28 Ocak 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Bu okuduğumuz son salavât otuz beş bin salavât yerine kâimdir. Yaa, öyle diyor, İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri. Bu, "Allahümme salli 'alâ seyyidinâ Muhammedin mahtelefe'l-melevân ve te'âkabe'l-'asarân ve kerrera'l-cedîdân" diye başlayan salavât otuz beş bin salavât yerine kâimdir.
Bir kadın gelmiş, salavâtın fazîleti hakkında bir şey konuşayım da, bir kadın gelmiş, Hasenü'l-Basrî'ye. Hasenü'l-Basrî kim biliyor musun? Hasenü'l-Basrî İmâm-ı Ali kerremallhu vechenin yetiştirdiği zât, halîfesi, maneviyyatda. Mülkde, imâretde değil de maneviyatda. "Kızım öldü" demiş "yâ Şeyh" demiş, "anneyim, yanıyorum" demiş. "Bunun bir çâresi yok mu? Kur`ân'da, وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ velâ ratbin velâ yâbisin illâ fî kitâbin mübîn buyrulmuş, her şey Kur`ân'da vardır, bunun bir çâresi yok mu, evlâdımı göreyim?". Demiş ki "Hanım, niye görmek istiyorsun, görme. Görmek iyi değildir" demiş, "Görmemen hayırlıdır" demiş.
Çünkü bazı şeyler vardır ki bilmemesi bilmesinden hayırlıdır. Başımıza yarın ne gelecek. İyi şeyler olduğu gibi kötü şeyler de olabilir. Onun için bazen gayb ve gaflet iyidir. Allah'dan gaflet kötüdür. Ölümden gaflet kötüdür. Allah'ı unutursan, ölümü unutursan, o kötü. Yoksa gaflet bazen iyidir. Meselâ bildiklerimizi, sevdiklerimizi kaybediyoruz, o acı hep böyle devam etse hiç kimse tahammül edemez dünya yüzünde. Sonra işte yemek içmek davasıyla gaflete düşüyorsun filan, unutuyorsun filan. Arada aklına geldiğinde rahmet okuyorsun, en hayırlı arkadaşın, kimse. En hayırlısı rahmet okur.
"Kur`ân oku evlâdının rûhuna" demiş. "Yok yâ İmâm" demiş, "Yanıyorum, evlâdımı göreyim" demiş. "Peki öyleyse, Cumartesi günü ikindi namazından sonra şu şu sûre-i şerîfleri okursun Akşamla Yatsı arasında bir Sûre-i Nûh okuyup, iki rekat namaz kılarsın, Cenâb-ı Hakk'a duâ edersin, Allahu Teâlâ sana kızını gösterir" demiş. Netekim de kadıncağız yapmış, hüsn-i niyetle.
Çünkü bazen meselâ kitâbda okuyorsun, meselâ işte on defa besmele çekersen şöyle olur, beş defa çekersen böyle olur, yaparsın olmaz. O ağız lâzımdır ona. Rütbeli olması lâzım adamın. Meselâ bir tabur asker giderken, birisi çıksa bağırsa, "Duuur!", asker gider. Başdaki kumandan, "Dur" derse durur. O da dur dedi o da dur dedi. Dur dedi ama rütbeli olması şart. Rütbelininkini dinlerler yani. Duâ da böyledir, istiğfâr da böyledir. Meselâ Peygamber'in yapdığı istiğfârla senin yapdığın istiğfâr bir değildir. Kelimeler birdir ama, "estağfirullahe'l-azîm" diye. Peygamber de yâhud bir veliyyullah da "Allahuekber" der, sen de "Allahuekber" dersin, elfaz birdir manâları bir değildir onun. Onun için hep buna aldanıyoruz. "Peygamber de benim gibi adam değil mi?". Ulan sen kim oluyorsun, Peygamber de senin gibi adam olsun. Neyse.
Allah'dan bir şey istenildiği vakitde, duâda, senâda, Allah'dan hüsn-i niyetle istemeli ve olacağına inanmalı işin. Allah yapacak bunu, beni boş çevirmeyecek kapısından diye böyle inanmalıdır yani. O vakit duâ kabûl olur. Yağmur yağarken edilen duâlar kabûldür. "Hayye-ale'l-felah"lar arasında edilen duâlar kabûldür, fırtınalı zamanlarda edilen duâlar kabûldür. Sana söyleyeyim de, sen yap. Meselâ bir yerde zevk ü safâ var, herkes Allah'ı unutmuş, orada edilen duâ kabûldür, kim duâ ederse. Daha bir çok şeyler var, bu kadarı kâfî. Hüsn-i niyetle yapılacak duâ.
Görmüş kadın kızını. "Keşke görmez olaydım" diyor. Hazret-i İmâm'a gelmiş. Demiş, "Ne oldu?. "Kızım benim azâb içinde" diyor. Kadın daha fenâ ağlıyor, felâket olmuş kadın için. Daha berbat oldu iş. "Ben sana demedim mi hanım" demiş, "ben sana demedim mi, görmemen görmenden hayırlıdır" diye. "Ben sana Kur`ân oku dedim, rûhuna hayrat yap dedim filan, sen niye göreyim diye uğraşıyorsun".
Şimdi âhiret âlemini biz görsek, ne yemek yiyebiliriz, ne gülebiliriz bir daha. Kabristanlardan haberin var mı senin? Üstleri süslü ama içinde feryâd ediyorlar, insan duyarsa onu, ne yemek yersin ne yataklar üzerinde cümbüş yapabilirsin. Peygamber öyle söylüyor, sallallahu aleyhi vesellem. "Eğer benim bildiğimi siz bilseniz" diyor, "hiç gülmezsiniz" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Sonra demiş, "Cenâb-ı Allah rahmet etsin, duâ ederiz inşâallah Cenâb-ı Hakk şöyle yapar, hayırlı olur" demiş kadını göndermiş. O gece Hazret-i Hasenü'l-Basrî bir rüyâ görmüş, bir manâ. Bir kız, dünyâ güzeli, başındaki konulan taç, dünyâ ve mâfîhâdan hayırlı. Ziyâ saçıyor böyle yani nûr içerisinde. Libâs-ı cennet giymiş, filan filan. "Kimsin?" demiş kadına sormuş, "Hangi peygamberin kızısın?" demiş Hazret-i Şeyh, "hangi peygamberin âilesisin yâhud kızısın". Demiş, "Ben peygamber kızı değilim, peygamber âilesi de değilim". "Ya sen kimsin?". "Sana gelip kızımı görmek istiyorum dedi ya bir kadın, o kadının kızıyım ben" demiş. "Aaaa, o kadın geldi bana, senin azâbda olduğunu söyledi" demiş. "Azâbdaydık, o kabristanda beş bin kişi vardık, beş bin küsur, hep azâbdaydı, bir zât geldi, kabristanın önünde Resûlullah'a salavât okudu" demiş. "Salavat okudu" demiş, "o salavât hürmetine Allahu Teâlâ, o beş bin küsur kabrin azâbını nimete çevirdi, işte bir tânesi benim" demiş.
Onun için salavât-ı şerîfeye çok dikkat etmek lâzım. Peygamber'e muhabbetdir çünkü salavât-ı şerîfe. Haydi bir daha okuyalım :
Süleymân-ı Cezûlî Hazretleri diyor ki, Süleymân-ı Cezûlî Hazretleri. O vakit İspanya müslümanların elinde, Kurtuba, Kurtuba şehri. "Abdest almak için bir kuyunun başına vardım" diyor, "bakdım kuyunun etrâfında ip yok, kova da yok, çeşme de yok, su derinde biraz" diyor. "Bakıyorum etrafa filan. Yan tarafda bir duvarın üstüne bir kız çocuğu çıkmış duruyor orada, "Kızım bir kova, ip yok mu, su çıkarayım buradan dedim" diyor. "O kız bana dedi ki" diyor, ufak bir kız böyle minicik, "Yazıklar olsun! Koca bir şeyhsin, başında lenger kadar sarığın var, sırtında İmâm-ı Azam cübbesi, kuyudan bir su çıkaramıyor musun dedi" diyor. "Kızım, kovasız, ipsiz nasıl su çıkar?" demiş. "Yazıklar olsun senin şeyhliğine" demiş, gelmiş, ufacık kız böyle, "Bismillahirrahmânirrahîm püfff", su böyle feverân etmiş, "Buyur abdestini al" demiş. Fesübhânallah! Hoca şaşırmış. Allâme-i cihân. Süleymân-ı Cezûlî Hazretleri, kendi anlatıyor. "Orada abdest aldık" diyor fakat yahu bu kadar ilim okuduk, parmak kadar çocuk nasıl bu kerâmete nâil oldu, bizim böyle şeyden haberimiz yok filan.
Çok adam öyledir. Seksen sene meydân-ı evliyâda dolaşır, Peygamber'i bir kere göremez. Yüz sene câminin kürsüsünde vaaz eder, bir kere bir kerâmete nâil olamaz. Muahbbetdir her şeyi bağlatan, aşkdır, muhabbetdir. İşin başı o. Yani sırrı bu, sırrı burada. Muhabbet ve aşk.
Gelmiş gece Şeyh Efendi, uykusu kaçmış. Bir o taraf dönüyor, bir bu tarafa dönüyor. Derken, haremi kalkmış, haremi, yavaşçacık. Demiş, "Gâliba abdest bozmaya kalkdı" demiş Şeyh Efendi. Bakmış kapıya gidiyor, sokak kapısına. Sokak kapısını açmış haremi, dışarı çıkmış. Çıkınca Şeyh de kalkmış, sırtına ferâcesini, başına tacını, peşinden. Nereye gidiyor kadın diye. Aaaa, dışarı bir çıkmış, dışarıda iki arslan bekliyor. Biri dişi biri erkek iki arslan, hanımı ortaya almışlar, biri önde biri arkada, denizin kenarına inmişler. Deniz varmış orada. O da peşinden, ne oluyor bunlar diye. Varmışlar denizin kenarına, kadın seccâdeyi suyun üstüne atmış ve karşıda bir adacık varmış orada, oraya gitmiş. Kadın orada ibâdetini ne kadar yapdıysa yapmış, tekrar postunu suya atmış gelmiş, arslanlar orada bekliyorlar. Şeyh Efendi onlardan evvel koşmuş gelmiş eve, yatağa yatmış. Kadın gelmiş eve, yatağına girmiş. Sabahleyin kalkmış, hemen tutmuş kadının elinden, "Sen bu kerâmete nereden erdin?" demiş. "Daha şimdi mi haberdar oldun" demiş. "Evet, bu gece. Böyle oldu hâdise, böyle oldu, onu düşünürken sen başıma iş çıkardın" demiş. "Yirmi seneden beri ben her gece teheccüd namazına giderim ben o adaya" demiş. "Neyle erdin bu kerâmete?". "Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme salât ü selâm okumakla" demiş. "Hangi salavât?". "Sorayım bir defa" demiş, söylemeye müsâade yok" demiş. Sonra sormuş, gelmiş, "Dediler ki, o âlim adamdır, bildiği salavâtları toplasın, bir kitâb yapsın, sana okusun, içinde varsa, söyle. Ama salavâtı gösterme". Onun üzerine oturmuş Süleymân-ı Cezûlî Hazretleri, Delâil'ül-Hayrât ve Meşâriku'l-Envâr diye kitâbı yazmış, meydana getirmiş, sonra karısına okumuş. "O salavâtdan iki yerde var" demiş. "Hangisi?". "Iıh, söylemem. Çünkü söylersen başka salavât okumazlar" demiş. O kitâb okunacak başdan aşağı.
Hani biliyor musun sen, gammazlık yapmaya lüzum yok. Aklıma geldi şimdi onun için söyleyeceğim. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm Tûr'a gitmiş, duâ etmek için, yağmur duâsına. Allah buyurmuş ki, "Yâ Mûsâ yağmur vermeyeceğim, içinizde gammaz var" demiş. Gammaz ne demek? Bir cemiyetden lafı alıp diğer cemiyete vermek. Laf taşıyan böyle ama bir de muhabbetle taşımak var. Seni bana ısındırıyor, beni sana ısındırıyor. O ayrı, o makbûl. Yağmur yağmayınca, Mûsâ aleyhisselâm demiş, "Yâ Rabbi, mahrûm etdin bizi", koca bir peygamber yâhu, kelîm, "Ben senin kelîminim. Bu da Hârun, kardeşim, bu da peygamber. Bizi mahrûm etdin yâ Rabbi". "İçinizde gammaz var" demiş. Hazret-i Mûsâ, "Yâ Rabbi o gammazı bana söyle, kimse onu getirmeyeyim bir daha". Demiş ki, "O gammazı haber vereyim de ben de mi gammaz olayım?" demiş Allah. Settâre'l-uyûb. Aradan bir müddet geçmiş, "Yâ Mûsâ, o gammaz öldü, farazâ Bayezid Câmisine getirdiler". Haydi Mûsâ Peygamber mescide, hangi mescidse o. Bir de gitmiş elli tâne cenâze var orada yatıyor. Demiş, "Yâ Rabbi, gammazı öğrenmeye geldik buraya, elli cenâze var, hangisi bunun?". "O gammazı bildirmemek için elli kişinin rûhunu kabz etdim" demiş, saklamak için onu.
Allahümme innî es'elüke tamâme'n-ni'me ve devâme'l-âfiye ve hüsne'l-hâtime, lillâhi'l-Fâtiha.