13 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Şehzâdebaşı'yla Vezneciler arasında bir câmi vardı, ismi Ali Yazıcı Câmisi. O zâtın iki câmisi vardı, ikisi de yola gitdi, yıkıldı. Birisi Aksaray'da, orada kadınlara vaaz ederdik, ederdim ben. Aksaray'da. Burada da kadın ve erkek karışık. Yatsı namazına geliyorum câmiye, koşarak. Yemek yedik evde, fakîrhâne Süleymâniye'de. Fakîrhâne Süleymâniye'de, yemek yedim, oradan Yatsı namazına câmiye geliyorum. Akşam namazını câmide kıldırıp eve git, yemek ye, oradan tekrar dön, vakit daralıyor yani.Halbuki akşamla yatsı arasındaki vakit, vakt-i ebrekedir, vakt-i ebreke. Yani mübârek vakitdir. Duâların müstecâb olacağı vakitdir. İbâdet vaktidir, o yatsıyla akşam arası. Çok mühim, ehemm-i mühim yani. Ehlullah ne gördülerse, o zamanda görmüşler, haber vermişler.Meselâ o vakit, salât-ı ebeveyn kılınır. Salât-ı ebeveyn demek yani insan annesinin babasının hayâtındayken hakkını yerine getiremediyse, cehâletle, anası babası ölmüş, akşamla yatsı arası dört rekat namaz kılınır, salât-ı ebeveyn yani ana baba namazı derler ona Türkçeye tercüme etdiğimiz vakitde, dört rekat namaz kılar, onların rûhuna bağışlar. Ve onlar da âhiretde ondan râzı olurlar yani, râzı gitmedilerse. Tabii bu yalnız anaya babaya karşı âk olanlar için değil, insan annesini babasını hoşnud da etse gene böyle bir iltifatda, lutufda bulunmalıdır, bazı bazı, ehyânen bir. Akşamla yatsı arasında namaz kılmalı, ebeveyninin rûhuna göndermelidir. Hattâ ana baba sağ olsa, gene bu namazı kılmalı, onların defter-i a'mâline sevâbını göndermelidir. O da olur, câiz olur öyle. Beş vakit namaz olmaz. Ondan gayrısı olur, nevâfil namazlar, nâfileler. Akşamla yatsı arası ehemm-i mühüm vakitlerden.
Efendim koşa koşa gidiyordum, "tak tak tak" pencereyi vurdular. "Aman Hocaefendi yukarı gel" filan dediler bana bağırdılar. Ben dedim, "Ezân okunuyor, gideyim, yatsıyı kıldıracağım". Dediler, "Yok, hasta var yukarıda" dediler, "hâlet-i nezi'de".
Yani şimdi koma diyorlar ona koma. Nereden çıkarmışlar koma, hâlet-i nezi' derler ona. Ölüm ânında bir adam, hâlet-i nezi' derler ona. İnsan o hâle geldiği vakitde âhiret âleminde gideceği yeri görür. Yani bir adam âhiretden istiyorsa bir şey anlamayı, görmeyi, işte o ân geldiği vakitde, onun gözünden perdeyi kaldırırlar. Ehl-i cennetse cenneti gösterirler. Ehl-i nâr ise nârı gösterirler. Hiç kimsenin rûhu gideceği yeri görmeden kabz olunmaz.
Onun için Cenâb-ı Allah bize hayırlı ömürler versin. Bu hayırlı ömür de neye yara bilir misin? Sıhhatli ömüre, ibâdetli ömüre hayırlı ömür derler. Ondan gayrısı, yemiş, içmiş, Allah'a karşı azmış filan, o hayırlı ömür değil o. İsyân dolmuş defter-i a'mâline. Allah muhâfaza buyursun. Felâket olur yani. Felâket olur. Tabutlar boş gitmiyor âhirete giderken. İçinde adam var ama bir de onun a'mâl-i hayriyyesi yâhud a'mâl-i şerriyyesi yani kötü işleri ve iyi işleri oluyor tabutun içerisinde, beraber gidiyorlar.
Allah bize bizden yakındır, biz Hakk'a uzağız. İbâdet ve tâatla, muhabbetle, biz Allah'a yakın oluruz. Esteîzübillah, "وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ve nahnu akrebu ileyhi min habli'l-verîd, ben size can damarınızdan daha yakınım" diyor Hazret-i Allah. Biz de şimdi Hakk'a yakın olmak için, ibâdet ve tâatla. Hattâ o beş vakit namazlar, zekâtlar, haclar, oruçlardan başka da insan nâfile ibâdetler yapmalı. Nâfile ibâdet demek, boşa gitdi, nâfile oldu, o manâya değil sakın hâ! Ters anlama. Allah'a olan aşkını ve kulluğunu Cenâb-ı Hakk'a takdîm ediyorsun yani. Sana emir vermediği hâlde Cenâb-ı Hakk'a ibâdetde bulunuyorsun. Allah'a olan muhabbetini, itâatini gösteriyorsun. Hattâ Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki, "Nâfile ibâdet ile, tâat ile ben kullarıma öyle yaklaşırım ki, yâhud kullar bana öyle yaklaşırlar ki, onların gördüğü göz ben olurum, söylediği söz ben olurum, işittiği kulak ben olurum, tuttuğu el ben olurum, yürüdüğü ayak ben olurum" diyor Cenâb-ı Hakk. Nevâfil o kadar mühim. Nâfile ibâdetler yani. Ama tabii farz dururken nâfileye dalmamalı insan. Borcu varken sadaka verilmez, evvelâ borç ödenmesi lâzım. Bir çok bizim zavallı insanlarımız var, düşünemiyorlar bunu, borcu olduğu hâlde sadaka veriyor. Yâhu borcunu ödesene sen evvelâ. Bir defa o borçdan kurtul. İbâdet ve tâat kulun boynunun borcudur ve teşekkürüdür Allah'a.
Zîrâ bak düşünelim şöyle. Sana birisi bir sigara verse. İçmeyenler varsa kızmasınlar hâ! Ben içmeyene kızmam, o da içene kızmasın. Sana bir sigara birisi verse, senin de o adamdan hiç bir alacağın olmasa o kimseden, yani sana ihsân etse yani ikrâm etse, ne diyorsun mukâbilinde? "Teşekkür ederim" dersin. Etmek boynumuzun borcudur. "Lem yeşküri'n-nâs lem yeşkürillah" yani "kula teşekkür etmeyen Allah'a teşekkür etmiş olmaz". Kula teşekkür, Hakk'a teşekkürdür. Kula ihânet, Allah'a ihânetdir. Kula muhabbet, Allah'a muhabbetdir.
Allah göğe ve yere sığmadı, temiz kalblere sığdı, kalb-i selîme sığdı Cenâb-ı Allah, oraya tecellî etdi. Sen de,
Hâne ma'mûr olmayınca, temiz olmayınca, ma'mûr olmayınca, oraya büyükleri getirmezler, büyükler gelmez oraya. O büyükler ki bizim cinsimizden. Et ile kana bürünmüş, Yûnus diye görünmüş. Hakk Teâlâ onlardan münezzeh değil mi? İşte o semâvâta, arda sığmayan Allah, temiz kalbe sığar, tecellî eder. Kalbini tathîr et, temizle. Allah'ın sevmediği sıfatları kalbinden çıkar dışarı.Ha şimdi, sigarayı veren adama teşekkür etmek lâzım, etmemiz lâzım, etmezsek hayvandan farkımız kalmaz. İyiliği bilmeyen adam, insan sayılmaz o. Hattâ Türkçemizde bizim âbâ u ecdâdımız ın talîm etdiği bir kâide vardır. "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" derler bizde. Bak bak bak, babalarımız bize nasıl talîm etmişler iyiliği. Evet efendim, teşekkür etmesi lâzım. Ha şimdi, cigarayı veren adama teşekkür var, cigara içmek için sana ağzı veren Allah'a teşekkür etmeyecek misin? İşte o teşekkür, namazdır. O teşekkür, Allah'ı zikretmekdir. O teşekkür, hak konuşmakdır. O teşekkür, hakkı tavsiye etmekdir. O teşekkür, Hakk'a hamd etmekdir. O teşekkür, insanları iyiliğe ve hayra götürmekdir. Yaaa! Pantalon verdi herif, secde etdik. Secde ediyoruz böyle, aman pantolon verdi diye. Ya pantolonu giymek için kıçı veren Allah'a secde etmeyecek misin hiç? Kıçın olmasa pantolonu nereye giyeceksin be! Ayakkabıyı verene rükû' var, ayakkabıyı giymek için ayağı veren Allah'a rükû' etmeyecek misin? Ayakkabı var ama ayak olmasa ne yapacaksın? Altın tasın varmış, içine kan kusuyormuşsun, neye yaradı?
Sonra, çok zenginiz biz, sen bakarsan böyle, bir karıştırırsan kendimizi. "Ben fukarayım" diyen adamın milyoner olduğunu isbât ederim yani. Kolunu kaça verir, bir tânesini? Öteki kolunu kaça verir? Gözünün bir tânesini kaça verir? Kirpiklerinin tânesini bana kaç paraya yoldurur? Kolunu, tırnaklarını, dişlerini. Çürüklerini değil ama. Çürüklerini parayla çıkartıyorsun. Midesini, böbreklerini? Bak kaç milyon oldu. Bir hesaplayalım bak ne çıkacak.Bir de îmân var bizde, elhamdülillah. Mü'minler. Oooo en büyük saâdet, en büyük saâdet! Hiç kimsenin olmadığı yerde sana destegîr olan, arkadaş olan îmânındır senin. Öyle zaman olur ki insan denizin ortasında kalır, gemi batar, tek başına kalırsın. Bir tahtaya sarılırsın. Dalga kalkar semâlara. Îmânı varsa kurtulur. Îmânı yoksa gider. Hattâ bâtıla îmân bile öyledir. Îmân o kadar mühimdir ki, bâtıla da îmân etse, gene bir kurtuluş çâresi bulur bâtılda. Ama bizimki hakka îmândır ki bizimki ne kadar güzel.Efendime söyleyeyim, ibâdet ve tâat yapması lâzımdır her kulun. Hattâ şöyle toparlayalım. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet et. Ateşe tahammül edeceğin kadar günah işle. Sana iki tâne düstûr vereyim ben. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet et. Ateşe tahammül edeceğin kadar günah işle. Cehennemde ateş yok, buradan götürüyorsun ateşi."Aman Efendi gel" dediler, yukarıda pencereden. Dedim, "Yâhu ben şimdi namaza gidiyorum câmiye, imâmım ben".Bektâşî'ye sormuşlar, "Beynamaz kim? demişler, "İmâmla müezzin" demiş. "Erenler neden?" demişler, "Maaş vermesen câmiye uğramaz" demiş. Onlar maaş için geliyor, diğer mü'minler maaşsız gidiyor câmiye. Ama bizim imâmları, müezzinleri tenzîh ederiz bunlardan. Ben bazen şaka yaparım.
"Aman gel!". Dedim, "İşim var, câmiye gidiyorum, namazı kıldırayım, namazı kıldırıp geleceğim şimdi". İftah ayneyk! "Namazı kıldırayım geleyim" dedim. Geldim câmiye, neyse hemen müezzin kâmet etdi. O vakit kâmet Türkçeydi. "Namaz başladı, namaz başladı" filan, biz geçdik mihrâba. Sonra döndüm halka karşı, cemaatin yüzüne karşı, "Allahüekber" dedim. "Efendi, ne yapıyorsun?" dediler, "yüzyüze olmaz namaz!". "Yâhu arkama oluyor da yüzüme niye olmasın?". İnsanın arkasına namaz oluyor da yüzüne niye olmasın? Kerahati varmış. Neyse. Yatsı namazını kıldırdık.Mücâdele, muhârebe, cemâat imâmla uğraşıyor. Ulan sen câmiye namaza mı geliyorsun, yoksa imâmla uğraşmaya mı!Gelmiş bir zât-ı muhtereme bir adam, adam sûretinde adam, "Efendim" demiş, "ne yapayım ben cennete gitmek için" demiş, "bana bir yol göster cennete gideyim". O zât demiş ki, "Câmiye gitme, anlıyor musun?". "Sonra?". "Mukâbele dinleme. Evinde otur, kafayı çek". "Eee sonra?". "Yat kalk, sana kâfî o, cennete gidersin" demiş. "Aman efendim, ben hangi mürşide gitdiysem, hangi hocaya gitdimse ben, namaz kıl, câmiye git, dedi". "Gitme evlâdım, sen gitme! Sen câmiye gidersen cehenneme gidersin çocuğum. Ben sana ne diyorum, sen benim sözümü dilemeyecek misin? Mürşid diye gelmişsin bana buraya. Sen ahlaksızsın, huysuzsun, sen câmiye gitdiğin vakitd imamla, câmiyle, müezzinle uğraşırsın sen, halkın kalbini kırarsın, cehenneme gidersin. Evde oturursan, kimseye zararın olmaz senin. Sen zararlı adamsın, evde otur. Kafayı da çek. Neden? Çünkü ben günah yapıyorum diye ağlar sızlarsın, Allah'ın rahmetine müstehak olursun, Sende ucub var câmiye gidersen, benden başka müslüman yok, herkes cehenneme ben cennete diye düşünürsün. Onun için sen camiye gidersen cehenneme gidersin" demiş.
Sultan Mahmud Han, çağırtmış ressamını, cennetmekân Sultan Mahmud Han, dedi, "Bir cennet resmi yap bakayım" dedi ressamına, "cennet resmi yap" dedi. Hayâlden yapdı adam. Kur`ân-ı Kerîm'den aldığı ilhâm ile. "cennâtin tecrî min tahtihe'l-enhâru, hâlidîne fîhâ ebedâ" filan. Yapdı adam. Ağaçlar, dereler, nehirler akıyor, bal nehir, süt nehri, şarap nehri, su nehri filan. Yapdı etdi filan. İçine bir sarıklı adam koymuş, oturtmuş. Bir tâne. Sultana vermiş resmi. Sultan bakmış bakmış, "Yâhu" demiş, "güzel olmuş bu resim içinde bunun bir kişi var, kim bu?". "Efendim, zât-ı şâhânenin imâmından başka cennete girecek kimse olmadığından dolayı, bir tek onu koydum cennete" demiş.Ulan sana mı cennet bahşedildi? Eşek ahırı değilki orası! Allah'ın rahmetidir, Allah'ın rahmeti. Bütün Ümmet-i Muhammed'in affını Allah'dan isteyeceksin. "Yâ Rabbi, oruç tutanlara tutmayanları bağışla, namaz kılanlara namaz kılmayanları bağışla". Bir adam zikrullaha gelse, zikretmese, otursa orada, zikrullah yapanlarla beraber, Cenâb-ı Allah aynı sevabı verir onlara. Onlara bağışlanırlar. Duâ edeceksin dâimâ. Öyle kötülükle, fenâlıkla değil. Şeytanın verdiği iğvadır o. "Senden daha sofusu yok, bak işte herkes oruç yiyor, bilmem ne yapıyor" filan. Sonra oturursun bir de adamı gıybet edersin, oturursun kahvede, şurada, burada.Gıybet ne biliyor musun? Zinâdan daha berbaddır. Ve kâle'n-nebiyyü aleyhissalâtü vesselâm, "El-gıybetü eşeddün mine'z-zinâ". O zina var bir tâne zina, hani küçükken tutar bacağına ip bağlardık, gül ağaçlarında bulunurdu filan, o değil. Zinâ yani gayr-i meşrû kadınla yatıp kalkmak. Ne kadar ağır cezâsı! Ne kadar kötü Dîn-i İslâm'da! Böyle olmasına rağmen adam çekiştirmek, daha kötüdür. Şimdi o sofu, kendini büyük görür böyle, herkesi, ibâdullahı kötü görür, alçak görür, denî görür ve sonra cehenneme gider o, haberi olmaz. Halbuki duâ etmesi lâzımdır.Bak görmüyor musun Seyyidinâ Ebâbekir'i? Bak büyükler nasıl yapmışlar. Kim o Ebâbekir Sıddîk? Resûl-i Ekrem'in ilk halîfesi, Peygamber'in kayınpederi, ilk îmân eden, Resûl-i Ekrem'le berâber Mekke'den Medîne'ye hicret eden zât, Allah'ın emriyle. Duâsı böyle : "Yâ Rabbi, Ebûbekir'in vücûdunu büyüt büyüt büyüt büyüt, cehennemi benim vücudumla doldur, orada diğer müminlere, kimseye yanacak yer kalmasın". Bak böyle olacaksın, fedâkâr olacaksın.
Niçin Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem rahmeten-lil-âlemîn'dir? Cümle enbiyâ şefâatden âciz kalacak, Peygamber şefâat edecek. Niçin Nûh aleyhisselâmı Allah şefâat-i kübrâdan mahrûm etmişdir? Kâfirlerin kahrı için duâ etdiği içindir. Peygamberimizin dişini kırdılar, "Aman yâ Rabbi, beni bunlar bilmiyorlar, benim kavmime hidâyet et, bunlar bilmiyor beni Yâ Rabbi" diye duâ etdi. Korkdu, kavmine azâb gelecek diye. Onların Allah'dan affını istiyor. Sen görmüyor musun Peygamber'i? Onun için hep duâ edeceksin.Buraya gelirken görüyorum, gençler oturuyorlar, hep duâ ediyorum, "Yâ Rabbi, dünyâda bunları şen etdin, bunlara ikrâm etdin, böyle Ramazan gününde, âhiretde de ikrâm et, ver bol bol". O yerse benim rızkımı yiyecek değil ya. Cennet geniş, dünyâda da büyük bir sofrası var Allah'ın. O sofranın başına herkes oturur, Cenâb-ı Hakk'ın sofrasından yer, dinlisi dinsizi, donlusu donsuzu, çişlisi çissizi, bitlisi, bitsizi. Sofra-i ilâhiyyeden.Duâ edeceksin dâimâ. Duâ ile dağlar devrilir, kâfirler îmâna gelir, âsîler affolur. Duâ mü'minin silâhıdır. Gömüyor musun, Cenâb-ı Peygamber sıkılınca dedi, "Yâ Rabbi, iki Ebe'l-Hakem'den birisiyle İslâm'ı teyid et, bana yardımcı gönder, îmân etdir yâ Rabbi, bunlardan bir tânesini". Kim o? Biri Ebûcehil, biri Ömer. Gâyetle âsî idi Ömer ibn Hattâb müslümanların en büyük düşmanıydı, Ebûcehil kadar düşmanıydı ehl-i islâmın. Efendimiz bir duâ etdi, Ömer müslüman oldu. Onun için dâimâ duâ edeceksin. Katiyyen kötülük yok, öyle bedduâ etmek, gözü çıksın, gözü patlasın filan demek yok. "Gözün kör olsun" diye edersen, ben sana onun manâsını öğreteyim, o öyle anlasın, sen öyle niyetle söyleme onu, "Allah'dan başkasını görme" de. "Gözün kör olsun, Allah'dan başkasını görme", o manâya söyle sen onu. Allah'dan gayrına gözün kör olsun de. Yaaa, böyle.Resûl-i Ekrem, sallallahu aleyhi vesellem, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ, serâpâ Allah'ın Rahmân ve Rahîm esmâlarının ve Hâdî esmâlarının ve Mahbûb esmâlarının ve Matlûb esmâlarının tecelliyâtıdır. Onun için rahmeten-lil-âlemîndir Peygamberimiz. Onun için O'nun ümmeti de öyle, dâimâ duâhân olacağız, insanların, kötülerin kurtulması için duâ edeceğiz.O bilmez o, ezanı durdurmaya çalışıyor. Sabahleyin rahatsız oluyormuş. Düşünmüyor ki benim âbâ ü ecdâdım bu memlekete geldi, burada ezan okunsun diye kanını canını verdi burası için. Sen şimdi kalk, hem de onun torunu kalk, burada ezan okunmasın diye uğraş. Neymiş sabahleyin rahatsız oluyormuş. Bu insanlık değil ama buna duâ edeceğiz, "Yâ Rabbi ezanın ne olduğunu buna tattır, bildir" diyeceksin. Ezandaki zevki duysa. Amerikalı bir duymuş ezandaki zevki. Mısır'da ezan Allahüekber der demez, "Bu ne bu ?" demiş. "Ezan" demişler. "Yâhu ben aya ilk basdığım vakitde bunu işittim ayda" demiş astronot. Mecmuada yazıyor. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" deyip îmân etmiş. Bak gördün mü, ezanın zevkini duydu işte.Kötülük yok. Müslümanın elinden dilinden kötülük gelmez. Haaa! Biz kahraman milletiz, harbde, gazâda, hudûd hâricinde düşmana karşı, nâmûs, ırz, dîn, diyânet, îmân düşmanlarına karşı mücâdele yaparız. Vururuz, sonra suyunu da veririz, yarasını da sararız, müslümanız çünkü. Yani vurdukdan sonra ikinci kurşunu atamazsın, haramdır senin için, olmaz öyle şey. Vuruldu mu, eli çekildi mi harbden, hâric-i harb oldu mu, suyunu vereceksin. Kendi suyun kalmasa, ona içireceksin, düşmanına içireceksin. İslâm bunu emrediyor.Biz gelelim şimdi. Namazı kıldırdık. Döndüm geldim kapıyı çaldım, içeri aldılar beni. Bakdım yatıyor bir delikanlı. Aaaa cumaları benim arkama gelir, cuma namazlarını bende kılar, beni dinlerdi. Uzakdan beni görür, beni severdi. Konuşmuyorduk böyle ama ben de onu çok severdim, gayr-ı irâdî. Böyle câmide kıbleye arkamı dönüp, cemaate yüzümü dönüyorum, bakıyorum, böyle nûrânî sîmâlar karşımda, hepsinin alnında eser-i secde var, yüzlerinde nûr-i Muhammedî var. O yavrucağı severdim, görürdüm. O veremmiş, rahatsızmış. Ölüm hâlinde. Dediler böyle böyle, "Efendi çok ağır, gidiyor" filan dediler. Gitdim yanına oturdum. "Nasılsın iyi misin yavrucuğum? Maşallah seni iyi gördüm" filan dedim. Hemen, bak dinliyor musunuz efendiler, hemen başını çevirdi bana dedi ki, benimle beraber kadınlar içeri girdiler, kadınlar girdi hastanın yanına, bana dedi ki, "Hocaefendi" dedi, "kadınlara söyle dışarı çıksınlar" dedi. "Neden evlâdım? Onlar senin ablaların, kardeşlerin, teyzelerin, komşular filan". "Onlar içeri girdi, benim burada misâfirlerim vardı, misâfirler dışarı çıkdılar" dedi. "Kadınlar içeri girince bizim misâfirler dışarı çıkdı" dedi. "Peki öyleyse. Hanımlar, haydi bakayım siz dışarı çıkın, ben şimdi hastayı okuyacağım biraz" dedim, "haydi dışarı çıkın". Çıkdılar. "Geldiler mi?". "Geldiler" dedi, "oturuyorlar şimdi karşımda".
Cennetin müjdecileri gelmiş. Çünkü Kur`ân'da ne diyor Cenâb-ı Allah, esteîzübillah, "اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ". Daha altı var. "نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ". Böyle denizden katre, şemsden zerre olarak bir tercüme edelim bu âyeti. Şu kimseler ki, şu kutlu kişiler, Rabbimiz Allah dediler, sonra müstakîm oldular. Ellerine, ayaklarına, gözlerine, kulaklarına, kalberine, a'zâ ve cevâhirlerine sâhib oldular ve dürüst, özü doğru, sözü doğru oldular, bulundular. Bunlara ölüm ânında diyor Cenâb-ı Allah, melekler gönderirim ben diyor, müjdeci melekler gönderirim. Müjdeci melekler gelir der ki bunlara, görünürler, "ellâ tehâfû, korkma gitdiğin yerden". Çünkü insan bilmediği bir yere gidecek, korkar, çekinir. Tek başına gidiyorsun. "ellâ tehâfû, korkma", "velâ tahzenû, mahzûn da olma". Neye? Bırakdıklarına. Mal, mülk, kasa, kese. On tâne fakülte bitirmişsin, hepsinin diploması dışarıda burada. Doktor olmuşsun faydası yok. Mal, mülk, kasa, paralar da öyle. Yatırmışsın Kastelli'ye yatırmışsın Kastelli'ye, yatırmışsın, yatırmışsın, sonra banka defterleri hep kayıtlanmış böyle. Senedler, menedler filan hiç birisi fayda etmez, hepsini bırakıp gidiyorsun. "Mahzûn olma!" diyorlar, şimdi melekler geliyor. Bırakdığın arazine, evine, barkına, çoluğuna, çocuğuna mahzûn olma. Neden? Korkulacak bir yer değil. Bırakdıklarından daha milyonlarca fazlası sana ikrâm olunacak orada, cennât-ı âliyâtda. "Bak cenneti görüyor musun?". Bakıyor şimdi, görüyor cenneti. Eğer kâfirse cehennemi gösteriyorlar. Esteîzübillah, "وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ". Yüzlerine ve arkalarına vurarak, rûhları kabzolunur. "Velev terâ", eğer görseydin, sen kâfirleri ve zâlimleri ölüm ânında. Görseydin yani görebilseydin eğer, bir kimse bir daha gülmezdi, yataklar üzerinde sevgilileriyle cinsî münâsebetde bulunmazdı. Yaaa! Öyle dehşet, öyle korkunç! Öyle bildiğin gibi değil hâdise.
Îsâ Peygamber geçiyormuş, bakmış bir sürü koyun var. Gitmiş, koyunlardan bir tânesinin kulağına bir şey söylemiş. O hayvan o günden sonra su içmemiş, yemek yememiş, sararmış, solmuş, erimiş. Sonra bir iki gün sonra sormuş çobana, "Bu hayvana böyle ne oldu?" demiş. Tanıyamamış Hazret-i Îsâ'yı. Demiş, "Yâ Nebiyyallah, bir zât geldi, onun kulağına bir şey söyledi, o hayvan ondan sonra ne su içdi, ne yemek yedi, bu hâle geldi" demiş. Acaba Îsâ Peygamber ne söylemiş koyunun kulağına? "Ölüm var" demiş koyuna ondan sonra hayvan bir daha yememiş.Biz bunları hep bildiğimiz, gördüğümüz hâlde böyle, ölmüş olan imâmın yerine ölecek olan imâm tayîn olmaya çalışıyor, kavga, gürültü, patırıtı, çatırtı. Ölmüş olan kitapçının kitaplarını ölecek olan kitapçı alıyor. Gök ağlıyor, yer gülüyor. Cenâze çıkmazsa imâm üzülüyor, mahzûn oluyor, gidiyor teneşir tahtasına vuruyor, "Kurudun mu yâ mübârek! Kurudun mu yâ mübârek!" diye. Bilmiyor ki onun da Melekü'l-mevt peşinden kovalıyor.Lillahi'l-Fâtiha!