24 Kasım 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Allahümme salli 'alâ seyyidinâ Muhammedin ve 'alâ âli Muhammedin ve sahbihî bi 'adedi evrâkı'l-eşcâr ve emvâci'l-bihâr ve katarâti'l-emtâr vağfirlenâ verhamnâ veltufnâ yâ Rabbe'l-'âlemîn.
Beraber okuyalım, niye okumuyorsunuz?
Allahümme salli 'alâ seyyidinâ Muhammedin 'abdike ve nebiyyike ve habîbike ve resûliken nebiyyi'l-ümmiyi ve 'alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Allahümme salli 'alâ seyyidinâ Muhammedin 'abdike ve nebiyyike ve habîbike ve resûliken nebiyyi'l-ümmiyi ve 'alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Allahümme salli 'alâ seyyidinâ Muhammedin 'abdike ve nebiyyike ve habîbike ve resûliken nebiyyi'l-ümmiyi ve 'alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.
Allahümme salli 'ala seyyidinâ Muhammedin-nin-nebiyyi'l-melîh sâhibi'l-makâmil a'lâ ve'l lisânil fasîh. Allahümme salli 'ala seyyidinâ Muhammedin-nin-nebiyyi'l-melîh sâhibi'l-makâmil a'lâ ve'l lisânil fasîh. Allahümme salli 'ala seyyidinâ Muhammedin-nin-nebiyyi'l-melîh sâhibi'l-makâmil a'lâ ve'l lisânil fasîh.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ men şerrefehullah.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ men kerremehullah.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ men azzemehullah.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ men allemehullah.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ men erselehullah.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ seyyide'l-mürselîn.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ imâme'l-müttekîn.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ şefî'a'l-müznibîn.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ resûle rabbi'l-'âlemîn.
Es-salâtü ve's-selâmü 'aleyke yâ seyyide'l-evvelîne ve'l-âhirîn.
Ve selâmün 'ale'l-mürselîne ve âlihim.
Ve'l-hamdü lillahi rabbi'l-'âlemîn.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin ismini bir adam işitip, O'na salavât-ı şerîfe vermezse eğer, cennetin yolunu unutmuş demekdir o kimse. Resûl-i Ekrem'in ismini işitip de Peygamber'e salât vermeyen kimse, cennetin yolunu unutmuş demekdir. Cennetin en kısa yolu...Ama cennetler bir kaç tânedir. Cennet-i efâl vardır, cennet-i sıfat vardır, cennet-i zât vardır. En kısa yolu cennetin, tevhîd ile salât ü selâm'dır. En kısa yol, vuslat yolu, tevhîd, bir de salât ü selâm'dır. Salât ü selâm, Cenâb-ı Peygamber'în şefâatiyle olur, o vakit çabuk vuslat bulur adam.
Cenâb-ı İmâm-ı Ali sormuş, demiş, "Yâ Resûlallah, ben Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını nasıl alabilirim, O'na nasıl vuslat edebilirim?" demiş. Cenâb-ı Peygamber demiş ki, "Yâ Ali, benim yüzüme bak" demiş. Efendimiz mübârek gözlerini yummuş, üç defa, Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah, Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah, Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah. "Haydi şimdi benim yapdığım gibi yap Yâ Ali" demiş. Cenâb-ı İmâm-ı Ali demiş, "Yâ Resûlallah, biz tevhîd etdik ya, mü'miniz". "Bu başka tevhîd şimdi". "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ yâ eyyühellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî, ey îmân edenler, îmân ediniz" diyor Allah. Bu ikinci îmân bu. "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ yâ eyyühellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî". "Haydi bakayım kapa gözlerini Yâ Ali". Kapadı. Diz üstüne oturdu. Şartın bir tânesi o. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah, Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah, Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" dedi. Üç defa. Deyince göreceğini İmâm-ı Ali gördü Gördüğünü gördü, ne gördüyse. Yaaa! Allahu Teâlâ'nın rızâsına en yakın yol, tevhîd yoludur.
Bak, namaz için vakit vardır, vakit tahtında namaz kılınır. Abdestsiz namaz kılınmaz. Değil mi? Tevhîdin zamanı, vakti yokdur. Abdestsiz de okunur, cenâbet de okunur. Bir müslümana cenâbetlik yakışmaz ama bir adam cenâbetken de tevhîd edebilr yani. Bir adam yıkanıncaya kadar meselâ "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyebilir. Hazret-i Azrâil zâhir olsa, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyebilir. "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed" der, "Bismillahirrahmânirrahîm" der, cünübken bir adam. Ama müslümana cünüb gezmek yakışmaz. Zâten ibâdet ve tâat etmeyen ne kadar yıkansa da cünübdür o, temizlenmez o. Onun için tâatsiz, ibâdetsiz kimse olmaz. İbâdet ve tâat etmeli Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine. Hem de seve seve. Seve seve böyle.
Bir de salât ü selâm. İnsanları niçin Cenâb-ı Hakk'a vuslat etdirir salât ü selâm? Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, yani Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazretleri, rahmetten-lil-âlemîn Efendimiz Hazretleri, Allah'ın sevgilisidir. Kaç yerde Kur`ân-ı Kerîm'de böyle geçiyor. Esteîzübillah, "وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ* وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ". "Ancak Habîbim Ahmed Resûlum Yâ Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, seni ben kâinâta, mükevvenâta, âlemlere rahmet olarak gönderdim". Rahmet. Serâpâ Peygamber, rahmet. Sonra gene diğer bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk, esteîzübillah, "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ, her kim benim resûlüme itâat etdi, muhakkak bana itâat etdi". Gene bir âyet-i kerîmede, esteîzübillah, "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ, söyle habîbim kullarıma, eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar, senin gitdiğin gibi yürüsünler, senin yolundn yürüsünler, sana tâbi olsunlar, senin gösterdiğin yoldan yürüsünler ki ben onları seveyim". Yani bir adam, Peygamber Efendimizi hoşnûd etmeden, o kimseyi Allah sevmez. İlle Resûl-i Ekrem'i hoşnûd etsin ki Cenâb-ı Hakk o kulu seve. Ve illâ olmaz. Hiç boşuna yorulmayın.
Hattâ hattâ işi daha ileri götürelim. Laf aramızda kalsın, herkese söylenmez bu söz çünkü. Seriyyeden süreyyâya kadar, seriyye ne demek, yerin yedi kat altı, süreyyâ da gökde bir yıldız var, en yüksek yeri, yani dünyâ havalarının karasularının en son yıldızı, oraya kadar ibâdeti olsa bir adamın, seriyyedden süreyyâya kadar, ibâdetle dolus olsa böyle, ibâdetle dolu olsa, Resûl-i Ekrem'e içinde salât ü selâm olmasa, muhabbeti olmasa, o adamın ibâdeti reddolunur. Allah'a arz olunmaz onun a'mâl-i sâlihâtı yani.
Duâ ediyorsun değil mi? Eğer duânın evvelinde ve âhirinde Resûl-i Ekrem'e salavât-ı şerîfe okumazsan, duâ yerine gitmez, bulmaz, huzûrullaha varmaz duâ, reddolunur yani çevirilir yoldan.
Bir defa duâyı nasıl yapacağız bakalım. "Ve kâle'n-nebiyyü sallallah aleyhi vesellem, efdalü'd-duâ elhamdülillah, efdalü'z-zikr lâilâheillallah". Bak hadîsde de var. Şimdi geldi. Bismillahirrahmânirrahîm.
Duâyı böyle yapacağız. Elimizi şu şekilde böyle tutacağız. Bazıları böyle tutuyorlar, bazıları böyle tutuyor, hepsi câiz. Kafanı karıştırma öyle şeylerle. Ahkâm öğreneceğim derken Allah'ı unutuyorsun. Böyle de câiz, böyle de. Yüzün yerde olacak yalnız, karşıya bakmayacaksın. Çünkü İblis dedi ki, vaktâ ki Âdem aleyhisselâmı cennetden çıkardıkdan sonra, ve Cenâb-ı Allah da reddetdi onu, İblis'i lanetledi, secde etmeyince, "Vallahi" dedi Cenâb-ı Hakk'a, "Ben bunların önlerine oturacağım, bu âdemoğullarının önüne, önünü, ardını, sağını, solunu çevireceğim, bunları cehenneme dolduracağım" dedi. Allah da dedi ki, "Sana uyanları seninle beraber cehenneme koyacağım, sana kim uyarsa onlardan" dedi. Dört tarafı aldığı için İblis, elini böyle açdığın vakitde elin semâya, rahmet nüzûl eyleyen yer semâdır, elini semâya açacaksın, yüzünü yere çevireceksin. Şeytan iki yeri unutdu. "Dört yeri, etrâfı alacağım" dedi, semâ ile yeri unutdu Şeytan. Onun için elini, rahmet-i sübhâniyye oradan nüzûl etdiği için, semâya açacaksın, yüzünü yere. Kalbin başka yerde, ağzın başka yerde olmayacak. Kalbinle ağzın bir olacak. Kalbinin tercümânı ağzın olacak. Bazen nidâ-yı hafî ile de duâ edilir. Namaz içerisinde olur o. Namazın içinde duâ edilir. Nasıl? Nidâ-yı hafî ile. Hani var ya, oku bakayım, "كٓهٰيٰعٓصٓۜ * ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ *اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِيًّا Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sad. Zikru rahmeti rabbike 'abdehû zekeriyyâ. İz nâdâ rabbehû nidâen hafiyyâ". Nidâ-yı hafî ile. Yani namaza durursun, imâm efendiye iktidâ edersin, imâm okuyor, sen o arada Cenâb-ı Hakk'a arzularını söylersin. Ama lisânen değil, nidâ-yı hafî ile. İçeriden, kalbden. Kalbinden istersin Allah'dan. Ve kabûl olur. Yani duâların kabûl olduğu yerdir. Belki şimdiye kadar çok hoca dinlediniz ama bu sırrı hiç kimse söylememişdir size. Namazın içinde yani namaz kılarken Cenâb-ı Hakk'dan istersin. Lisânen değil hâ! Kalble, nidâ-yı hafî ile istersin. Ne ihtiyâcın varsa.
Allah kırık kalbleri sever, gözü yaşlıları sever. İnsanın özünden gelmeyince, gözünden gelmez. Kırık kalbli olması lâzım insanın biraz böyle rakîkü'l-kalb olması lâzım.
Şimdi, duâyı bu şekilde yapacaksın, semâya elini kaldıracaksın, yüzün yerde. Yedi sefer, "Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemîn. Er-rahmâni'r-rahîm". Duânın kabûl olmasını istiyorsan. Bak ne söylüyorum, dikkat et hâ! "Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemîn. Er-rahmâni'r-rahîm. Mâliki yevmi'd-dîn. İyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în". Bir daha yukarıdan, "Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemîn. Er-rahmâni'r-rahîm. Mâliki yevmi'd-dîn. İyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în". Bir daha, "Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemîn. Er-rahmâni'r-rahîm. Mâliki yevmi'd-dîn. İyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în". Yedi sefer bu okunacak ondan sonra. "İyyâke na'büdü", yâ rabbi biz ancak sana ibâdet eder, "ve iyyâke nesta'înü", senden yardım isteriz. Neye? Neye yardım istiyorsun? Her husûsda Allah'dan yardım istediğin gibi, yâ rabbi sana ibâdet etmeye senden yardım isteriz. Senin yardımın olmazsa, beni huzûruna almazsan ibâdet yapamam ben.
Sen zannediyorsun ki dışarıdaki herif orucu yiyor. Allah tutturmuyor. Sevmiyor onu. Câmiye gelmiyor herif. Yok! Almıyorlar içeriye. Almazlar. Sen zannediyorsun ki o irâsdesiyle gelmiyor. Yok öyle değil. Almazlar. Yaaa! Bak onun için günde kırk rekat namaz var, beş vakit namaz var, kırk rekat hepsi. Sabah dört, ikisi sünnet, ikisi farz. Öğlen on, dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet. İkindi sekiz rekat, dördü sünnet-i gayr-ı müekkede, dördü farz. Akşam namazı beş rekat, üçü farz, ikisi son sünnet. Yatsı namazı on üç rekat, dördü sünnet, dördü farz, evvelki dördü sünnet-i gayr-ı müekkede, dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet, üçü salât-ı vitir. Mecmûu toplayalım, ne yapıyor, kırk rekat yapıyor. Kırk rekatda, "İyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în" diyorsun. "Yâ Rabbi sana ibâdet ve tâat ediyoruz ve bu ibâdet ve tâati yapmak için senden yardım istiyoruz yâ Rabbi. Senin yardımın olmazsa biz senin mübârek ismini ağzımıza alamayız".
Öyle adam var korkuyor Allah demeye. Allah ismini andırtmıyor. İnsan sevdiğinin ismini çok zikreder. Kimi severse. Hiç âşık oldun mu sen? Âşık oldun mu hiç? Kıza mıza filan yani. Olur ya böyle şeyler. Ayıp bir şey değil yani. Aşk ayıp değildir. Ne vakit iş hudûdunu geçerse, fenâlığa gider, o vakit ayıpdır. Aşk kudsî şeydir, mukaddes şeydir. Hep haber beklersin ondan sen. Onun ismini andılar mı diye kulağın kirişde filan böyle. İşte Allah hangi kulu seviyorsa, kendi ismini onun ağzından andırır. Yaaa, onun için herkes söyleyemez. Pis ağız Allah diyebilir mi? Dedirmiyor Allah pis ağıza. Pis ağıza. Haram yemiş, kötü, lâyık değil o ağıza Allah demek, onun için olmuyor. "Efendi, peki kılmayanlar cehenneme gidecek, bu nasıl olur?". Kıldırmaz da cehenneme de koyar. İşine de karışamazsın ya. Haydi, nasıl? Seni istediği gibi yaratmış, istediği gibi seni kullanır. Sana sordu mu seni yaratırken, ne şekilde yaratacağını. Sana sormadan seni istediği şekilde yaratan Allah, seni istediği yerde kullanır. Haydi bakalım, devâm et. Ama Cenâb-ı Hakk âdildir, öyle zulmetmez kuluna, zulümden münezzehdir. Herkes yapdığını çeker. Fakat sevdiği kullar vardır, onlara kendisini zikretdirir o zâten. Kendi de dinler, onun karşısına geçer de, mekândan münezzeh olarak. Senin aklının ereceği davâ değildir o, benim konuşduğum şeyler. Yaaa!Sonra, "iyyâke a'büdü" demiyoruz da "iyyâke na'büdü" diyoruz. Nefs-i mütekellim maa'l-gayr. Niçin? Halbuki bir kişi okuyor. Tek başına olursan belki senin irabda mahallin yokdur, Allah seni dinlemez bile. Ama na'büdü deyince Cenâb-ı Peygamber var, bütün peygamberler var, bütün sulehâ var, hepsi var, onların hürmetine senin duânı kabûl edecek diye "na'büdü" de diyor Allah. Kendi öyle talîm etmiş. Kulağında kalsın böyle.
Sonra, "İyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'înü". Yedi defa. Sonra arkasından salavât-ı şerîfe. Bildiğin salavâtları. "Allahümme", oku beraber, kaybetmezsin, "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhim ve alâ âli seyyidinâ İbrâhime inneke hamîdün mecîd. Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhim ve alâ âli seyyidinâ İbrâhime inneke hamîdün mecîd". Bildiğin salavâtları oku. Bazı büyük salavâtlar var, az evvel okuduk, Salât-ı Kutbiyye, bir salavât okuyorsun, otuz beş bin salavât sevâbı veriliyor. Meselâ bir adam üç defa "kulhüvallah"ı okursa, hadîsle sâbitdir, bir hatim sevâbı alır. Üç "kulhüvallah". Bu niyetle okusun, bir hatim sevâbı. Câmiu's-Sagîr'de hadîsde var. Dört defa Âyetelkürsî'yi okursa, gene bir hatim sevâbı alır. Allah'ın böyle külfeti hafif, mükâfâtı çokdur bazı şeylerde.
Sonra, bu "iyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în"den sonra, salavât-ı şerîfeler, üç defa Resûl-i Ekrem'e salavât verilecek. Salavâtı yarıda bırakma. "Allahümme salli alâ Muhammed" deyip bırakma. "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim". Üç defa. Kim onlar? Âl-i Muhammed, Cenâb-ı Peygamber'in ehl-i beyti, ashâbı, ensârı, ezvâcı, sahabesi, hepsi içerisine dâhil olursa, sevdikleriyle beraber, Resûl-i Ekrem'in indinde mergûb ve mahbûb olur. Allah'ın da hoşuna gider o iş. Üç defa salavât-ı şerîfe.
Ondan sonra annene babana duâ edeceksin. Duâyı öğretiyoruz, bak duâ nasıl oluyormuş. "Rabbenağfirlî ve li vâlideyye ve lil mü'minîne yevme yekûmü'l-hisâb". Yâ Rabbi anneme babama merhamet et.
Allah Arapça da anlar, Türkçe de anlar. Ama Arabî okumak, Kur`ân lisânıyla okumak, Resûl-i Ekrem'in lisânıyla okumak, tekarrübe işâretdir. Onun için secdiğimizin lisânıyla okuruz. Allah da Kur`ân'ını öyle inzâl etmiş. Yoksa Allah her lisânı anlar, İngilizce de söylesen Allah anlar, Çince de söylesen Allah anlar.
"Rabbenağfirlî", Yâ Rabbi ben affet, evvelâ kendini. Niçin kendine istiyorsun evvelâ affı? Affetsin ki senin duânı kabûl etsin. Affolmayanın duâsı kabûl olmaz. "Rabbenağfirlî", beni mağfiret et, "ve li vâlideyye", benim anamı babamı da, onları da yâ Rabbi mağfiret et, affet. Annemi, babamı! Sonra "ve lil mü'minîn", bütün cümle Ümmet-i Muhammed'i, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenleri. Günahkâr, namazı kılanı, kılmayanı, hepsi içine dâhil onun. "yevme yekûmü'l-hisâb", kıyâmet gününde herkes hisâba kâim olduğu vakitde, o günde bunları bağışla yâ Rabbi.
Ondan sonra nefsin için duâ edeceksin. Bunları yapmayınca duâ müstecâb olmaz. Evvelâ Allah'a hamd ü senâ, sonra Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm, sonra anaya babaya duâ, sonra nefsine. Sonra, nefsin için de istedin, ondan sonra arkasından, "İhdine's-sırâta'l-müstakîm. Sırâtallezîne en'amte 'aleyhim, gayri'l-mağdûbi 'aleyhim vele'd-dâllîn". "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim". Oku be! Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim".
Ne söylüyorum, ne yapıyor. Üşeniyor. Aç, karnı aç, böyle bakıyor. Ne suratını asıyorsun be, ne olmuş! Ulan aç durup duvara bakacağına, karnını doyurup dîdâra bak! Sersem adam sen de! Ne suratını ekşitiyorsun! Bundan güzel nimet mi olur, bu oruçdan güzel bir nimet. Nerede bulacaksın bu nimeti. Nimet-i uzmâ bu, Allah'ın nimeti bunlar.
Şimdi duâ kabûl olur. Çünkü neden? Salavât var çünkü önünde ve arkasında. Duâlarda Resûl-i Ekrem'e salavât olmayınca, duâ yerini bulmaz. Bitdi. Yani semâvâtdaki bulunan perdeleri yırtarak Huzûr-i İzzet'e duâ vâsıl olmaz.
"Efendi, Allah gökde mi?". Allah'ın kahr u galebesi her tarafa, Allah her yere hâzır ve nâzırdır. Fakat makâm-ı muayyenler vardır böyle. Meselâ câmiye beytullah deriz. Allah burada mı oturuyor yani? Değil öyle. Böyle mukaddes yerler vardır. Kabetullah gibi, Kudüs gibi, Medîne-i Münevvere gibi. Evvelâ Kabetullah, Mekke şehri efdaldir. İçinde Kabe vardır. Sonra, Medîne-i Münevvere efdaldir. Neden? O iki cihân fahri, sebeb-i hilkat-i âlem, Allah'ın sevgilisi, Habîb-i Hudâ Efendimiz Hazretleri orada Ravza-yı Mutahhara'da Kubbe-i Hadrâ altında yatar. Orada, makâmı orasıdır. İnşâallah gidin sizde. Bize de Allah tekrar nasîb etsin ama gitmeyenler gitsin yani. Oruçlu ağızla yapılan duâ da kabûl olur. Yaaa, hiç oruçlu adamın duâsı reddolunmaz.
Yâ Rabbi şurada bulunan Ümmet-i Muhammed'e, beni de içine dâhil et, bizi tekrar tekrar böyle Resûlünün, Habîbinin, Sevgilinin ravzasına varmak, yüz sürmek, gözyaşı dökmek, "es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ Resûlallah, es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ Habîballah, es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ hayra halkillah, es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ nûra arşillah" diyerek, gözyaşı dökerek, "Şefâat Yâ Nebiyyallah" diyerek yalvarmak ve "aleykümselâm ümmetim", "men zârenî vecebet lehû şefâatî, beni her kim ziyâret ederse, şefâatim ona vâcib oldu" diyor Peygamberimiz, "Ey ümmetim geldin beni ziyâret etdin, şefâatim sana vâcib oldu" dediği zümreye bizi dâhil et Yâ Rabbi.
Salavât-ı Şerîfe kabristanlarda da verilir. Hattâ kabristandaki bulunan, yatan meyyitlerin hepsi azâb-ı kabre giriftâr olsa, ağzı duâlı, göğsü îmânlı, Resûl-i Ekrem'e muhabbeti olan, Resûl-i Ekrem'in de muhabbetini kazanmış olan bir zât oraya gitse, o makbereye, orada Cenâb-ı Peygamber'e on bir salavât-ı şerîfe verse...
Size bir hediye versem alır mısınız, kabûl edermisiniz, hediye? Her sabahleyin kalkacaksınız, sabahleyin, Ramazan'da, hâric zamânda, on bir tâne "kulhüvallah" okuyacaksın, hergün, bir Fâtiha-i Şerîfe, bir Âyetelkürsî, on bir salavât-ı şerîfe vereceksin. Her gün bunu yap. Bunu evrâd edin diline. Bunun faydasını sonra görürsün, ne demek olduğunu. Size hediye olarak veriyorum. On bir İhlâs, bir Elham bir Fâtiha yani bir Elham, bir Âyetelkürsî, on bir salavât-ı şerîfe. Bildiğin salavâtları. "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim". Menfaatini sonra göreceksin, dünyâ ve âhiretde.
Böyle Resûl-i Ekrem'i seven, Resûl-i Ekrem'in sevdiği bir zât bir makberreye gitsin de Resûl-i Ekrem'e salavât vererek ondan hâsıl olan ecr ü sevâbı o makberede bulunan meyyitlere bağışlasın, derhal o kabristandaki bulunan ne kadar kabirde azâb gören mü'minler varsa hepsinin azâbı tahfîf olur. Hattâ velev ki o kabristanda kâfir ola, onun dahî eazâbı tahfîf olur. Cehennemde kâfirlerin azâbı tahfîf olmaz, her gün artar, eksilmez. "لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ lâ yuhaffefü anhümü'l-azâb, azâblarını hafifletmeyeceğim" diyor Allah. "Cehennemdeki kâfirlerin azâblarını hafifletmeyeceğim, her gün artıracağım" diyor.
Onun için ödü patlaması lâzım bir adamın, ödü patlaması lâzım! "Eyvâh! Ben îmânsız ölürsem" diye. Hattâ Ebü'd-Derdâ diyor ki, radıyallahu anh Hazretleri, "Bir adam îmânsız ölmekden korkmazsa, o adam îmânsız ölür" diyor Ebü'd-Derdâ. İçinde bu korku olacak dâimâ. "Aman Yâ Rabbi, îmânımı bağışla". Görmüyor musun be! İşte okuyoruz, günde kırk rekat namaz var, her rekatda "اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm, اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm" diyorsun be, yalvarıyorsun Allah'a. Ama sen farkında değilsin başka. Neden okuduğunu anlasan, inim inim inlersin. "Sırât-ı müstakîm yani senin rızâna giden yolda sâbit-kadem eyle, ayaklarımı kaydırma" diyorsun be.
Neyse bir kıssa anlatayım size de bu akşam böyle olsun.
Bir kadın gelmiş Hasenü'l-Basrî Hazretlerine. Hasenü'l-Basrî Hazretleri, tâbiînin ileri gelenlerindendir, reîsü't-tâbiîn derler Hasenü'l-Basrî'ye. Hasenü'l-Basrî Hazretlerine bir kadın gelmiş. Demiş ki, "Yâ İmâm" demiş, "Benim bir genç kızım vardı, yetişmişdi, ecel geldi onu aldı benden, ayrı düşdük. Anneyim, ciğerim yaralı. Genç kızımı kaybetdim" demiş, "günlerden beri onun hasretiyle, onun ateşiyle yanıyorum" demiş.
Ağır bir şey, Allah insanın başına getirmesin. Ağır bir imtihan. Hattâ Cenâb-ı Hakk diyor ki hadîs-i kudsîde, "Ben bir kuluma belâ ile teveccüh ederim, malını alırım, emlâkini alırım, evlâdını alırım. Eğer benden şikâyet etmezse kimseye, sabrederse, yarın yevm-i kıyâmetde onu hesâba çekmekden hayâ ederim" diyor. Ama ağır imtihanlar bunlar. Allah muhâfaza buyursun.
"Yâ İmâm" dedi, "genç kızımı kaybetdim" dedi, "aylardan beri hasret çekiyorum, anneyim, başka evlâdım da yok. Pek özledim kendisini. Hiç havas yok mu, havas? Yani havasdan murâdı, bir şey okuyayım da evlâdımın yüzünü göreyim rüyâda filan. Hazret-i İmâm dedi ki, "Hanım sen böyle şeyi isteme. Bu senin istediğin istek, ağır bir istek bu". "Neden?". "E sonra sen âhirete vâkıf olursan, hâlin senin sonra ne olur?".
Şimdi biz bu kabristanlarda olan vukûâtları görsek, kimse ne yemek yer, ne güler, ne para kazanır, ne ev yapar, ne evlenir. Neler oluyor onların içerisinde, makberelerin. Ve insanlar kerâmete erdiği vakitde, ilk mertebesi, kabirlere vâkıf olur. Keşf-i kubûrdur. Nihâyet mertebesi de keşf-i kulûbdur. Kalbleri keşfeder yani, nihâyeti o. Ondan sonra olmaz bir şey, o kadar. Onların arasında da nice iltifât-ı rabbânî olur, ayrı davâ. Sen kerâmet aramaya gelme, biz kerâmet için gelmedik, istikâmet için geldik buraya, dünyâya. Müstakîm ol, Allah sana kerâmeti bahşeder. İstikâmetsiz adamda kerâmet zâhir olursa, ona istidrâc derler, gökde uçsa faydası yok onun, kıymeti yok. İstikâmet. Müstakîm olacaksın. Eline, diline, beline sâhib olacaksın. Olmayınca olmaz. İşi kıvırdın mı ııh, iş yok o vakit.
"Sen çok ağır bir teklif yapıyorsun, sen dayanamazsın, sabredemezsin" filan filan. "Ederim efendim. Göreyim, kızımı göreyim bir defa yâhu".
Antreparantez, ben imamdım Çankırı'da askerliğimde, ikinci askerliğimde. Orada bir cenâze gömdük. İsmini de bak unutmadım, kaç sene oldu, kırk senelik hâdise, Mahmud Nedim Bey. Kadıköylü bir kaymakam. Kâimmakâm. Neyse gömdük cenâzeyi, üç gün sonra babası geldi. Babası da kumandanmış, askerî kumandan, mütekâid bir adam. Bana geldi, "Hoca, aç kabri, oğlumu göreceğim. "Beyefendi, üç gün sonra kabir açılmaz". "Efendim ben askerim". "Canım babasın ama, askersin ama babasın, kalbin yok mu senin. Senin şimdi yapacağın iş şu. Gel kabrine götüreyim seni, orada bir Fâtihâ oku, bir Yâsîn oku, bir Tebâreke oku. Yok onları da bilmiyorum dersen, otur, tefekkür et, kendi ölümünü düşün, o da olur, o da sevâbdır, ben de buraya gireceğim dersin, bunun içerisine, bu karanlık yere". "Hayır! Göreceğim ben, ben askerim, ben korkmam". Ben dedim, "Kağıt getir ordudan, açayım" dedim. Maksadım onu atlatmak. Gitdi kağıt getirdi. "Peki öyleyse açalım" dedim. Açdık. Açdık ama manzara felâket! Adam, oğlunu o halde görünce deliye döndü "Ölmeden gömmüşsünüz, kendi kendine kabrin içinde boğulmuş" dedi. Ne yapdılarsa yapmışlar gelenler. İşte eşhedü billah, bu gözlerimle gördüm hâsdiseyi. Babası fıttırdı. Felâket kabrin içerisi. Gözler böyle dışarı çıkmış, fırlamış dışarıya böyle, korkunç bir şey. "Bana bak" dedim ben, "sana bir kürek vurur, yatırırım buraya, oğlunun yanna. Aklını başına al. Ulan yirmi altı tâne doktor buna öldü diye rapor verdi. Bana mı söylüyorsun sen bunu! Allah Allah! Ben imam adamım, en sonunda bana gelir bu" dedim. "Kıçına bunun pamuk sokacağız biz, bana gelir en son. En sonunda geliyor, ondan evvel gelmez. Yirmi altı doktor bunun hakkında rapor verdi" filan dedim.
Efendi Hazretlerinin yukarıdaki sözleri cemaati güldürünce, buyurdular ki :
Güldürdüm sizi, haydi, eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh. Bir daha, bir daha. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh. Bir dahi aşk ile. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim.
Taaa tezkere alıncaya kadar biz mahkemede uğraşdık. Gitdi şikâyet etdi bizi, haydi mahkemeye çıkdık. "Yirmi altı doktor bunun hakkında ölü raporu vermiş, beni ne alâkadar eder. Bunu öldü diye aşağı indirmeyince, biz elimizi sürmeyiz" filan. Tâ ben tezkere alıncaya kadar devâm etdi bizim mahkememiz. Neyse.
Felâket! Onun için görmek doğru değildir bazı şeyleri. Allah her şeyi bize göstermedi, gafletle örtdü, o çok büyük nimetdir o. Meselâ kabristanda olan hâdisâtı sen bir görsen, bir daha gülmezsin hiç. Kim söylüyor bunu? Resûl-i Ekrem söylüyor, sallallahu aleyhi vesellem. "Benim bildiğimi siz bilseniz, benim gördüğümü siz görseniz, bir daha gülmezsiniz" diyor Cenâb-ı Peygamber. Yaaa! Öyle sen görüyorsun, "Aman ne güzel yapmışlar kabrin üst tarafını" diyorsun. İçi cehennem çukuru, kaynıyor. Bağırıyor avaz avaz, "Aman beni çıkarın buradan" diye. Kıyâmete kadar! Akşam sabah cehenneme arz ediyorlar, gösteriyorlar cehennemi, akşam sabah. Neûzübillah. Allah muhâfaza etsin.
Kabir azâbı kadar güç bir şey olmaz. Kabir azâbı neden olur biliyor musun? Haberin var mı ondan? Yalancı, emânete hıyânet eden, sidikden kendini kollamayan kişilerde olur. Onlara kabir azâbı. Onun için üstüne başına sidik midik sıçrattırma. Hayvan gibi bacağını kaldırıp, haşşş diye işemeyeceksin, kollayacaksın kendini idrardan, çişden filan böyle. Çişden, mişden filan kollamak lâzım. İlmihâlde gördüğün gibi konuşmam ben. "Necâsetden tahâret". Cesâretden ibâret. Ondan ne anlayacaksın sen. Çişinden, bokundan temizleneceksin. Üstünde pislik bırakma, temizle. Pislik yok. Kabir azâbına uğrarsın. Öyle diyor. Ben söylemiyor. Ebû Hureyre söylüyor, Resûl-i Ekrem'den işitmiş. Bir de dördüncüsü varmış. İki rivâyet var, iki hadîs var. Dördüncüsü, ana babaya âk olan, âsî olan, anaya babaya âsî olan, kabir azâbına dûçâr olur. İki cemiyet arasında laf getirip götüren, kabir azâbına dûçâr olur. İdrardan kaçınmayan, pislikden kaçınmayan yani, tahâretini iyi yapmayan yani, kabir azâbına uğrar. Dördüncüsü var. Nedir? Birine kızdığı vakitde sebbeden adam. Küfür ediyor kızdı mı. Bu da kabir azâbına dûçâr olur. Müslümana yakışmaz küfretmek filan böyle sin kef ile. Ya hafazanallah göbekden yukarıya. Yüz mukaddesdir, yüze küfür eden bir adam kâfir olur, dînden dışarı çıkar. Yüz mukaddesdir. Yarın kıyâmet gününde Cenâb-ı Hakk müslümanları cehenneme sokduğu vakitde, müslümanların zâlimlerini, hâinlerini , onların bile yüzlerini şekl-i insanda sokacak. Kâfirler insan şeklinde girmez cehenneme. Hepsi başka amel sûretinde girecek. Kimi yılan şeklinde, kimi eşek şeklinde, kimi katır şeklinde, böyle. İnsan şeklinde değil kâfirler cehennemde. Yalnız mü'minler insan şeklinde girerler. Onun için yüzleri değişmeyecek. Mukaddes yüzleri. Diyor Hazret-i Ebâ Hureyre, dördüncüsü, birine kızdığı vakitde, küfür eden, sebbbeden kişi.
Bir küpün içerisinde bal olursa, küp patlarsa ne sızar? Bal sızar. İçinde pislik olursa, çatlarsa küp ne sızar? Pislik sızar. Demek ki küfür eden adamın içinde pislik var ki, oradan çıkıyor dışarı o. Geçiyoruz.
"Sen mühim bir şey istedin hanım, yapma". "Yok Yâ İmâm, görmek istiyorum" filan. "Peki öyleyse. Cumartesiyi Pazara bağlayan gece, şu şu şu sûreleri okursun, Cenâb-ı Hakk'a dört rekat namaz kılarsın, ondan sonra Allah'dan istersin, göreceksin".
Görmüş kadın. Yapmış o şeyleri, görmüş. Gelmş, ağlayarak Hazret-i İmâm'a, "Eyvâh! Yandım! Pişmân oldum". "Ne oldu?". "Evlâdım ateşde, her bir saçının teli bir yılan olmuş, boynuna dolanmış" diyor.
Hocaların da öyle, bizim de öyle. İlmiyle âmil olmayan hocaefendilerin sarıkları yılan olup boynuna dolanacak. Ağızlarına ateşden gem vuracaklar, hakkı görüp söylemeyenlerin. Yaaa! Hocalık kolay değil öyle.
"Ben sana söyledim" demiş. "Ne yapayım Yâ İmâm?".
Allah'ın lutuflarından bir tânesi de hayatda olan kimselerin duâsiyle kabirde olanların azâbı ref' olur.
"Hayır yap evlâdının rûhu için, Kur`ân okut, salavât okut, sadaka ver , su dağıt".
Kış gününde, ortalık donduğu vakitde buz gibi su ver millete! Ulan tersine ne yapıyorsun! Yaz günü su dağıtılır. İçsin diye buz gibi suyu kış gününde dağıtmaya kalkma. Ramazan günü câminin önünde buraya koymuşlar, ben de vaaz ediyorum o vakitler. O devirde tekâüd olmamışdım daha. "Sebîlullah! Sebîl!" diye bağırarak su dağıtıyorlar câmi avlusunda burada. "(Birisi "turistlere veriyorlardır turistlere" deyince), canım turistlere muristlere birâder, câmi avlusunda olmaz o iş kardeşim. Neyse efendim.
Birkaç gün sonra, Cenâb-ı Hasenü'l-Basrî görmüş bir kız, başında bir taç var, güneş kararıyor, öyle. "Kimsin evlâdım sen, hangi peygamberin âilesisin?". Demiş, "Ben peygamber âilesi değilim. Sana bir kadın geldi ya, bir kadın, kızımı görmek istiyorum dedi, işte o kızım ben, o kadının kızıyım ben" demiş. "Aaaa ayol o azâb olduğunu annesi söyledi". "Evet" demiş, "azâbdaydık, bu makberenin kâffesi hepsi azâbda idi. Bir zât geçdi oradan, ağzı duâlı göğsü îmânlı, Resûl-i Ekrem'e muhabbetli bir zât., on salavât okudu, Allah on salavât hürmetine bütün kabirlerdeki bulunan azâbı böyle nimete kalb etdi" demiş.
El-Fâtiha!