Bayezid Cami-i Şerifinde Sohbet - 2 Haziran 1984

2 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Dua
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Duâlara vuslat müyesser olur. Yani huzûrullaha arz olunur. Eğer Resûlullah sallallahu aleyhi vesselleme duâ esnâsında salavât getirilmezse, o vakit duâ yolunu kaybeder. Yani Allahu Teâlâ'ya arz olunmaz duâ, mefkûd kalır. Onun için dâimâ, duâların başında Allahu Teâlâ'ya hamd ü senâ, pey gamberlerin seyyidi olan bizim peygamberimiz, Allah'ın sevgilisi, Allah'ın mahbûbu, bizim peygamberimiz,  rahmeten-lil-âlemîn olan Efendimize salât u selâm okudukdan sonra Allah'dan istemeli, sonra arkasından da duâyı bitirirken gene salât  okumalı. Hem askerin önünde pişdar bulunur hem arkasında pişdar olur, askeri sağlam olarak götürür yerine. Duâ da böyle, hem önden salavât hem arkadan salavâtla beraber huzûrullaha arz olunur.

Oruçlu kimselerin duâsı müstecâbdır. Etdiği duâyı Allah kabûl eder, oruçlu ağızların duâsını. Oruçlunun duâsı müstecâbdır, uykusu tesbîhdir. Yalnız adam çekişdirmedikçe, küfertmedikçe, sebbetmedikçe, orucun sevâbını gidermedikçe. Oruç esnâsında sebbedilir, adam çekişdirilirse, adam eti yenilirse, orucun manevî kıymeti kalmaz. Farz yerini bulur ama manevî kıymeti kalmaz. Feyz alınmaz oruçdan. Onun için insan oruca sâhib olmalıdır. Diline bâhusûs. 

Her zaman insan diline sâhib olmalı ya. İnsanların selâmetliği lisânı hıfz etmekledir. Cenâb-ı Peygamber diyor ki, "İki ete sâhib olun" diyor, "iki etinize" diyor, "birisi bacağının arasındaki ete" diyor, yani donuna, uçkuruna, "birisi de iki çene arasındaki ete" diyor. Bu daha mühim bu. Allah dokuz gırtlak boğumu vermiş. Sonra diş kalesinin içine koymuş, dudak kalesinin içine koymuş, bir de irâde vermiş. İrâde kalesi içerisinde dil. Kendisi küçük, cürmü büyük. Cirmi küçük cürmü büyük dilin. Malûm ya dil adamı a'lâ-yı illiyyîne götürür, dil adamı esefel-i sâfilînine indirir. Cennetin, sekiz cennetin kapısını açdırmak isteyen, bir tevhîdle cenneti açdırır. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". Bak bu dille oldu. Gene cehennemin yedi derekâtını açdırmak isteyen de gene dille, ne yapar, bunu inkâr eder, böyle şey olmaz der, dille gene, olmaz der, o vakit olmaz olmaz olur, sonra o da derekâta gider. Onun için evvelâ dile sâhib olmak lâzım. 
Hattâ eski devirde terbiyeciler, rûh terbiyecileri, dil orucu verirlerdi, konuşdurmazlardı insanları. Konuşma orucu verirlerdi. Yemek içmekden müşküldür konuşmamak. Onu da heber vereyim sana. O oruç daha berbatdır. Hele bizim gibi olursa, hasta, konuşma hastası, felâket. Adama eziyet etmek için onu konuşdurmayacaksın. Başına adam koyacaksın. Onun için meselâ Hazret-i Meryem konuşmamakla emrolundu, oruçluydu o gün, lisan orucuydu onunki. "فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ fe eşârat ileyh" diyor bak Allahu Teâlâ. Bazı insanları konuşdurmamak lâzım. Hem hiç konuşmaması lâzım. Dilini kökünden kesmeli. Bazen keserler de, ateşden makasla, haberi olmadan. Onun için bazısının ağzına bakla koyarlar, bakla. Bazısına taş. 
Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk radıyallahu anh Hazretleri ağzına taş koyarmış. Yaaa! Çok mühim konuşduğum söz. Farz filan değil bizde lisan orucu ama terbiyeciler bunu yaparlar. İşte, Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk, taş koyarmış ağzına.  
Dinleyenlerden birisi, "Konuşmamak için mi?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki : 
Yok, konuşacak ama ya hayır konuş ya sükût et. Ağzına geleni dersen, eline geleni yersen, cehenneme gidersin. Ağzına geleni diyorsun, eline geleni yiyorsun, cehenneme gider adam sonra, neûzübillah. Ağzına koyarmış taşı, bir şey söyleyeceği vakitde, bu konuşacağım sözün nihâyetinde Hakk Teâlâ'yı kırar mıyız, Allah'ı üzer miyiz? Allah üzülür. Allah sevinir. Münezzehdir ama akâidde böyledir. Cenâb-ı Hakk'ı üzer miyim, Hakk Teâlâ'nın indinde bu mergûb mu olur, mahbûb mu olur yoksa matrûd mu olur sözüm? Ondan sonra, makbûlse, çıkarır ağzından konuşurlarmış, Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk. Bekir Ağa değil. Ebûbekir Sıddîk. Hani Allahu Teâlâ, Kur`ân'da, "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ fî mak'adı sıdkin 'inde melîkin muktedir" diyor ya, "mak'ad-ı sıdka giderler, muktedir olan melîkin yanında" diyor. O makâma yükselmiş zât o. En yüksek makâm, sıddîkiyyet. 
Diğerlerinde yok mu? Hazret-i Ömer'de. Onda da var sıddîkiyyet. Osman'da da var. Ali'de de var. Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn. Ömer âdil, Ebûbekir'de adâlet yok mu? Var. Ömer'de de adâlet var, Osman'da da adâlet var, Ali'de de adâlet var. Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn. Hepsinde bir sıfat zâhir olmuş da o sıfatla onları isimlendirmişler, o şerefle. Hepsi var hepsinde. Hazret-i Muhammed'in mektebinde okuyan zevât bunlar. Hazret-i Muhammed'in mektebinin hocası Allahu Teâlâ. O Resûlüne söylemiş, Resûlü de onları terbiye etmiş, yirmi üç senede. 
Halbuki Resûl-i Ekrem bir bakışda adamı terbiye eder. Hattâ evliyâlar bile yapar o işi. Bir baksın böyle, hâki kimyâ eder. O evli ya var bir tâne, evli ya, o başka. Evli, o başka. Bekâr değil o, evli. Evliyâdan bahsediyoruz .Evliyâ, Allah dostları. Allah'ın dostlarına evliyâ derler. 
Hepimiz evliyâyız elhamdülillah. Yanlız iki kısımdır. Evliyâ-i âmme vardır, evliyâ-i hâssa vardır. Allah'ın dostları mü'minler, namaz kılsın kılmasın, oruç tutsun tutmasın, "Muhammedü'r-Resûlullah" deyip inanıyorlarsa, çirkin, tutmamaları, kılmamaları çok çirkin, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyorlarsa, inandılarsa buna, lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk, bunlar mü'mindirler, Allah'ın dostudur. Tabii namaz kılarsa, o vakit onun yeri değişir. Çünkü namaz Resûl-i Ekrem'in gözünün nûrudur. "Es-salât kurrati aynî" buyurmuş o Mahbûb-i Kibriyâ, "Namaz gözümün nûru" demiş. O nasıl kırılır şimdi. Peygamber'i seviyorsan. Peygamber'i seven Allah'ı sever. Çünkü Allah, "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي kul in küntüm tuhibbûnallâhe yettebiûnî" buyuruyor. Hattâ ne söylüyor Yûnus Emre? "Milletin kalbini kırarsan kıldığın namaz namaz değildir" diyor. 
Ya ahkâm-ı ilâhiyyeyi terk edenlerin yapdıkları îmân îmân olur mu acaba? Onu söylemiyor alt tarafında. Hep namazdan mı bahsediyorsun. Hep zâhidler bize çatıyorlar. Bak şimdi. O sofuların işi yok, zâhidlerin, hep bize çatıyorlar. Ulan başka adam mı yok çatacak! Papaza çatsana! Allah Allah! Papaya çatmıyor, hahambaşına çatmıyor, geliyor bana çatıyor, Muzaffer Hoca'ya, bak şimdi!  Ne lüzum var yâhu, niye çatıyorsun. Git papaza çat. 

Bir de bakla koyma meselesi var ağıza. Herif gitmiş, oraya gitmiş, buraya gitmiş, rûhiyyatçıların yanına, o devirde rûh terbiye ediyorlar, nefis terbiyesi. Her yerden pabuçlarını çeviriyorlar. Eskiden dergâhlara giden adam terbiyesizlik yapdı mı onun pabucunu çevirirlerdi. Ters çevirirlerdi. 
Şimdi meselâ, bu cemaatin içerisinden pek az kimse bilir, câmiden nasıl çıkılır ve câmiye nasıl girilir. Öğrenmemişiz. Meselâ câmiden çıkarken pabuçları nasıl koyacağız? Farazâ. Bir tânesi bu. Pabuçların uçlarını kıbleye karşı çevireceğiz, öyle giyeceğiz ayakkabıyı. Ters çevirirsen, domalırsın kıbleye karşı, terbiyesizlik yapmış olursun. Top arabısını kıbleye çevirirsin. Ayakkabıların ucunu böyle çevirirsek, o vakit rükû etmiş oluruz kıbleye karşı, hürmetkârâne çıkılmış olur. 
Hattâ Osman Paşa'yı Çar huzûruna alacağı vakitde, "bu müslümandır" demiş "bana hürmet etmez, ne yapalım, çadırın kapısını alçaltalım, eğiltelim Paşa'yı" demiş. "Paşa boynunu eğsin aşağı, girerken çadırdan içeriye. Başını eğmez müslüman benim karşımda" demiş. Osman Paşa gelmiş, arkasını dönmüş, öyle içeri girmiş, Çar'a karşı. O, mecbûren rükû etdirmek istiyor kendisine. 
Şimdi, mü'minler de câmiden çıkarken top arabasını kıbleye çevirmeye cekler. Ne olacak? Böyle giyecekler ki kıbleye karşı rükû edeler. "Ama bu kalabalıkda olur mu efendi?". Olmaz şimdi. "ez-zarûrât tubîhü'l-mahzûrât"dır, o ayrı davâ. Sen bu kalabalıkda bunu yapmaya kalkma, dayak yersin kapının dışında, "Ulan yürüsene" diye. 
Zâten câmiye gelmiş herif, oruç tutmuş kafasını, bir alay küfür ediyor orada, kapının dışında. "Ne oldu?". "Oruç tutmuş" dediler bana. Gitdim yanına sokuldum, "Bana bak, oruç tutup küfredeceğine, karnını doyur şükret". Nene lâzım aç duruyorsun boşuna, bedâva yere. Ne bu? Oruç tutuyormuş. Ana avrat, dîn îmân küfrediyor. Oruç filan kalmadı, ne oruç kaldı ne bir şey kaldı. 
Şimdi, tekkelerde de bakla koyarlar. Bir çok tekkelere gitmiş, oradan ayakkabısını ters çevirmişler, çıkarmışlar hazreti oradan. Sonra bir dergâha gelmiş, Efendi bakmış şöyle onun yüzüne. 
Evliyâullahın nazarı arslan gibidir. İnsanların kalbi ve sâir a'zâ-i cevâhirinin iç tarafı orman gibidir. Nasıl ki arslan ormanda bî-pervâ dolaşırsa, ehlullah da kalblere öyle nüfûz eder. Münkir bâtını görmez. Ehlullah bâtını görür. Allah görür bâtını. Onlar Allah nazarıyla nazar etdikleri için bâtını görürler. Onun için Resûl-i Ekrem buyuruyor ki, sultân-ı enbiyâ, "ittekû firâsete'l-mü'mînine fe innehû yenzuru bi nûrillah". Siz mü'minlerin ferâsetinden korkunuz, onlar bakdığı vakitde böyle, Allah nazarıyla bakarlar, görürler diyor.
"Senin nedir kusurun bakayım?". "Aman efendim, bizde kusur mu arıyorsunuz, arabasıyla". "En büyük kusurun ne bakayım?". "Efendim lisânıma sâhib olamıyorum ben". "Ne oluyor?". "İşte yanlışlık gördüm mü küfrediyorum". "Gel bakayım buraya, aç ağzını" demiş, bir bakla çıkarmış, "koy ağzına. Terbiye edeceğiz". "Ne olacak bu bakla? Yiyecem mi efendim?". "Yemeyeceksin. Kuru bakla bu, ıslanasıya kadar ağzında duracak. Böyle bir şeye kızdığın vakitde, küfür edeceğin vakitde, dilinin ucuna getirirsin bunu, küfredeceğine, şükret Allah'a, hasbünallâhu ve ni'me'l-vekîl de. Bak ne kadar güzel". 
Herkesin tesbîhi değildir o hasbünallâhu ve ni'me'l-vekîl. O ehlinin tesbîhidir. Bize istiğfar düşer. O hasbünallâhu ve ni'me'l-vekîl en yüksek rütbede olan evliyâullahın tesbîhidir. Biz istiğfar çekeceğiz biz, estağfirullahe'l-azîm. Günahlara tövbe. Bizim başımıza gelen belâlar, yapdığımız günahların seyyiesini görüyoruz. Hasbünallah, büyük büyük büyük tesbîhât o. Çekdikçe belâ gelir adamın başına, ehli olmazsa. Kılıcını vurmasını bilmeyen kendine vurur kılıcı. Geçiyor. Efendime söyleyeyim. "Ama bizin hoca öyle söyledi". Hoca bilmez, hocanın işi değil o iş. O başka şey o. Neyse. 
Bakla. Kaça kilosu? Vaktiyle üç kuruşdu be, kimse yemiyordu baklayı. Eşek bahlası diye. Şimdi baklava gibi oldu. Neyse, elhamdülillah. Allah kıymet veriyor nimetlerine. Bize kıymetlerini bildiriyor. Ekmek için iffetini satıyordu millet, sonra başladılar ekmekle dudaklarını silip, çatal silip sokağa atmaya. İffet sattılar, iffet! Ben yetişdim, biliyorum. İffet satıldı, ekmek için. Bir ekmeğe iffet satıldı. Şimdi unutuldu, dudak siliyor herif, çatal siliyor sonra sokağa atıyor. Çok işler var konuşacağım ama duâ edin iftara yakın geliyoruz. 
Gelmiş hazret, bakmış orada güzel bir kız yer süpürüyor. Böyle kara gözlü, kara kaşlı, kırmızı yanaklı, zülüfleri böyle yana sarkmış böyle, güzel bir çocuk, kız. Son tekkeden kovulmasına sebeb olmuş o dervîşin. Sormuş ismi ne, Marya demişler. Bakmış böyle, demiş, "Yâ Rabbi bu da yanar mı yani" demiş. Tekkeye gidince efendisi çevirmiş ayakkabıları. "Allah'ın işine ne karışıyorsun!" demiş. 
Bir tânesi diyor ki, "Şam da ben böyle bir şeye karışdım, güzel bir delikanlı gördüm, sordum" diyor, "ne milletdensin diye, ben hıristiyanım dedi" diyor. "Yâ Rabbi, bunun sonu nihâyet ateş, cehenneme bunu nasıl sokarsın, bu güzel çocuğu diye söyledim, kırk sene benim sadrım kapandı" diyor, "feyz alamadım" diyor.
Allah'ın işine sakın karışma!  Sen hâline şükret. Senin başına hangi takke giydirildi, hangi külâh altıdasın sen, ona şükret sen. Karışma öyle şeylere. Allah'ın işine burnunu sokma! 
Ağzına baklayı koymuş, haydi bakalım. Şimdi, gidiyorlar yolda molda filan. Giderken yolda hava yağmurluymuş, şeyh efendi önden gidiyor, arkadan bizim dervîş geliyor. Kadının biri pencereye vurmuş, tak tak tak tak böyle. "Efendi Hazretleri biraz durur musunuz?" demiş kadın. Durmuşlar. Demiş, "Dervîş" demiş, "İbrahim", "Lebbeyk efendim", "Cansa bizim, malsa senin" demiş, "bakalım ne çıkacak?" demiş. Memnûn olmuş dervîş. Ağzında baklası var ama, baklayı çıkarıp konuşuyor. Bir müddet sonra kadın, "Efendi gidebilirsin". Demiş, "Kızım bizi ne tuttun buradan, ne gönderiyorsun şimdi?". "Yumurtaları kuluçka basdım" demiş, "Evet?", o arada yağmur yağmış, efendi iyice ıslanmış aşağıda, "yumurtaları gösterdim, sizin tâcınızın hotozuna benzesin horozların ibiği diye, onun için bekletdim sizi". "Hah, Dervîş İbrâhim", "Lebbeyk efendim", "Çıkar ağzından baklayı", "Ne olacak?", "Küfret şimdi buraya, yeri geldi şimdi". Yerinde yapacaksın her şeyi. Yerinde olursa ecir alırsın. Ben şimdi âyet okutacağım, onun için anlatdım bunu ben, bedâva değil. "فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ fe men yekfür bi't-tâgûti ve yü'min billah". Tâgûta kim küfretmezse o adam mü'min olmaz. Tâgût, puta yani puta. Onu söylüyoruz, onu anlatıyoruz. Havâî filan konuşmadık yani. Hikâye ama hikâye değil. Anlayana sivri sinek saz. 
www.muzafferozak.com
Listeye geri dön