde ateşle olur". "Ben de öyle biliyordum, gitdim oraya, cehennemin mâlikine sordum, dedi ki, 'Burada ateş yokdur, herkes dünyâdan ateşiyle buraya gelir' dedi".
Şimdi eğer aynı ateş, aynı harâret olsa, bir yumurta çalanla, yüz milyon çalan bir midir, aynı ateşe girsinler. Allah'ın adâletine muhâlifdir o. Bir yumurta çalan, bir yumurta kadar ateş götürecek sırtında. Yüz milyon çalan yüz milyonluk ateş götürür. Onun için ateşini buradan götürürsün. "تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ tecidûhu indallah", ister hayır ister şer, "تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ tecîduhû indallah", burada ne yaparsan Allah indinde onu bulacaksın. Onun için cehennemde ateş mateş yok. Oradaki bulunan ateş, cehennem ehliyle, ateş taşları beraber yanacaklar. Okudu ya bugün hocaefendi, "فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ fe in lem tef'alû ve len tef'alû fetteku'n-nâralletî vekûdühe'n-nâsü ve'l-hicâra, onun közleri oraya giren kâfirlerle taşlardır, اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ u'iddet lil kâfirîn, kâfirlere hazırlandı".
Şeytan bugün bağlıymış sözde, hadîsde öyle söylüyor Ebû Hureyre. Halbuki hep kavga bugün çıkıyor. Neresi bağlı anlamadım. "Şeytan bağlanır demirlere" diyor, Ramazan'ın birinci günü, tâ sonuna kadar. Halbuki cömbelek atıyor Şeytan burada. Git de bak, oruç kafayla neler yapıyor insanlar.
Hacda da öyle herkes Şeytan'ı taşlıyor, millet birbirini taşlıyor. Orada hacda herkes birbirini eziyor, öldürüyor. Şeytan gülüyor orada taşlanırken, çıkıyor o taşın tepesine. Ben gördüm, çıkmış o taşın üstüne hacda, gülüyor. Hacılar birbirlerini taşlıyorlar. Kiminin kafasına taş geliyor, kiminin kafası patlıyor filan, Şeytan'ı taşlayacağım derken. Birisi, "Kimi tokyo, kimi terlik yiyor kafasına" deyince, "O bir şey değil, tokyo gene iyi, tokyo, mokyo filan, böyle böyle taş atıyorlar, müslümanların kafasına geliyor" buyurdular. Birisi, "Lazın biri silah atmış" deyince, buyurdular ki, "İşittik. Laz olduğunu bilmiyorum da Arnavud olduğunu biliyorum ben. Endaht etmiş orada Şeytan'a. Niye böyle yapıyorsun demişler. Öldüreyim de kimseyi bir daha buraya çağırmasın, anamız ağladı sıcakdan demiş. Sopa vuranlar, ayakkabı vuranlar, onlar hoş. O semboldür o, böyle ufacık fasulye kadar taş alacak eline yâhud nohut kadar filan, şu vaziyet atacak oraya. (Taşın nasıl atılacağını fiske yaparak eliyle gösteriyor). Böyle böyle kaldırım taşlarını atıyorlar, ibâdullahdan kaç kişinin kafası patladı. Niye atıyorsun dedim, kafası olsa önde durmazdı dedi arkadaki.
Merhûm peder, "Peki Efendiciğim bunun hikmeti ne, neden bağlanıyor?" diye sorunca, Efendi Hazretleri buyurdular ki,
Ne bileyim ben nasıl bağlanıyor, git kendin gör, sor. Bağlanıyormuş Şeytan, tâ Bayram gününe kadar, Bayram günü açıyorlar, serbest ondan sonra. Halbuki şimdi cömbelek atıyor cömbelek! Ooo câmide ne kavgalar var câmide! Hâfızlar birbirlerine giriyorlar evvelâ, sen evvel okuyacaksın, ben sonra okuyacağım diye. Oradan başlıyor iş.
Halbuki zavallı Şeytan, bütün kötülükleri millet ondan bilir. Halbuki kaç kişiyi namaza kaldırmışdır sabahleyin, kaç kişiyi câmiye göndermişdir. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce adamı hacca göndermişdir Şeytan. Hiç kimse bilmez Şeytan'ı, hakkını yerler. Yüz binlerce adamı hacca göndermişdir Şeytan. Milyonlarca insanı namaza kaldırmışdır, milyonlarca adamı hacca göndermişdir. Şeytan, Şeytan, bildiğimiz Şeytan! İşte diyoruz ya, "eûzü", ben sığınırım, "billahi", Allah'a, neden, "mine'ş-şeytaâi", Şeytan'dan, öyle Şeytan ki, "er-racîm", rahmetden tard olunmuş. O Şeytan işte milyonlarca insanı hacca göndermişdir. Milyonlarca adamı sabahleyin namaza kaldırmışdır. İçkiye götürdüğü gibi adamı namaza da götürür Şeytan.
Birisi, "O nasıl oluyor efendim?" diye sorunca, "Nasıl olmasın, böyle oluyor işte" buyurdular. Adamcağız, "Anlamadım da" deyince, "Anlamadığın iyi zâten, anlasak felâket olur o. Anlamadan böyle gideceğiz biz âhirete" diyerek zarîf bir nükte ile irşâd buyurdular ve sözlerine şöyle devâm etdiler :
Şeytan adamı hacca gönderir, hoca yapar, oooooo, ne büyük adamdır o! Ne büyük adamdır! Görmüyor musun, Allahu Teâlâ Hazretleri, kendi ismiyle onun ismini zikrediyor. Nerede Allah varsa, orada Şeytan vardır. "Eûzü billahi". "Eûzü", ben sığınırım, "billahi", Allah'a, "mine'ş-şeytâni", Şeytan'dan. Bak, nerede Allah'ın ismi zikrolunuyor, Şeytan'ın ismi orada zikrolunuyor. Sen Şeytan'ı anlasan! Şeytan'da büyük sır vardır.
Yezîdîler var ya, şeytânîler, şarkda, Beytüşşebab'ın civârında. Onlar Şeytan'a taparlar, abede-i şeyâtîn. Bir tânesi bana geldi, konuşduk. "Siz Allah'a tapın, bize Şeytan'a, bakalım hangimiz kazanacağız" dedi bana. "Sen haklısın, sen haklısın" dedim ben. Neden? "Siz çoksunuz" dedim, "biz azız". "وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ ve kalîlün min ibâdiye'ş-şekûr" çünkü. Biz az, onlar çok. Herkes şeytânî. Kalabalık onlar. Allahu Teâlâ, bize gelince, "وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ ve kalîlün min ibâdiye'ş-şekûr" diyor. "Kullarımdan pek cüzî adam benim nimetime şükreder, belâma sabreder" diyor.
Onlar Şeytan'a Melek-i Tâvus derler. Melek-i Tâvus. Şeytan'ı Allah olarak kabûl ederler, Yezîdîler. Çünkü diyorlar ki, Allah Celle Celâluhû Hazretleri, yani bizim tapdığımız, ibâdet etdiğimiz, ma'bûd-i hak olan Allahu Zü'l-Celâl Hazretleri, o diyorlar, hep hayır yapar diyorlar, şer yapmaz diyorlar. Muhteremdir, mübârekdir, büyükdür, hep hayır yapar. Şerrin hâlıkı Şeytan'dır diyorlar. Öyleyse biz şerrin hâlıkına tapalım, bizi fenâlığa götürmesin diyorlar, onlar Şeytan'a tapıyorlar, Melek-i Tâvus'a. Onların hocalarına köçek derler, kel köçek var ya, işte oradan kinâyedir o kel köçek. Musul tarafındadır bunların yerleri. Ekserisi ekraddandır, kürdlerdendir ekserisi.
Efendime söyleyeyim, sonra kendi felsefeleri var, okudum ben felsefelerini onların, okudum bendeniz. Nasıl ki bir mumdan diyor, ama çok mühim, enteresan yani, gülme, bir mumdan yirmi mum yandığı gibi, Allah da böyle kendi gibi yirmi tâne Allah yaradabilir diyor, kâdir diyor.
Allah kendi gibi Allah yaradabilir mi yaradamaz mı? Soru. Sor müftüye! Haydi! Haydi! Yaa öyle kolay kolay yat kalk aşağı yukarı. Yaradır mı? "ve hücve alâ külli şeyin kadîr". Yaradır mı? Yok ki hoca soralım. Adam bulamıyoruz konuşmaya.
Yaaa, yirmi tâne Allah yaradır diyor. Onun için diyor, Yezid'i Allah yapdı diyor, Yezid, iki tarafdan kuvvet buldu diyor. Muaviyeti'bni Ebî Süfyân diyor Resûl-i Ekrem'in berberiydi diyor, Peygamber'i tıraş ederken kafasını kesdi, başını kanatdı, aman kanı yere damlamasın diye, emdi, emince nûr-ı nübüvveti yutdu, yutunca da Yezid'den çıkdı o diyor. Yezid hem peygamberdir, hem Allah'dır. Yezid için, meşhûr Yezid için. Hazret-i Hüseyin'i şehîd eden Yezid. Bize, sünnîlere Hüseynî derler onlar. Bir Hüseynîyi öldürürlerse doğru cennete giderler.
Onun için Hazret-i Ali kerremallahu vecheh buyurmuş, "üstür zehebeke ve zehâbeke ve mezhebeke". "Üç şeyini gizle" demiş, "mezhebini, paranı, gideceğin yolu" gizle demiş. Her yerde, herkese değil tabii bu. Umûmî bir kâide ama herkes için değil. Meselâ gitdin bir memlekete, hemen kalkma namaz kılmaya filan, lüzum yok softalığa, sofuluğa, otur yerinde. Halk namaz kılıyorlarsa, kalk sen de kıl beraber. Kılmıyorlarsa onlar yatdıkdan sonra kılarsın kendi başına. Bakarsın bazı memleket var ki namaz kılan adama düşmandır. En büyük düşmanı, namaz kılan adamdır herifin. Oruç tutan adam, en büyük düşmanıdır onun. Yaaa, öyle insanlar var, öyle mezhebler var dünya yüzünde. Hepsinin ismi de bakıyorsun Hüseyin, Ahmed, Mehmed, Ali, şu, bu.
Şefik Efendi vardı, Seyyid Şefik Efendi, rahmetullahi aleyh, "Medreseden gidiyorum" diyor, "bir yerde kaldık misafir" diyor, "başımda sarık var, medreseden çıkdığım için" diyor. "Geldi bana soru sordu" diyor, "minâreyi kim salladı, karıncayı kim nalladı, eşeği kim sünnet eyledi? Haydi bakalım, çık işin içinden, tut kelin perçeminden. Durdum" diyor. Minâreyi kim salladı, karıncayı kim nalladı, eşeği kim sünnet eyledi?
Eşek sünnetlidir çünkü, sünnetsiz değil. Maşallahlı! Cimâda birinci sırayı alıyormuş eşek, birinci sırada. Onun için eşeğin kulağına gider dermiş ki Şeytan, "Hiç dişi eşek kalmadı" dermiş, "aaaa aaaa aaaa aaaa", ağlıyor eşek. Sonra gene gider kulağına, "Bir tâne kaldı" dermiş, "eh eh eh eh eh eh", gülüyor bu sefer. Birinciliği alıyor orada.
"Karıncayı kim nalladı, minâreyi kim salladı, eşeği kim sünnet eyledi? Kaldım" diyor. Hemen yanındaki adam, zekîymiş yanındaki adam, demiş, "O daha yeni" demiş, "mübtedî daha, "sonra öğrenecek öyle şeyleri". "Tuzlayacaklar beni" diyor. "Yanımdaki adam da" diyor "babam tayin etmiş, benim muhâfızım yani".
Eski devirde, genç çocukların yanına uzakdan gelirken muhâfız tayîn ederlerdi. Muhâfızsız gidilmez. Her yere öyle. Şimdi de insanın muhâfızı Allah olmalı. Ondan gayrısı yalandır ya.
Benim sevdiğim bir hocaefendi vardı o anlatdı. Onu da söyleyelim, bu akşam böyle geçsin. Alasonyalı Cemal Efendi, benim hocamdır aynı zamanda, bana icâzet vermişdir. "Alasonya'ya buradan gitmek için" diyor, "buradan vapura biniyoruz, Selânik'e çıkıyoruz. Selânik'de atlar geliyor, otomobil filan yok, ata biniyoruz ve Alasonya'ya gidiyoruz". Selânik o vakit bizim. "Böyle gidip geliyoruz" diyor, "bir de yanımda Hasan Ağa var" diyor, "dev gibi bir adam, babamın tayîn etdiği muhâfız. Yolda gavur köyleri var" diyor, "Rum köyleri var" diyor, Yunanistan'da.
Halbuki Selânik, kim var Selânik'li var mı içinizde? Var var içimizde, Abdullah'ın babası, Selânik, İstanbul'un anahtarıdır. Selânik'i alırsa kâfir, İstanbul'u alır. Rumeli'nin de anahtarı Belgrad'dır. Belgrad'ı kâfir alırsa eğer, Rumeli'yi alır. Belgrad'ı aldılar, Rumeli'yi aldılar. Sonra Selânik'i aldılar, Selânik İstanbul'un anahtarıdır. Daha düne kadar bizdeydi yani.
"Gidip geliyoruz böyle" diyor, "Hasan Ağa namaz kılmıyor. O kadar Hasan Ağa'ya 'Yâhu namaz kıl kardeşim, sen müslüman adamsın, senin babanı da tanıyoruz biz' dedimse de dinlemiyor, 'Benim kalbim temiz'. Var ya böyle adamlar, "namaz kıl" diyorsun, "benim kalbim temiz" diyor. "Aldırma hoca sen işine bak, sen başkalarını irşâd et filan diyor, böyle gidip geliyoruz" diyor. "Bir seferimizde, ama senelerce geçdi böyle" diyor. Geliyor İstanbul'da tahsîl ediyor, okuyor, tatil oluyor, memleketine gidiyor, böyle yani. Sonra tekrar medreseler açılıyor, tekrar geliyor İstanbul'a böyle. Efendime söyleyeyim, "Bir seferde geliyorduk" diyor, "Alasonya'dan geliyorduk. Bi rpapazın evinde misâfir kaldık" diyor. "Rum papazlarından bir papazın evinde misâfir kaldık" diyor. "Tabii ben kalkdım namaz kılmaya, papaz efendi bize hürmet ediyor, su getirdi, ibrik verdi, filan filan, ben abdest aldım" diyor. "O kadar söyledim Hasan Ağa'ya namaz kıl diye. Döndü Hasan Ağa'ya dedi ki papaz, 'sen ne milletsin?' demiş. 'Türküm' demiş. 'Dînin ne?'. "Müslümanın elhamdülillah'. 'Molla efendi namaz kılıyor, sen niye kılmıyorsun?' demiş papaz. 'Benim kalbim temiz' demiş. 'Senin ismin ne bakayım?'. 'Hasan'. 'Haaa' demiş papaz, 'ha sen ha ben' demiş, 'namaz kılmadıkdan sonra' demiş. 'Ha sen ha ben'. Sabahleyin bir de bakdım" diyor, "bizim Hasan Ağa kalkmış abdest alıyor" diyor. "Dilimde tüy bitdi namaz kıl diye, kaç sefer söyledik dinlemedi, papaz bir sözle irşâd etdi bizim Hasan Ağa'yı, ondan sonra secdeye başını koydu Hasan Ağa" diyor. "Mürşidi papazdır Hasan Ağa'nın".
Bazen insanın mürşidi Şeytan da olabilir. Oraya getirelim biz şimdi işi.
Sofunun biri, bakmış karşı köyde bir kavim, sakız ağacına tapıyorlarmış. Sofu, "Ulan bugün ben ne iş yapayım, ne iş yapayım, gideyim şu Allah'a şirk koşdukları sakız ağacını keseyim" demiş.
Türkiye'de var böyle ağaca tapan. Bir kısmı çam ağacına tapıyor, bir kısmı ferce tapıyor, kadın fercine. Evet. Kadın fercine tapanlar, çam ağacına tapanlardan çok. Hemen hemen dünyânın yüzde doksan beşi kadın fercine tapar.Birileri Efendi Hazretlerinden sözüne karşı üstüste "estağfirullah, estağfirullah" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hâlâ estağfirullah diyor orada o. El hâletü hâzihî dünyâda kaç milyar insan var? Kaç? Beş milyar mı? Belki içerisinde Allah'a ibâdet eden, tâat eden, Allah'a tapan, bir milyon, iki milyon adam varsa vardır. Gerisi hepsi kimi ferce tapar, kimi zekere tapar, kimi paraya tapar. Sen benim sözümü kulak arkası etme. Allah Allah. Herif namaz duruyor, namazın içerisinde aklı parada. İki kıbleli adamdır o. Yönü kıbleye kalbi parada. Halbuki öyle olmayacak.
Türkiye'de var, bir alay var, çama tapan, çam ağacına tapan var, ferce tapan var, zekere tapan var, zekere. Göstereyim istersen, inanmazsan, götüreyim istersen, Antalya'da müzede var, resmi duruyor, bereket tanrısı diyor. Gördük biz. Bereket tanrısı. Ne kadar para veriyor görsen, bulayım diye onu. Bildiğin gibi değil.
Sonra gitmiş. Omuzunda baltası, altında merkebi yolda giderken, karşısına bir adam çıkmış, "Dur! Nereye gidiyorsun, böyle baltalı maltalı filan?" diye sormuş. "Şu karşıda bir kavim var, Allah'a şirk koşuyorlar, müşrik, sakız ağacına tapıyorlar, te'abbüd ediyorlar, o ağacı keseceğim ben, onların ilâh dediğini keseceğim ve yakacağım onu, parayla satacağım, görsün pezevenkler, Allah mı değil mi" demiş sofu. "Sen onu yapamazsın" demiş o adam. "Aaa niye yapamıyor muşum? Balta var bende" demiş sofu. "Sende balta var ama ben seni bırakmam, müsaade etmem" demiş o adam. Sofu "Sen kimsin ulan!" diye çıkışınca, "Ben Şeytanım" demiş. "Hangi şeytan?". "Hani Cenâb-ı Hakk buyurdu ya, وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ ve iz kulnâ lil melâiketis'cüdû fesecedû illâ iblîs, ha işte illâ iblîs var ya illâ iblis, işte ben o, bendeniz". Sofu fenâ halde sinirlenmiş, "Ne sen mi, seni anasını sattığımını" deyip hayvanından aşağı atlamış, yakaladığı gibi Şeytan'ı yere çalmış, vurmuş, gırtlağına baltayı dayamış. Şeytan demiş ki, "Hiç boşuna uğraşma, sen beni öldüremezsin. Çünkü Cenâb-ı Hakk, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, hallâkı olan Hazret-i Allah bana ilâ yevmü'l-hıyn, hıyne kadar yani kıyâmet gününe kadar bana müsâade etdi. Sen beni öldüremezsin. Sonra ondan da vazgeç sen" demiş. Hâlâ dediğini diyor altdan o. İnadçı köpek. "Kesme onu". "Niye kesmeyeyim?". "Yâhu sen kesme, nene lâzım. Bırak canım, senden doğru adam kalmadı mı? Allah dileseydi onları helâk etmez miydi?". "Ederdi". "E öyleyse sana mı kaldı helâk meselesi? Sen Allah'dan daha mı kuvvetlisin? Ne işin var baltayla, satırla dolaşıyorsun. Bırak, pezevenk tapsın ağacına, karışma, sen kendine bak, kendini düzelt bakalım" filan demiş Şeytan. "Allah Allah fesübhânallah! Gideceğim" demiş sofu. "Sen gidemezsin, beni de öldüremezsin kıyâmet gününe kadar, ben sana bilirim sonra ne yapacağımı. Gel seninle bir pazarlık yapalım" demiş Şeytan. "Sen günde kaç para kazanıyorsun?". Sofuya soruyor şimdi Şeytan. Para meselesi ortaya çıkınca, sofu durmuş. Allah ile arasına perde girmiş.
Çok mühimdir para meselesi. Hazret-i İbn Arabî, ayağıyla vurmuş yere böyle, demiş, "Tapdığınız ilâh buradadır" demiş. Sonra Hazret-i Şeyh'i katletmişler. Ve kendisi buyurmuş, "İzâ dehale's-sîni ile'ş-şîn zahare kabri Muhyiddîn" demiş. "Sin Şın'a girdiği vakitde Muhyiddîn'in kabri zâhir olur" demiş. Sonra Sultan Selim Hân Şam'a gidince, demiş ki, "Hazret-i Şeyh'i nerede katletdiler?". "İşte burada" demişler, göstermişler. "Nerede vurdu ayağını yere? Sizin tapdığınız ilâh benim ayağımın altındadır dedi ve vurdu". "Burası" demişler. "Kazın orasını". Kazmışlar, defîne çıkmış. Şamlılar paraya tapıyorlar çünkü, Allah'a değil, onu söylüyor o. Para meselesi çok mühim. Aman Allah, ne put o, biliyor musun?".
Râbia-i Adeviyye hızlı hızlı giderken, Hasen-i Basrî rahimehullah sormuş, "Yâ Râbia, nedir o gidişin hızlı hızlı? Elinde ne var bakayım senin? İki elinde böyle tutmuşsun". "İplik eğirdim satdım, iki kuruşa, bir kuruşunu bu elime aldım, bir kuruşunu bu elime aldım" demiş. "Canım sen o iki kuruşu iki elinde ayrı ayrı niye tutuyorsun, ikisini bir araya getir, tut, bir eline de tesbih al, Allah'ı tesbîh et" deyince, "Âh onun ikisi bir araya gelirse, adamın başına ne iş açarlar, ne iş açarlar!" demiş.
Hele bir de Allah muhabbet verirse paraya. "وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ * اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُۙ veylün li külli hümezetin lümeze, ellezi ceme'a mâlen ve addedeh", sayıyor mütemâdiyen, şıkır, şıkır, şıkır. Veremiyor kimseye, şıkır, şıkır, şıkır sayıyor. Gece sabaha kadar, şıkır, şıkır, şıkır, veremiyor kimseye, şıkır, şıkı, şıkır. Sabaha kadar. Yatıyor, parasını rüyâda görüyor, çalmışlar, mâliye el koymuş filan. Hiç uykusu yok, gece de rahatı yok. Neûzübillahi teâlâ. Onun için "el-müflisü fî emânillah". Nene lâzım senin.
"Peki ne olacak?" demiş sofu. Ama sofu Şeytan'ın üstünde duruyor. "Ne olacak?". "Kaç para kazanıyorsun?". O gün aldığı parayı bugüne göre tesbit edelim şimdi. Meselâ, "Yirmi lira, yirmi beş lira, bilemedin elli lira kazanıyorum ben" demiş sofu. "Günde elli lirayla ne alabilirsin sen, Allah cezânı vermesin senin. Simitle doyamazsın, simidin tânesi yirmi lira. Üzerinde de susamı yok. Yirmi liraya simit satıyorlar, üzerinde susamı yok. Susamını almışlar. "Şimdi sen bu işden vazgeç, ben sana her gün iki altın lira vereceğim". Altın ne yapıyor biliyor musun? Yirmi beşden elli bin. Sofu bir durmuş böyle, "Bir daha söyle" demiş. "Sen günde elli lira kazanıyorsun, elli lirayla, simitle çoluk çocuk besleyemezsin. Sende güç kuvvet de yokdur, yarın ihtiyarlayacaksın, üç beş kuruş bir yerde olmazsa sürünürsün sonra, sürüm sürüm. Gözün kör olasıca! Onun için elli lirayla geçinemezsin, ben sana iki altın vereceğim günde, her gün iki altın. Ne yapar bugünkü parayla biliyor musun sofu efendi?", "Ne yapar?", "Yirmi beşden elli bin lira. Yersin, içersin, yatarsın, tesbîh edersin, namaz kılarsın, alnın secdede çürür, Allah sana iki kanat takar, sırat köprüsünden uçarsın karşı tarafa doğru. Sen bırak böyle şeylerle uğraşma, böyle ağaç mağaç kesmekle, nene lâzım". "Ulan yalan söylüyorsun" demiş Şeytan'a. "Yalan söylemiyorum" demiş Şeytan, yemîn etmiş, "Vallahi getiririm" demiş, "altın ne olmuş benim için. Ben bu altın çıkalıdan beri milletin anasını ağlatdım" demiş Şeytan. "Ben bu altın çıkalıdan beri milletin anasını ağlatdım, çok adamın dînini, îmânını, ırzını, nâmûsunu aldım" demiş. "Altın yâhud para için çok adamın ırzını, iffetini, nâmûsunu aldım". "Söz?", "Söz". "Yâhu hiç aklın yok senin!" demiş Şeytan, "Ben de seni akıllı bir adam zannediyorum sana iki altın veriyorum. Eğer bu parayı ben sana getirmezsem, balta senin omuzunda, döner gelir ağacı kesersin" demiş, "daha ötesi yok ki bunun. Allah Allah! Yalan söylüyor diye bana iftira ediyorsun". "Peki öyleyse, söz, söz".
Dönmüşler. Sabahleyin sofu kaldırmış yatağı, iki tane altın çil çil duruyor. Yepyeni, şıkır şıkır böyle. "Aman ne güzel, aman ne güzel" filan.
Ben para sayıyorum dükkânda, bizim Kamyon Hasan karşıdan böyle yapıyor, (iki eliyle gel gel hareketi yapıyor) paraları çağırıyor. (Gülüşmeler)
"Ulan vay köpoğlu, yalan söyler bu ama nasıl oldu bu" demiş ve hemen aklına ne geldiyse aldırmış evine. Bacı sultanla su kaynatmışlar evvela, gusül abdesti alalım diye, yemek yiyeceğiz diye. Ondan sonra yemeğe oturmuşlar, kendilerine bir ziyâfet çekmişler. Sabahleyin sofu, yatağı kaldırmış, yok, yastığı kaldırmış yok, yerdeki hasırı kaldırmış, yok, tahtayı sökmüş, yok, "vay anasını satayım, keseyim de görsün pezevenk" diyerek baltayı kapmış giderken gene Şeytan karşılamış. "Ulan hiç konuşma! Yalancı pezevenk! Hani her gün iki altın verecekdin" demiş, bir atlamış Şeytan'ın üzerine. Atlamış ama, kayaya çarpmış bu sefer. Sofu kıç üstü yıkılmış. Şeytan o eski Şeytan değil, eskiden arpa kadar, saman kadar geliyormuş, bu sefer Şeytan kuvvetli, sofu saman kadar kalmış. Hemen sofunun üzerine düşmüş Şeytan. "Ulan senin îmânını alayım mı şimdi" demiş, "îmânını alayım mı, hee!". Sofu demiş ki, "Aman vazgeçdim, ne para istiyorum, ne çam ağacını keseceğim, sana bir soru soracağım. Bu sorunun cevâbını verirsen buradan kalkıp ayrılalım gidelim". "Nedir o?". "Evvelsi günü ben seni yere bir saman çöpü gibi vurdum, gırtlağına baltayı dayadım, sen beni parayla kandırdın filan. Bugün ise sen beni aynı duruma düşürdün. Ben saman çöpü gibiyim, sen bir kaya gibi geldin. Nedir bunun sırrı?". "Senin hiç aklın yok mu?" demiş Şeytan, "sen iki gün evvel buraya gelirken, Allah için geliyordun, senin karşına bir şeytan değil, milyonlarca şeytan çıksa, hepsi de böyle mağlûb olurdu. Şimdi senin bu gelişin Allah için değil ki, para için. Parayı alsaydın gelmeyecekdin. Onun için sen bu hâle düşdün, sen şeytanlaşdın" demiş.
www.muzafferozak.com