1 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir Ramazan sohbetlerinde buyurdular ki :
Önümüzde, Salı günü akşamı yani Salı gününü Çarşamba'ya bağlayacak olan gece Kadir Gecesi. O husûsda bir kaç söz söyleyeceğim size. İnşallah faydalı olacak, öyle zannediyorum.
Allahu Teâlâ Hazretleri ism-i a'zamını Kur`ân'da sakladı, Kur`ân-ı Kerîm'de...
Allah'ın esmâlarında ism-i a'zam olup, ism-i asgar yokdur, hepsi sim-i a'zamdır Allah'ın. Yalnız her şahsa âid bir ismi vardır, o isim o şahsın ism-i a'zamıdır. Meselâ Hazret-i Ali kerremallahu vecheh Resûl-i Ekrem'e somuş, Yâ Resûlallah, bana ism-i a'zamı tarîf et". Efendimiz demiş ki, "Yâ Ali, Hayyü'l-Kayyûm'dur ism-i a'zam" demiş. Bugün kutbu'l-aktâbın da ezkârı Hayyu'l-Kayyûm'dur. Manâsını bilmeyince ancak harf sevâbı alabilirsin, harf sevâbı alırsın. Manâdan murâdım da Türkçesi değil, ondaki bulunan esrâr-ı ilâhîyi bilmek manâsına. Ümmü'l-mü'minîn Hazret-i Âişe, Peygamber'e sormuş, sallallahu aleyhi veselleme, annemiz, Ümmü'l-mü'minîn, demiş ki, "Yâ Resûlallah, ism-i a'zam hangi esmâdır?" demiş. Doksan dokuz esmâ var. Bin bir esmâ var ya. Doksan dokuz esmâ. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlar ki, "Yâ Âişe, Yâ Rab, Yâ Rab, Yâ Rab esmâsıdır" demiş. O da Hazret-i Âişe'nin esmâsıdır, ism-i a'zamıdır yani.
Onun için insanlar esmâ çekdikleri vakitde, yani seyr u sülûk esnâsında, esmâ çekdikleri vakitde, tâ ism-i a'zama tesâdüf edinceye dek ona ders veren götürür onu. İsm-i a'zamına erdi mi o vakit o adam vuslata erer. Yetmiş bin perdeyi yırtar. Allah ile kul arasında yetmiş bin perde vardır. Bir de perde iftar vaktinde yırtılır. Âşıklar cemâlullahı görmekle, gabîler yemeği görmekle, sofradaki bulunan yemeği, güzel yemekleri görmekle. Allah güzel yemeği görmekden bizi ayırmasın. Görmek de nimetmiş. Hocam benim Allah rahmet eylesin derdi ki, "Yâ Rabbi, bize güzel nimetleri uzakdan gösterme" derdi, biz gülerdik çocukken. Manâsını anlamıyorduk. Yaaa, görüyorsun da yiyemiyorsun, o da var işin içerisinde. Paran oluyor gene yiyemiyorsun, doktor müsâade etmiyor, sıhhatin müsâade etmiyor. Görmek de bir nimet, hem de yüksek bir nimetdir görmek nimeti. Yemese de bir adam görmeli.
Şimdi, ism-i a'zam Kur`ân-ı Kerîm'in içinde var. Herkesin ism-i a'zamı var. Onun için Cenâb-ı Hakk, gizledi o ism-i a'zamı Kur`ân'ın içerisine. Neden? Bütün Kur`ân-ı Kerîm'i okuyalar. Okumak için. Bu mukâbele nereden kaldı? Resûl-i Ekrem'e Cebrâil aleyhisselâm gelirdi, Ramazan'da Efendimiz Kur`ân'ı okur, Cebrâil dinlerdi Cenâb-ı Peygamber'i. Mukâbele ederlerdi yani. Sonra son senesinde, iki defa gelmiş, iki hatim indirmişler Efendimiz'le Cebrâil aleyhisselâm. Efendimiz diyor ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Bu sene iki hatim indirdim, zannederim ki bu sene Refîk-i A'lâ'ya rücû var diyor yani "Allahu Teâlâ'ya vuslat var" diyor. Yani kendi ölümü, olumu senesi. Olumu senesi.
Âşıklar, ârifler ölmezler, olurlar. Hayvanlar ölür. Âşıklar ölmez.
Biz âşıkız biz ölmeyiz çürüyüp toprak olmayız
Karanlıklarda kalmayız bize leyl ü nehâr olmaz
İşte bu sırr-ı Kur`ân'dır "küllü men aleyhâ fân"dır
İki kapılı bir hândır konan göçer karâr olmaz
Hayvan ölür. Hayvanlar ölür. İnsan ölmezler. Hele insanlığını bilen insanlar hiç ölmezler. İnsanları bir zâhir insanlığı vardır, bir de bâtın insanlığı vardır. İşte bâtını da insan olursa bir adamın ölmez hiç. Ölmek yok. Hayvanlar ölür. Ne diyor bak Yûnus Emre de öyle söylüyor :
Âşık öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez
Diyor Yûnus Emre de. O da öyle söylüyor, benim söylediğimi söylüyor. Neyse, ben onun söylediğini söylüyorum, o benim üstâdım.
Kur`ân'ı içinde Allah ism-i a'zamı gizledi. Leyle-i Kadir'i de 365 gecede bir gece olarak Allah gizledi, bütün sene içinde. "Efendim, Ramazan'ın yirmi yedisi Leyle-i Kadir icrâ ediyoruz?". Üç yerde, sûrenin içerisinde üç yerde "leyletü'l-kadr" var, her "leyletü'l-kadr" dokuz harf, üç kere dokuz yirmi yedi yapar, o harflere mukâbil bulmuşlar onu. Hurûfîlik değil! Öyle bulmuşlar. Bir takım evliyâullah demiş ki, ben hayâtımda, yetmiş sene zarfında, seksen sene zarfında, yüz sene zarfında, iki defa Leyle-i Kadir'e tesâdüf etdim hayâtımda, o da Ramazan'ın yirmi yedisinde" demiş. Öyle söyleyen zevât var. Buna binâen. Yoksa Leyle-i Kadir gizli.
Âşikâr olarak bilinen mübârek geceler, Cuma gecesi, o akşam, Cuma akşamları, bizim efâl ü harekâtımız Resûlullah'a bildirilir. "Ümmetin şu hâlde" derler. Sefih, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, zinâ ediyor, hırsızlık yapıyor filan bildirirler böyle, birer birer hepimizi. "Bu kadar milyonlarca müslüman var, nasıl bilir?". Peygamber bilir. Bir baba evlâdını tanıdığı gibi, Resûlullah Efendimiz ümmetini tanır. Bir de Pazartesi gecei mübârek gece, o gece de bilinen gecelerdendir. Cuma seyyidü'l-eyyâmdır, günlerin efendisidir Cuma günü. Müslümanların bayram günüdür. Hattâ bir adam her Cuma oruç tutsa câiz olmaz. Kerahati vardır. Bayramdır çünkü. Ama Ramazan'da böyle sırayla geliyor tutuyoruz. Yâhud bir kandil gününe tesâdüf ediyor Cuma, tutuyoruz ayrı. Her Cuma oruç tutuyor. Dikkat et konuşduğum söze! Bir de Receb ayının birinci akşamı, bilinen gecelerdendir, mühim gecelerden. Gene Şabân-ı Şerîf'in on beşinci gecesi mühim gecelerdendir. Bayram gecesi mühim gecelerdendir, Ramazan Bayramı gecesi. Kurban Bayramı gecesi mühim gecelerdendir. Gene, "ve'l-fecri ve leyâlin aşrin", on gece yani Zilhicce'nin on gecesi, mühim gecelerdendir. Yine aynı zamanda Muharrem'in on gecesi mühim gecelerdendir. Bunlar bilinen günler.
Fakat Leyle-i Kadir gizli, Allah gizlemiş bunu. Neden? Çünkü Ümmet-i Muhammed, 365 gün ibâdet etsin diye, Cenâb-ı Allah böyle istiyor. "Efendim peki 365 gün ibâdetden sonra terketsek ibâdeti?". Terkedemezsin ki. 365 gün Allahu Teâlâ'ya secde edersen, Allah seni secdeden men' etmez bir daha, Allah'a sen hep secde edersin.
Bektâşi'ye demişler ki, "Kırk gün secde et, namazı terkedemezsin" demişler, o demiş ki, "üç gün terket, kıl da göreyim bakayım" demiş Bektâşi.
Ama bir sene Cenâb-ı Hakk'a secde ederse bir adam, namaza alışır o adam, ibâdetden zevk alır. 365 gün.
Gene söyleyelim. Cenâb-ı Hakk gene hangi ibâdeti içerisinde rızâsı var, onu gizlemiş. Neden? Bütün ibâdetleri kullarım yerine getirsinler içün. Cenâb-ı Hakk hangi günahda gadabı var, onu gizlemiş. Bütün günahlardan kaçınsınlar için. Cenâb-ı Hakk bütün insanlar içerisinde evliyâlarını, velîlerini gizlmeiş, melekleri gizlemiş, Hızır'ı gizlemiş. Neden? Bütün insanlar birbirine hüsn-i teveccüh etsinler, birbirlerini itip kakmasınlar diye. Çünkü birisine hakâret edersin, meğerse o bir melek olabilir, ya Hızır aleyhisselâm olabilir, ya bir velî olur, Allah'ın dostu olur. Onu kırmak Allahu Teâlâ'yı kırmak demekdir. Hattâ bir çok insan vardır, kapısına Allah onun, efendime söyleyeyim, imtihan için melek gönderir, insan şeklinde, fukarâ şeklinde gönderir. Der ki, "Sen vaktiyle fakirdin, biz senin bitli olduğunu biliyoruz, ensende bit atdığını, kıçında da yama vardı, ayağında da takunyayla dolaşıyordun sen, ayakkabı yokdu ayağında. Sonra Allah seni zengin etdi şimdi, ben fakîrim bana yardım et der" ona. O da kapıdan kovar. "Mülkün tersine dönsün" der. Bir de bakarsın, lüp azîz adam zelîl olur. Milyonlar gitdi.
Mâla mülke mağrûr olma dime var mı ben gibi
Bir muhâlif rüzgar eser savurur harman gibi
Hüüüp gitdi. Nasıl gitdi yâhu! Nasıl! Gider, gitdi. Gitdi, gider. Çırılçıplak kalırsın. Böyle. Onun için her mü'min birbirine hüsn-i teveccüh etmeli. Hak hukûka riâyet etmek lâzım, hüsn-i teveccüh etmeli, birbirini kırmamalı, çekiştirmemeli, itip sünmemelidir, kakmamalıdır, herkes hakkına râzı olmalıdır, herkesin hakkına riâyet etmelidir. Allah böyle istiyor. Onun için gizlemiş Allah evliyâlarını. Haydi bir tâne söyleyelim de hikâye sonra geçelim dersimize.
Hızır aleyhisselâm hamama gitmiş. Gider ya. Bakmış ihtiyar bir adam kurnanın önünde oturmuş arkasına peşkir atmış böyle böyle sürtünüyor sırtını, sabunlamaya çalışıyor. Karşıda genç delikanlılar, oynaşıyorlar. Birbirlerine sabunlu sular atıyorlar filan. Durmuş Hızır aleyhisselâm, "Efendi Baba!" demiş," Buyur evlâd" demiş. "Sen gençliğinde, ihtiyarlara hiç hizmet etmedin mi?" demiş. "Niye soruyorsun bunu?". "Bak gençler orada oynaşıyorlar, eğer sen gençliğinde ihtiyarlara hizmet etseydin, gençler şimdi gelip sana hizmet ederlerdi".
Dün akşam söyledik ya, men hadime hudime, kim hizmet ederse, hizmet olunur ona. Kim merhamet ederse, Allah ona merhamet eder. Kimin kapısını çalarsan senin de kapını çalarlar. Kapı çalmak manâsına değil, başka şey söylüyorum ben. Komşunun karısına bakarsan senin de karına bakarlar yani. O kapıdan bahsetdim. Komşunun kızına yan gözle bakarsan senin kızına da bakarlar. Gözüne, gönlüne sâhib olacaksın. İnsansın.
"Niye soruyorsun evlâdım?". "Bak gençler oynaşıyor demiş senin sırtını sabunlamıyorlar. Eğer sen gençliğinde ihtiyarlara hizmet etseydin, gençler sana şimdi hizmet ederlerdi". "Evlâdım biz gençliğimizde ihtiyarlara çoook hizmet etdik ama şimdiki gençler biraz hayırsız, afacan bunlar. Biz hizmet etdik ama" demiş, "şimdiki gençler biraz afacan" demiş, "haylaz, onun için bize hizmet etmiyorlar" demiş. "Yaaa öyle mi! Öyleyse ben senin sırtını sabunlayayım bakayım" demiş. Hızır aleyhisselâm gelmiş, ihtiyarın sırtını sabunlamış güzelcene. İhtiyar dönmüş demiş ki, "Bak görüyorsun ya, ben vaktiyle ihtiyarlara hizmet etmişdim, gençler sırtımı sabunlamadı ama Allah Hızır'ı gönderdi, seni gönderdi, arkamı sabunladın" demiş. Hiii, şaşırmış Hızır aleyhisselâm.
Bilemiyorsun ki kim olduğunu babacım. Anlatıyoruz. Kim olduğunu bilemiyorsun Hızır aleyhisselâmın. Belki burada oturuyordur şimdi. Haydi istersen haber vereyim, paçayı kurtaramaz burada. Eskiden Ayasofya Câmisine geliyormuş, Kadir Gecesi bulunurmuş orada. Bir çok zaman tesâdüf etmişler Hızır aleyhisselâma Ayasofya'da. Yaaa!
Hattâ birisine demişler ki "Kırk gün git Ayasofya'ya, sabah namazına, orada Hızır'la karşılaşırsın" demişler. İstersen göstereyim, tarif edeyim git bak. Adam kırk gün devâm etmiş. Kırkıncı gün bir adam gelmiş demiş, "Yâhu ben seni kırk gündür burada görüyorum" demiş, "ne yapıyorsun sen burada?" demiş. "Valla dediler ki" demiş, "kırk gün Ayasofya'ya devam edersen, sabah namazına, Hızır'ı görürsün dediler. Ben de geldim gitdim, işte bu kırkıncı gün" demiş, "bekliyorum bakalım Hızır'ı göreceğim" demiş. "Peki Hızır'ı görsen nereden tanırsın?" demiş. "Tanımıyorum, bilmiyorum". "Ben sana tarîf edeyim" demiş, "boşuna oturma burada". Yerden çöpü almış, hasırın çöpünü, tuncun üzerine yazmış, "Hızır böyle samanı alır, samanla tunç üzerine yazı yazar" demiş. Yazmış, "Unutma sakın hâ! Haydi Allahaısmarladık" demiş. "Güle güle efendim, güle güle". Ulan herif sonra düşünmüş bakmış "Aaa Hızır'dı o" demiş, arkasından koşmuş bakmış Hızır yok meydanda. Ayasofya'ya gelirmiş vaktiyle, Ayasofya'ya, Ayasofya Câmisine.
Sonra Ayasofya Camisinde cemaat olmadığından dolayı, kapadılar, müze yapdılar. Cemaat yok, etrâfı müslüman mahallesi olduğu hâlde Ayasofya'nın. Sabah namazında imamla müezzin iki kişi. Öğlende dört kişi. Müslüman memleketi burası. İslambol! Dört kişi öğlende. İmam, müezzin, kayyım. Cemaat yok. İkindide beş kişi. Akşam bir kişi, Akşam namazında. Yatsıda hiç kimse yok, imamla müezzin. Sonra kapadılar, "böyle olmasın" dediler, "hiç olmazsa müze yapalım, para toplarız" dediler, kapadılar. Bizim burası da öyle. Sabahleyin gel de bak. İmam, müezzin. İyi ki burayı kapamıyorlar, müze yapmıyorlar burasını.
Niye camilere gelmiyorsunuz, sabahları kalkmıyorsunuz? Neden? Ben buraya geleceğim haftaya bugün, söz. Bayram gecesi mayram gecesi geleceğim. Siz gelmezsiniz hiç biriniz. Haydi! Yaaa! Camilerin kapanmaması için camilere gidiniz. İbâdet yapınız. Allah'a secde ediniz, rükû' edin, kıyâm edin, kuûd edin ki Allah'ın sevdiği kullar olasınız yâhu! Vazîfemiz bizim bu, kulluk. Allah ne diyor Kur`ân'da, "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ve mâ halaktül cinne vel inse illâ li ya'budûn", "illâ li ya'rifûn", tefsîri. Ma'nâsı, "Biz cinleri ve insanları halk etdik ki, beni bilip bana ibâdet edeler". Allah'ı bilmeyince Allah'a ibâdet edemezsin. Allah'ı bilmiyoruz biz bir defa. Allah'ı biz "allahaısmarladık" der gibi biliyoruz. Neyse. Allah kiminle bilinir bakayım? Allah'la bilinir. Allah Allah'la bilinir.
Haydi bakalım Peygamberimizin duâsını okuyalım:
Sübhâneke mâ 'abednâke hakka 'ibâdetike yâ ma'bûd
Sübhâneke mâ 'arafnâke hakka ma'rifetike yâ ma'rûf
Sübhâneke mâ zekernâke hakka zikrike yâ mezkûr
Sübhâneke mâ şekernâke hakka şükrike yâ meşkûr
Fadlen minallah ve rıdvânâ
Şimdi tekrardan tarif ediyorum, kulağını benden yana ver! Hiç bir hocaefendiden dinlemedin bunu sen, dinlemeyeceksin, dinlemezsin. Benden dinle bakayım şimdi. Bir konak farzediyoruz. Misâl veriyorum, Kadir için misâl veriyorum size. Bir konak farzediyoruz, bu konağın 365 odası var. Bu konağın bir odasında defîne var. Mücevherler, cevherler, cevherler, cevherler, elmaslar, elmaslar, pırlantalar, yâkutlar, mercanlar dolu, bir odasında böyle. Bu odayı bulmak istiyoruz. Bir adam geldi, oradan bir odanın kapısını açdı, ya oraya tesâdüf eder ya etmez, değil mi? Piyango gibi. Odalardan birini açdı böyle. Bu kim bu biliyor musun? Ramazan'da yalnız Leyle-i Kadir günü oruç tutup, gecesi namaz kılan kimse. Bir odayı açdı, ya tesâdüf eder, ya etmez. 365 odadan bir oda açıyor şimdi bu. Kim bu? Yalnız Kadir günü, Kadir günü diye câmiye geldi, namaz kıldı, oruç tutdu o gün filan. Bir zât da var, otuz odayı açıyor, istediği odalardan otuz odayı açıyor. Otuz odada ya tesâdüf eder ya etmez. Neden? 365 oda var. Bu kim bu? Ramazan'da oruç tutan müslümanlar. Otuz gün oruç tutdu, otuz gün ne yapdı, terâvih kıldı, namaz kıldı, zekât verdi, işte fitresini verdi filan, filan, filan, Kadir'i arıyor, Kadir'i arıyor. Otuz odayı açdı ayrı ayrı, ya tesâdüf eder ya etmez. Ama 365 odayı açan kimse ne yapar, mutlakâ o odayı bulacakdır. Öyleyse 365 gün bir adam ibâdet ederse Allahu Teâlâ Hazretlerine, mutlakâ Leyle-i Kadir'e erişir. Hiç kimse beni tekzîb edemez, konuşduğum sözleri. "Efendi, sen bunu işkembe-i kübrâdan söyledin" diyemez bana.
Şimdi gelelim. Peki Kadir'e erer de ne olur? Kadir Gecesine erdi, buldu Kadir Gecesini. Defîne be! Defîne, defîne! O defîne burada kalıyor, bu defîne öyle bir defîne ki seninle beraber gidiyor âhirete.
Meselâ tabut giderken, ölü var ya tabutun içinde, ölü koyuyoruz tabutun içine götürüyoruz sırtımızda, dostlarımızı, ona var, bize yok gibi taşıyoru, ölü seslenir ve tabutun içi yüklüdür. Sen bilmezsin ve göremezsin onu. Gözünde perde olmayan görür. Gözünde ibret olursa bir adamın, bir çok şey görür tabutun içerisinde. Olmazsa bir şey görmez. Benim gibi. İmam benim gibi imam olursa, görmez bir şey. Zâten bakıp da görmeyen göz ibretsiz gözdür, o göz kör olması lâzımdır. Çünkü o göz senin düşmanındır. Sen düşmanını başının üstünde taşıyorsun. At o düşmanı, çıkar o düşmanı oradan.
Bir göz ki olmaya ibret anın nazarında
Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde
Bir kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden
Akıt ana kurşunu hemen deliğinden
Bir kulak öğüt almaya, vaaz almaya, nasîhat almaya her dinlediğinden, hiç kulak diye taşıma onu, belâ başına senin.
Bir el ki olmaya hayr u hasenâtı
Verilmez ana cennet elinin derecâtı
Sadakası yok, hayırlı bir iş yapmaz, bir yetîmi okşamamış, hiç insanlara bir menfaati yok.
Bir ayak ki mescid yolunu bilmez
Kes onu öğrensin mescid kapısını as
Hep fısk u fesadda, kes onu, taşıma düşmanını üzerinde. Düşman sana. Allah'a kasem ederim. Getir âyet-i kerîmeyi göstereyim yerini şimdi. Haydi aklıma da geldi bir tânesi. Bismillahirrahmânirrahîm. "اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ el yevme nahtimü alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn". Kıyâmet gününde biz ağızları mühürleriz, elleri konuştururuz, ayakları şâhid tutarız. Neden? Yapdıklarınızdan. Gözümüz, kulağımız, kulağımız, burnumuz, ağzımız, ayağımız, elimiz aleyhimize şehâdet edecekler bizim. Bizim aleyhimize. Hattâ ikisi birbirine iftirâ edecekmiş. Rûh diyecek ki, "Yâ Rabbi vücûd olmazsa ben yapamazdım bu işleri, bu kötülükleri. Vücûd bana âlet oldu". Vücûd diyecekmiş ki, "Yâ Rabbi, rûh olmayınca ben nasıl iş yapabilirdim?". Birbirlerine düşüyorlar işte rûh ile cesed. O vakit Cenâb-ı Hakk buyuracakmış ki, "Bir kör var, eli ayağı tutuyor, gözü kör. Bir de kötürüm var, gözü görüyor, eli ayağı tutmuyor. O kötürüm körün sırtına binse, beraber bir suç işleseler, hangisi cezâ yer?". İkisi de. Efendimiz bunu söylemiş, sallallahu aleyhi vesellem. Rûh, yalnız rûh, o kötürüm adam gibi, görüyor fakat bir şey yapamıyor. Cesed ise kör, vücûdu kuvvetli, gözü görmüyor. Sırt sırta binmişler. Bunu söylediği vakitde Efendimiz tebessüm buyurmuşlar, sallallahu aleyhi vesellem. Efendimiz kahkaha atmamış hiç, hayâtyı boyunca, kahkaha atmamış. Gülmüşler, dördüncü dişi görünmüş buradan, Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz'in. Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz'in dördüncü dişi görünmüş, bunu anlatmış böyle tebessüm etmişler, dördüncü dişi görünmüş.
Bin ay seksen küsur sene. Bir adamın ömrü ne kadar verilmiş? Altmış üç senedir bir insanın ömrü. En fazla. "Niçin, neden, Efendi sen nereden söylüyorsun bunu?". Sultân-ı enbiyâ altmış üç yaşında göçmüş, peygamberlerin seyyidi Efendimiz. Hazret-i Ebûbekir altmış üç. Hazret-i Ömer altmış üç. Hazret-i Osman seksen altı. İmam-ı Ali altmış üç. Hazret-i Hasan altmış üç. Hazret-i Hüseyin öyle. Hani bir zât-ı muhterem vardı da çok yaşamışdı o, "Hocaefendi nasılsın?" diye sorardık. "Sormayın Allahını seversen, ne diye geliyor bana biliyor musun?". "Ne diye?". "Ulan pezevenk, hepsi öldüler sen mi kaldın" diye, bana öyle geliyor sorduğun vakitde nasılsın diye. Öyle derdi yani. Şimdi, insan çok yaşadığı vakitde, dostlarını kaybediyor. Onlar yaşamıyor ki beraber. Çocuğunu kaybediyorsun, Allah muhâfaza buyursun, ciğerparçan. Kızını kaybediyorsun. Karını kaybediyorsun. Haminneni, hemşîreni, sevgili arkadaşını, sırdaşını. Bunlar hep gidiyorlar akın akın.
Bugün söyledim câmide, otuz üç sene oldu, şu câmide cuma hutbesi okuyorum, şuradaki bulunan câmide. Maaşsız hâ, maaşı yok, maaşı Allah veriyor. Hem de öyle bir verdi ki elhamdülillah. Kitâbları satdık kitâbsızlara, kitâbsızlara kitâb satıyorum orada ya ben. Kaç defa doldu boşaldı câmi. Cemaat olarak değil, öldüler yani. Yani otuz üç senelik cemaat bir iki kişi kaldı, mâ halakallah bizim cemaat, fakat bir iki kişi var câmide. Diğerleri hep gitdiler. Ne tarafa biliyor musun? Edirnekapı'ya doğru. Giden gidene. Neden öldüler biliyor musun? Doğduklarından. Doğduğu için öldü, illeti o. Doğan ölüyor, gidiyor o taraf doğru. Allah îmândan, Kur`ân'dan ayırmasın.
Onun için tabut giderken, tabut, meyyit bağırıyor. Kulağında pamuğu olmayan işitir, gaflet pamuğu. Meyyit şöyle bağırır. Ya, "Kaddimûnî kaddimûnî, beni takdîm edin, yerime götürün" der. Veyâhud da "Eyne tezhebûne, beni nereye götürüyorsunuz!" der. Kâfirler, münâfıklar, azâb görecekler. Çünkü herkes kim olursa olsun, ölmeden evvel âhiretdeki yerini görür. Mü'minse cennetdeki yerini görecek. Herkesin makâmına göre. Kimisi cemâlullaha nâil olur, kimisi Resûl-i Ekrem'in iltifatına mazhar olur, kimisi pîrine, kimisi velîlere, kimi şehîdlere, kimi meleklere. İşte meselâ Kur`ân'da, "اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا innellezîne kâlû rabbünallahu sümme's-tekâmû tetenezzelü aleyhimü'l-melâiketü ellâ tehâfû velâ tahzenû". Melekler gelecekler, "Korkma, mahzûn olma mü'min. Gitdiğin yerden korkma, bırakdıklarına da mahzûn olma. Bak şuraya bak bak, baksana. İşte Resûl-i Ekrem sana âgûşunu açmış bekliyor seni. İşte sekiz cennetin kapısı açılmış sana bekliyor. Müjde!" derler.
Kâfire de gösteriyorlar gideceği yeri, o da cahîmi görüyor. Eyvaaah! Felâketin büyüğü! Başlıyor kaçmaya bu. Nereye kaçacaksın yatağın içinde? Eyne'l-mefer? Eyne tezhebûne? Nereye gidiyorsun? Eyne'l-mefer? Kaçıyor yatağın içinden ok gibi fırlıyor böyle. İmkânı yok. İmkânsız. Melekü'l-mevt bir kere yapışdı mı büyük pehlivandır hemen adamı tuşa getirir, sırtını yere. Hiç onun elindne kurtulan yokdur. Tâ kıyâmete kadar, bu kâinat bitinceye kadar, zî-rûh mahlûkât. En sonunda kendisinin rûhunu kabzedecek. Allah diyecek ki, "Yâ Melekü'l-mevt rûhunu kabzet bakalım" diyecek. "Bana da mı Yâ Rabbi", "Sana da". "كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ küllü nefsin zâikatü'l-mevt". Allah'dan başka kimse kalmayacak, herkes ölecek.
Mü'minse eğer o yerini görüyor, gideceği yeri. Cenneti görüyor, melekleri görüyor, hûrileri görüyor, gılmanları görüyor filan, cennetin derecâtını görüyor, Peygamber'i görüyor, velîleri görüyor, şehîdleri görüyor filan, efendime söyleyeyim, istiyor gitmek yerine. Herkes yerini görüyor gitmeden evvel. Onun için mü'min "Kaddimûnî" diyor, Arapçası. Türkçesi, "Beni yollarda oyalamayın, hemen yerime götürün, takdîm edin beni". Kâfirler ise, "eyne tezhebûne", "Aman beni nereye götürüyorsunuz! Götürmeyin yâhu! Allah aşkına yapmayın yâhu! Götürmeyin yâhu! Bırakın yâhu!" diye bağırıyor.
Nereye bırakacaksın, eve mi? En sevgili çocuğun seni üç gün koymaz evde, karın da koymaz. Atacak. Hem korkar, hem kokarsın. Felâketin büyüğü. Bir korku var bir de koku var. Sen öldükden sonra bir de lamba koyuyorlar, gelirse geriye diye ödü patlıyor. Üzerine koca taş kapatıyorlar, bir daha çıkmasın yerinden diye. Çünkü para onların eline geçecek. Para meselesi var ortada. Kemik meselesi var, kemik. Kemik, kemik! Yaaa, ben kaç defa öyle gitdim de biz hatim okuyoruz bir tarafda, mollalığımda hatim okuyoruz, o tarafda kavga var. Para senin benim diye gırtlak gırtlağa, içeri odada. Hiç ölenden ibret almamışlar, zavallılar.
Neyse efendim. Mü'minse "kaddimûnî", kâfirse, "eyne tezhebûne". Götürecekler.
Kâfirler, üç şey üzerine kabirde dururlar. Ve âsîler.
Şimdi bak bir şey daha söyleyeceğim, darılmak gücenmek yok, kızmayın, kızmak yok. Oruç tutmayan mü'minlerin cezâsı nedir bilir misin? Ölürken susuz ölecekler. Bütün denizler tatlı su olsa, bütün nehirler, ona su verseler ağzına, susuz ölecekdir, çeneyi öyle kapayacak. Cezâsı bu.
Mükâfâtı ne? Allah bildirmemiş, "ene üczî bih" demiş, "mükâfâtı bana âid" demiş Allah, zât-ı ulûhiyyetine âid. Nedir bu? Söyledik ya, kul ile Allah arasında yetmiş bin perde var, iftar vaktinde yok perde merde. Allah perdeyi kaldırıyor, ref ediyor perdeyi iftar vaktinde. Ne istersen alırsın Allah'dan. Bitdi o kadar. Cennet mi istiyorsun, zât-ı ulûhiyyetini mi istiyorsun? Hangisini istiyorsun? Rızâsını mı istiyorsun? Râzı olursa sekiz cennet senin emrine verilir. Cennet istiyorsan cennete konulursun. Eğer Allah'ı râzı edersen, sekiz cennet senin emrine verilir. "veleküm mâ teştehî enfüsüküm", nefsin ne arzu ediyorsa onu bulacaksın orada, bulacaksın. Burada fukarâlık çekdiğimize bakma, hepimiz sultanız ama, fakîrlik rüyâsı görüyoruz şimdi.
Şimdi kâfirlerle mü'minler şuna benziyorlar. Bir adam, serseri, iyi dinle, serseri köprü altında yatıyor. Bu kâfirin zengini şimdi. Ona benziyor teşbîhi. Rüyâsında otomobiller, kadillaklar, bilmem işte en a'lâları, metresler, teresler, efendim yazlık yerdeki bulunan sayfiye, apartmanlar filan filan, gelirât, bankadaki paralar, banka defterleri, tahviller, altunlar, zümrüdler, gümüşler filan. Rüyâ görüyor adam. Rüyâsında bunları görüyormuş meğerse, rüyâymış bunlar. Geliyor bekçi, tekme atıyor, "Kalk ulan! Serseri herif!". Hepsi gitdi. Aynı bunun gibi, kâfirlerin zenginliği bu, fâsıkların zenginliği bu. Ölüme kadar. Bekçi kaldırdığı gibi serseriyi oradan, geliyor vuruyor Melekü'l-mevt, "Kalk! Haydi! Seni edebsiz herif seni! Rabbinin nimetini yedin Allah'a âsî oldun değil mi! Toprağın üstünde çok güldün değil mi! Dibinde çok ağlayacaksın şimdi! Haydi kalk bakalım!"
Mü'minlere öyle değil. Mü'minler de hepsi onlarınmış, fakat onlar, fakîrlik rüyâsı görüyorlar. Geçinemiyor, maaşı yetişmiyor, üüüüf felâket dünyâ hayâtı. Onu da geliyor uyandırıyorlar, "Kalksana hemşehrim" filan. Bir de uyanıyor bakıyor, saraydaymış meğerse. "Oooh elhamdülillah, yâhu gördüğüm benim rüyâymış". Müslümanlık bu. Onun için sen kâfirlerin malına mülküne göz dikme hiç. Îmânın var mı Allah'a Muhammed'e? Bitdi. Yedi kat semâ yedi kat ard, hepsi altun olsa, kıymeti yok. Îmân, ille îmân! Allah bizi Allah'dan, Habîbi Muhammed'den ayırmasın.
"لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ leyletü'l-kadri hayrun min elfi şehrin". Leyle-i Kadir bin aydan efdaldir. Ne olur muş o akşam? "تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ tenezzelü'l-melâiketü ve'r-rûhu fîhâ". O akşam Rûh ve melekler nâzil olurlarmış semâdan. Rûh. Rûh nedir? Müfessirler bir çok şeyler söylemişler. Biz bir ikisini söyleyeceğiz. Rûh'dan murâd, Cebrâil aleyhisselâm. Rûh'dan murâd, bir melek var ismi Rûh. Cebrâil'den başka o. Bir Rûh var, gâyetle büyük bir melek. Hattâ Efendimiz diyor ki "Ben Cebrâil'i gördüm, vahiy indirdikden sonra, ilk vahiyden sonra, bakdım, Cebrâil'in vücûdu şark ile garbı, doğuyla batıyı kapamışdı" diyor. Melek kıyâfetiyle gördü Peygamber. Ve koşarak Hatîce'nin evine geldi, "zemmilûnî zemmilûnî Yâ Hatîce, beni ört ört" dedi Efendimiz, sallallahu aleyhi vesellem. Hepiniz biliyorsunuz, dinlemişsinizdir. Öyle gördü. Cebrâil aleyhisselâm kendisinin büyüklüğünü böyle gördükden sonra demiş ki, "Yâ Rabb, benden büyük melek yaratdın mı?" demiş Allahu Teâlâ'ya. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ buyurmuş ki, "Yâ Cebrâil, git filanca kat semâya, orada bir melek var, ona şu emrimi teblîğ et". "Gitdim oraya" diyor Cebrâil aleyhisselâm. "Bir melek" diyor, "ben onun yanında sivrisinek kadar kaldım, aldı beni kulağına sokdu" diyor, "Ne söylüyorsun" demiş, "anlamıyorum". Hakk Teâlâ'nın kudreti bu. O Rûh denen melek o. Yâhud Cebrâil aleyhisselâm. Yâhud Rûh-ı Îsâ, öyle diyen de var. Yâhud Rûh-ı Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem. Rûh-ı Muhammed.
Efendimiz son nefesinde, âlem-i cemâle göçerken, demiş, "Yâ Rabbi, ümmetime hayâtımdayken selâm gönderirdin, selâmı teblîğ ederdim ümmetime. Ben âlem-i cemâle geliyorum şimdi, ümmetime selamı kim verecek?". "Habîbim Muhammed, sana Leyle-i Kadir'i verdim, senin ümmetine o akşam selâm-ı ilâhîmi teblîğ edecek Rûh, Rûh gelecek". Uzun bunlar, inşallah yarın akşam biraz daha konuşuruz. Tâ fecre kadar selâmet, dâimâ selâm-ı ilâhiyye, selâmet, selâm-ı ilâhî.
Müslümanlar, mü'minler, Leyle-i Kadir'e erişenler, analarından doğduğu gibi ma'fuvvdur, affolacak. Yalnız üç kişi varmış, üç zümre, üç güruh varmış, o üç güruh afdan istifâde edemiyor. Üç güruh. Bunların bir tânesi içkiciler. Gece gündüz içiyorlar, hiç böyle aldırdıkları yok, Bayram'dı Ramazan'dı filan. İçkiye tövbe etmemişler hiç. Doldur doldur ver diyor, devam ediyorlar. Bir, müdminü'l-hamr. İkincisi, âku'l-vâlideyni, ebeveynine âsî olan çocuklar, evlâdlar. Yaşlanmış. Evlâddan murâdımız, sakalı var ama, babasına anasına âsî olmuş, onların hakkını hak etmemiş. Öyle ölmüşler gitmişler. Onlar da istifâde edemiyorlar Leyle-i Kadir'den, affından. Haaa şimdi ne yapacağız? "Efendi, biz hoca dinlemedik, câmiye gitmedik, bilmiyorduk, görmedik filan. Anama babama biraz âsî olmuşdum gençliğimde, onlar öldüler, biz hayâtdayız, ne yapalım?". O akşam hayır hasenât yaparsın rûhu için, su dağıtırsın.
Gündüzden! Ulan Ramazan günü su dağıtılır mı eşoğlueşek, hayvan herif! Oruçlu millet. Bu câminin kapısına koymuş suyu, vallahi ciddi söylüyorum. Burada, bu câmide hem de. Bu câminin yâhu! Ben burada vaaz ediyordum o vakit. Herif bağırıyor, "Sebîlullah sebiiiil". Ramazan günü, câminin kapısında., hiç görülmemiş bir şey. İrfansız kerata.
İftarda. Yâhud iyi suyu olmayan komşusuna iyi su getirmek, dağıtmak, onların rûhu için. Yâhud karpuz almak, kavun almak, bilmem işte üzüm almak, ekmek almak, bir hayır hasenât bir şey yapmak. (Birisi "Pastırma", deyince). Câiz. Yaaa, seven insan vardır, hasretinden yanar. Bir tâne versen, "Allah senden râzı olsun" der, mesele kalmaz. Antre parantez hikâye anlatacağım şimdi. bak gene geldi aklıma.
Bir zât varmış, hammalmış, yevmin cedîd, rızkın cedîd, kazanır yermiş. Tüccar değil, böyle çalışıyor. Ahd etmiş, haftada bir gün kazancını anasının babasının rûhu için dağıtacak. Bir gün kazanmamış. İş çıkmamış. Âlim bir adama gelmiş. Demiş, "Efendi, ben böyle ahd ü peymân etdim, fakat bugün ben para kazanamadım, ne yapayım?" demiş. Demiş ki, yazmış böyle, "Kavun karpuz kabuklarını al, onları doğra, eşeklere, dört ayaklı hayvanlara ver" demiş, "annenin babanın rûhu için". Mühim bir kitâbda gördüm yani. O da yapmış bunu. O gece annesini babasını görmüş, demiş, "Evlâdım, sen hayvanlara karpuz kabuğunu ikrâm etdin, Allah bize cennetde karpuz gönderdi". Onun için sen bu kadarcık pastırmayla, canı isteyen, gözü yaşaran bir fukarânın ağzına bu kadar pastırma vermekle cenneti satınalırsın. Allah bahâ Allahı değildir, Allah bahâne Allahıdır. Affetmek için bahâne arar Cenâb-ı Hakk.
Lillahi'l-Fâtiha!