19 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Üç sınıf kimse Kadir'den, söylemişdik dün akşam, Kadir'den istifâde edemez. Diğer mü'minlerin hepsini Allahu Teâlâ affeder. Kul hakkı müstesnâ yalnız. Kul hakkı mutlakâ kazâ edilmesi lâzım, yerine götürülüp. Yâhud çooook ibâdet ve tâat ederek, Allahu Teâlâ Hazretlerinin pek kurbiyyetine vâsıl olmak lâzım ve hak sâhiblerini arayıp bulamamak ve böyle bu şekilde Cenâb-ı Hakk'a yaklaşmak, böyle olursa, o vakit Allah kendisi hazîne-i ilâhîsinden senin üzerindeki hakları kazâ eder. Ve illâ, hak sâhibi dururken onun hakkını vermemek, vermeden tövbe etmek filan, bunların hiç birisinin faydası yokdur. İlle hayvansa dahi hakkı verilecek, hayvanın dahi.
Hattâ İmâm-ı Şâfiî rahimehullah Seyyide Hâtun'a rüyâsında görünmüş, demiş ki, "Yâ Seyyide, "Git" demiş "filanca yerdeki serçelere biraz yem dağıt" demiş. "Zîrâ o serçelerin altında benim kitâblarım vardı, kirletiyorlardı yukarıdan, ben onların yuvalarını bozdurdum" demiş, "ondan dolayı burada muâheze oluyorum" demiş Hazret-i İmâm-ı Şâfiî ve o dediği yerdeki serçelere yem attırmış Hazret-i Seyyide'ye. O kadar mühim yani hayvan hakkı meselesi. İnsan hakkı da böyle. Hele kâfir hakkı! Gene müslüman hakkında bir çâre var. Müslüman hakkında hak sâhibi müslümanın günahını Allah sana yükler, cehenneme seni koyar, kurtarırsın paçayı. Ama kâfir îmâna sarılıyor. Yâhud meselâ namazını alır senin, orucunu alır, namazından orucundan verirler hak sâhibine. Ama kâfir senin îmânına saldırıyor. Onun için müslümanlar ne demişler kâfirler için? Reâyâ tabîrini kullanmışlar. Reâyâ. Ne demek reâyâ? Hakkına riâyet edilen.
İki kimse var diyor Cenâb-ı Peygamber, bunlara eziyet cefâ edenlerin yarın yevm-i kıyâmetde ben onların hasmı olacağım diyor. Birisi, gayr-ı müslimlere eziyet eden, lüzûmsuz yere böyle, eziyet eden müslümanın yarın yevm-i kıyâmetde hasmı benim diyor Peygamber. Çünkü mahcûb ediyor Peygamber'i. Dînini mahcûb ediyor, müslümanları mahcûb diyor. Lüzûmsuz yere böyle, Hıristiyan diye. İkincisi kadına. Ağızsız dilsiz kadıncağıza eziyet cefâ ediyor. İşte yarın yevm-i kıyâmetde Cenâb-ı Peygamber o kadının müdâfii olup, o kadına eziyet edenin hasmı olacakdır yevm-i kıyâmetde. Bir de kâfire böyle bir gayr-ı hak malına zarar veriyor, fenâlık yapıyor ona böyle, onun yarın hasmı Cenâb-ı Peygamber.
Üçüncüsü. Gene Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, diyor ki, "Benim Ümmet-i Muhammed içinde iki çeşit düşmanım vardır". Kulağını aç! Kulağından burdan girip buraya gitmesin. Defterinin kenarına kaydet, biz geldik gidiyoruz, güneş gurûba erdi, gidiyoruz. (Cemaatden birisi Allah gecinden versin deyince), Evet, Allah gecinden versin, gidiyoruz, öyle. İki zümre kimse, iki güruh var diyor Allahu Teâlâ, benim hasmım, düşmanımdır diyor. Birisi çalıştırıp hakkını vermeyen. Çalıştırıyor, hakkını vermiyor. Hattâ çalıştırdığı vakitde, işçisinin ya hammalının ya cemmalının teri daha soğumadan verecek hakkını. Bir gün sonraya bırakırsa olmaz. Neden? Yorgunluğu geçer, ne verirse râzı olur bir gün sonra işçi. Ama o gün çok çekmiş zavallı, verirse hakkını almaya kalkar yani. O gün verecek yani. Bazı açıkgöz müslümanlar öyle yapıyorlarmış, "Sen yarın gel bakalım" filan. Adam dinleniyor, sonra ertesi gün ne verirse râzı oluyor. Unutuyor yükünü. Hemen parayı verecek. Bak, iki güruh vardır diyor bunlar benim hasmımdır diyor. Bir tanesi çalıştırıp, iyi dinle! çalıştırıp hakkını vermeyen. Çalıştırıyor, hakkını vermiyor. İkincisi, yiyor bir şey karşıdan bakıyorlar, tattırmıyor. Onlar benim düşmanımdır diyor Hazret-i Allah. Düşmanımdır diyor. Allah'ın düşmanı bunlar.
Resûl-i Ekrem'in hasımları kimler? Birisi, kadınlara eziyet cefâ eden, karısına filan. Bazı müslümanlar var öyle, oruç tutuyor kerata, eve gidiyor, biraz tuzu eksikmiş çorbanın, hemen kadının başına çorbanın kâsesini geçiriyor. Hepsi mü'min olsa, oruç tutsa, namaz kılsa, Allah'a ne faydası var? Her yapan kendine yapar. Nefsin için yapıyorsun sen. Onun için kadınlara filan, onların haklarına hukuklarına dikkat edeceksin, çoluğun çocuğun hakkını koruyacaksınız. Gene böyle dışarıda kazandığı parayı dışarıda yiyor, kumarda, bilmem kahvede, meyhânede, kerhânede. "Ben kazanıyorum, ben yiyorum". Çoluğunu çocuğunu süründürüyor. Bunlar da hasmı Cenâb-ı Peygmaber'in, yarın Peygamber bunlara hasım olacak yevm-i kıyâmetde. Kazandığın para kaç paraysa ancak üçde biri senin hakkındır. Allah diğerlerinin rızkını senin üzerine yazmşdır, onların hakkını götürüp vereceksin ellerine. Bitdi, o kadar.
Şimdi, üç zümre vardı, bunlar affa girmiyordu. Bir tânesi neydi, hangisiydi? İçki içenler. İçkiye tövbe etmemiş. Devâm ediyor içkiye. Haydi bakalım fıçıyı bitirebilecek mi? Evet, uğraşıyor fıçıyı bitireceğim diye. Bitmez o. Bak, efendiler! Aklımızı başımıza alalım, böyle çirkin alışkanlıklarımız varsa onların hepsini terk etmeli, Cenâb-ı Hakk'a yalvarmalı şimdi, böyle bu zamanda. "Ben terk etdim" deme! "Yâ Rabbi, nefsimin mahkûmuyum, bana kudret u kuvvet ver, her şeye kâdir olan sensin, beni bundan vazgeçir yâ Rabbi" diyeceksin ve bundan vazgeçeceksin. Böyle bu şekilde. İçkiydi fışkıydı filan böyle şeyleri katiyyen ağzına koymayacaksın. Müslümanın ağzına yakışmaz. Bu "Lâilâheillallah" diyen yere necâset girmez. Haram yemeyeceksin. Bilmeyerek yemiş. İki şey var ki Ümmet-i Muhammed'e Allah affetmiş bunu. Bir tanesi, unutarak günah işlemek. Bilmeyerek günah işlemek yani. Bilmeyerek. Bu da tehlikelidir ya. Çünkü ilim farzdır. Öğrenmesi lâzım müslümanın. Yapdığı işi bilecek. Neyse. Nisyân ile gaflet, bunların ikisini Cenâb-ı Hakk affediyor. Meselâ bir adam oruçlu olduğunu unutup yese, orucu bozulmaz. Onun gibi yani filan. İçki yasak. Allah denilen dile, ağza necâset koymayacaksın. İçki necâsetdir. Birdi, o kadar. Pislik yani içki, Allah öyle diyor Kur`ân'da. "فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ fectenibûhu le'alleküm tüflihûn". Necis diyor Cenâb-ı Hakk. Bitdi o kadar. Allah dediğin bu lisânına, diline nasıl pislik sürersin!
Hattâ bir sarhoş istifrağ etmiş, yıkılmış yere. İbrâhim Edhem Hazretleri geçiyormuş, görmüş orada onu, hemen ağzını burnunu yıkamış o sarhoşun. Koskoca veliyyullah. Demişler ki, "Efendim, ne yapıyorsunuz, böyle bunun ağzını yıkıyorsunuz?". "Allah diyor o lisânıyla, ağzında içki kalmasın" demiş, "pislik kalmasın ağzında, onun için yıkıyorum" demiş. Yaaa! İbrâhim Edhem Hazretleri. Onun için müdmini'l-hamr yani içkiye devam eden kimseler Leyle-i Kadir'den istifâde edemez, affolmazlar, affa girmez onlar. Allah ilân etmiş, hepsini affedeceğim diyor ancak bunlara af yok.
İkincisi. Ana babaya âsî olanlar, âk olanlar. Hattâ, iyi dinle şimdi beni, kulağını benden yana ver, bir adam annesine yâhud babasına ismiyle çağırsa, ki Avrupa'da yapıyorlar bunu, onların âdetleri o, kavimlerinin, ismiyle çağırsa, meselâ ismi Hüseyin babasının, "Hüseyin Ağa!" dese, yapdığı amel habt olunur. İbâdetleri yani. "Babacığım" diyecek, böyle titreyecek karşısında. Doksan yaşında olsa, babası yüz on yaşında olsa, doksan yaşındaki evlad, babanın karşısında böyle duracak. "Babacığım" diyecek, titreyecek karşısında. Bitdi o kadar. "Anacığım" diyecek. "Ana" demek yok, "anacığım". Ayağını öpecek olursa eğer, üstünü öpmeyecek ayağının, altını öpecek. Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "el-cennetü tahte akdâmü'l-ümmehât" buyurdu. "Cennât-ı âliyât annelerin ayağı altında" dedi. Üstünü öpersen cenneti öpmüş olmazsın. Altını öpresen cenneti öpeceksin. Bitdi mi? İki. Onlara ikrâm edeceksin.
Bazı beyinsizler var öyle, eve gitdiği vakitde selâm vermiyor. Neden? Anaya babaya selâm verilmezmiş. Ulan öyle şey olur mu! Ev boş dahi olsa selâm vereceksin eve. Evde kimse yok, "selâmün aleyküm" diyeceksin eve. Senin görmediğin mahlûklar vardır evde. Sonra, "ve aleykümselâm" deyip içeri gireceksin. Ana babaya selâm verilir. Câmiye geldin, câmide insan var, namaz kılıyorlar, bağırarak vermezsin, yavaşçacık verirsin selâmı kendi kendine. Oturan cemaate selâm verilir. Kimse yoksa câmide gene câmiye, "selâmün aleyküm" diye gireceksin. Çünkü sen görmezsin burada melekler gelir ibâdet yaparlar. Cinniler, cinni müslümanlar namaz kılarlar burada, gelirler buraya, sen görmezsin. Eğer başına lâm-ı tarîf koyarsan, "es-selâmü aleyküm"dür. Eğer başından lâm-ı tarîfi kaldırırsan "selâmün aleyküm"dür.
Şimdi size bir hikâye anlatıp burada bırakacağım. Yarın akşam anlatırız gene. Geç kalacağız çünkü. Bir saat var daha.
Bu Merkez Efendi Hazretleri var ya, Merkez Efendi. O Sultan Selim Câmisinde vaaz edermiş. Kimse dinlemezmiş kendisini. Bir ihtiyar varmış, otururmuş, uyurmuş, horlarmış. Vahdetde o. O da orada bağırıp çağırıyor, kürsüye elini vuruyor filan, aldırdığı yok. Müezzin de kızarmış. "Ulan" dermiş içinden, "Ulan herif, bana acımıyorsan kendine acı, kimse yok. Şu moruk burada hırlıyor, uyuyor. Sen orada bangır bangır bağırıyorsun. Câmide bir ferd yok. Nedir yapdığın senin. Her gün böyle". Karşıdan bakıyor müezzin, hırsından. Bazen süpürgeyi alıyor, süpürüyor, istiskal ediyor, tozutuyor ki çıksın diye hoca. Efendi aldırmıyor, devam ediyor derse.
Günlerde bir gün, demiş ki, "Dur Yâ Şeyh! Yâhu bana acımıyorsun, kendine acı. Bu câmide kimse yok, sen varsın bir de şu adam var burada. Bu burada uyur her gün, karısı bunu evden dışarı atıyor çünkü yaşlı adam bu. Gençliğinde öperdi, ısırırdı, şimdi, öksürüyor, osuruyor. Onun için kapı dışarıya atıyorlar. Câmiye geldi, sığınmış buraya bu, uyuyor. Sen burada bangır bangır bağırıyorsun, kimse yok câminin içerisinde. Günah, yapma Allah'ını seversen. Yorulma buraya kadar, gelme. Ben de gideyim işimi gücümü göreyim. Dışarıda işim gücüm var. Senin yüzünden câmiyi bekliyorum" demiş. "Yoook aman evlâdım" demiş, "sen ne söylüyorsun. Câmi lebâleb mahlûkla dolu" demiş, "Allah'ın kullarıyla" demiş, "onlara ben vaaz ediyorum" demiş. Hemen müezzin makarayı koyvermiş, gâliba demiş oynattı. "Kim var Efendi?" demiş, "Sen varsın ben varım bir de bu herif var burada, uyuyor işte hâlâ bak, başını bile kaldırmıyor, duymuyor" demiş, "dalmıi iyicine". "Yok" demiş, "câmi mâ halakallah mahlûkât-ı ilâhî ile dolu, hepsi de cezbeye gelmişler, ağlaşıyorlar baksana" demiş. Allah Allah fesübhânallah! "Bırak Allah'ını seversen Efendi" demiş, "Afyon mu yuttun, esrar mı çekdin?". "Yok" demiş, "sen yarın buraya gel, hüsn-i niyetle gel, abdestli gel, benim kürsünün önüne otur buraya" demiş, "ben sana göstereyim evladım" demiş. "Peki". "Söz?". "Söz". Ertesi günü gelmiş. "İşte geldim Efendim". "Otur" demiş. Bir teveccüh etmiş Hazret müezzine, gözünden perde kalkmış müezzinin. Bir de ne görsün! Câmi mâ halakallah acâib mahlûklarla dolmuş.
Yaaa! Bazı cinler var, sığmaz buraya, kafası kubbe gibi. Bazısı küçük, bazısı büyük acîb şeyler var. Bu yer ile gök arasındaki mahlûkât-ı ilâhiyye dünyâ yüzündeki mahlûkdan çoook fazladır. Onun için bak niye çıplak soyundurmuyorlar insanı? Allah görür her yeri. Donlu, pantolonlu Allah her şeyi görür. O mahlûklar görmesin diye setr, örtüyoruz, çıplak dolaşmıyoruz evlerde filan. Onun için dâimâ su dökerken filan Besmele çekmek lâzımdır. Gece yarısı sakın sıcak su dökmeyin. Mahlûkât-ı ilâhiyye çıkar gece de onun için. Bazı mahlûklar güneş gurûb edince onlar çıkar. Bazısı var güneş gurûb eder, onlar yatarlar uykuya. Böyle. Evinize Besmele'yle gireceksiniz dâimâ. Hattâ helâya bile. Helânın kapısına kadar gelip, "Bismillah" dedikden sonra açıp içeri girmek lâzım.
Bir nazar etmiş, bir de bakmış, Allaaah, Aman Yâ Rabbi! Nasıl ağlaşıyorlar, kafalarını duvarlara vuruyorlar böyle. Sonra böyle yapmış, müezzinin ensesine vurmuş. Bu kim biliyor musun? Merkez Efendi. Nerede Merkez Efendi? Mevlânâkapı hâricinde. Evliyâullahdan. Gidip ziyâret ediyor ya Ümmet-i Muhammed, işte o. "Müezzin Efendi" demiş, "sen bu makâma kırk senede erişemezdin ama inâdın seni bu makâma erişdirdi" demiş. "Gel gör bak şimdi, câmi dolu mu değil mi?".
Onun için câmiye geldiğin vakitde selâm vereceksin, eve gitdin mi selâm vereceksin, annene babana selâm vereceksin, mü'minlere selâm vereceksin yolda. Zamanımızda tanımıyoruz, hıristiyan, müslüman, gayr-ı mslim filan, fakat müslüman kardeşini bildin mi, gördün mü mutlakâ, "selâmün aleyküm" demek lâzım. Ve karşılığında da daha böyle fazîletli selâm almak lâzım. "Ve aleykümselâm ve rahmetullahi ve berekatuh". "Merhâbâ, merhâbâ, nasılsınız, iyi misiniz?" filan diye hatır sormak lâzımdır. Selâmın manâsı da şudur. "Ey mü'min kardeşim, ben müslümanım, Allah'a inanıyorum, Allah'ı tevhîd ediyorum, O'nun habîbi Muhammed'e gönül verdim, sen de mü'minsin, sen de O'nun habîbi Muhammed'e gönül vermişsin, kitâbımız Kur`ân, âhirete inanıyoruz, selâmdan murâdım sana şu. Bir ihtiyâcın var mı? Senin ihtiyâcını görmeye hazırım" demekdir o. Manâsı odur selâmın.
Nerede o müslümanlar? Nerede o müslümanlar! Şimdi olsa dahi vermiyor. Kemiği bacağının arasına sıkıştırmış, hırrrr, kimseye bir şey tattırmıyor. Koymuş buraya kemiği, hırrr. Mü'min kendi yer yedirir, giyer giydirir. Mü'min kardeşlerine şefkatlidir. Hattâ bütün mahlûkât-ı ilâhîye şefkatli merhametlidir. Kapısında ot olsa, otu bile sular. O da çünkü canlı. O da Allah diyor. Ağacı kesmek bir taraf dursun, sular ağacı, sular. O da Allah diyor çünkü. Her şey, ne varsa kâinâtda ağaç olsun, cemâdât olsun yani taşlar maşlar, onlara cemâdât denir Arapçada, cemâdât olsun, ağaç olsun, hayvanlar olsun, bütün bütün bütün mahlûkât-ı ilâhiyye hepsi Allah diyor. Hiç bir şey yok ki Allah'ı tesbih etmeyen. Hepsi Allah'ı tesbîh ediyor. Nasıl kırarsın onun dalını malını filan. Yok yapamazsın öyle şey. Mü'min böyle. Mü'minin elinden, dilinden hayır gelir. Öyle demiş Peygamber. Mü'min kimdir? Elinden, dilinden hayır gelen, halka zararı olmayan. Müslüman demek o demekdir.
Haydi bu akşam da sohbetimiz burada kalsın, yarın akşam gerisine devam ederiz. Sekize beş var, işte ancak. Biz de uzağa gideceğiz. Bu akşam yemek meselesi var. Yemek meselesi çok mühim. İftara çağırdı Albay.
Yâ Rabbi, bunlar hep, biz de içine dâhiliz, ben de dâhilim, hep kullarınız Yâ Rabbi, bizi kulluğundan kovma Yâ Rabbi. Bize en büyük şeref, en büyük sultanlık sana kul olmakdır Yâ Rabbi. Bundan daha büyük mevki mi olur? Bundan daha büyük bir mertebe mi olur?
Allah'a kul olmak iki cihâna sultân olmakdır. Görmüyor musun, Resûl-i Ekrem Efendimizin bile bir ismi kuldur. Yaaa! Nedir o? "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh". "Abduhû ve resûluh", ne demek o? Allah'ın kulu ve resûlü. Allah'a kul olmak kadar yüksek bir makâm yokdur.
Allah bizi kulluğundan ayırmasın. Habîbinden hiç ayırmasın. Ölümün korkunç hâletinden bizi korusun. Ölümün şiddetinden, kabrin karanlığından ve vahşetinden, mahşerin şiddet ve dehşetinden. Ve mahşer günü enbiyâullah ve evliyâlar yanında, evliyâlar dediğim, evliyâ zâten velînin cemidir ama galat-ı meşhûrdur, bizi Cenâb-ı Hakk rezîl etmesin, günahlarımızı ortaya koyup da böyle.
Hele hele en mühimi, enbiyâullah ve evliyâullah bizim suçlarımızı görse dahi, onlar merhametlidir, örterler de, kâfirlere karşı rezîl olmak var orada. Kâfirlere, münâfıklara karşı. Hele cehenneme girenlere öyle diyeceklermiş, "Hani, ne farkımız kaldı? Namaz kıldınız, oruç tuttunuz, işiniz ne burada! Biz gavurduk girdik ama siz de geldiniz buraya, farkımız ne!" diyeceklermiş. Kâfire bunu dedirmeyeceksin. "Sen müslümandın, namaz kılıyordun, ben de gavurdum, ben münkirdim, sen mü'mindin, ne işin var cehennemde. Bak sen de benimle cehenneme girdin" diyecek. Yâ Rabbi kâfire bunu dedirtme. Ve dünyada da kâfirleri ve düşmanları bize güldürme Yâ Rabbi. Şaşırtıp birbirimize düşürüp böyle, kâfirler hep güldüler bizim hâlimize.
Düşmanımız çok, dostumuz yok. Bir Allah var, onu da darıltdık mı ne yapdıysak duâlarımız pek kabûl olmuyor. Cenâb-ı Hakk'la barışalım da, Resûl-i Ekrem'le filan inşâalah, iş yoluna girsin. Çünkü Peygamber'in âilesinin ismini pazarlarda satdırdık, Ayşe Kadın diye, Ayşe fasulyesi diye. Ayşe kelimesi, kudsî kelime. Resûl-i Ekrem'in sevgili âilesi, annemiz, ümmü'l-mü'minîn. Resûl-i Ekrem onun göğsünde Allah'a mülâkat etmiş. Onun ismini sokaklarda Ayşe Kadın fasulyesi diye satdırdık. Peygamber'in milliyyetini köpeklerin ismine verdik, Arap Arap diye çağırtdık. Birisi köpeğin ismin Türk diye koysa, Türk diye çağırsa ne yaparız? Herifin kafasını patlatırım ben. Benim milliyyetimle mi oynuyorsun sen diye. Çünkü benim milliyyetim âlîdir ve necibdir. Yaa, Resûl-i Ekrem'in milliyyetini öyle yapdık biz. Bir çok şeyler böyle, bilmediğimiz hâlde, elimizin hamuruyla bir çok şeylere karışdık, burnumuzu sokduk. Terbiyemizi bozduk. Vaktiyle Türk ordusu çıkdığı vakitde İstanbul'dan üç aylık yoldan kâfirin gönlüne korku gelirdi. Vallâhi ve billâhi böyleydi. Büyük Frederik'le Fransuva harb ediyorlarmış, Fransa'yla Almanya arasında. Esîr etdi Fransuva'yı Büyük Frederik, Almanlar. Kânûnî Sultan Süleyman zamanı. Fransuva'nın annesi Sultan Süleyman'a müracaat etdi. Dedi ki, "Oğlumu esîr etdi, bugün dünyanın en büyük pâdişahı sizsiniz, Hazret-i Muhammed'in halîfesisiniz, oğlumu kurtar, sana dehâlet ediyorum" dedi. Sultan Süleyman buradan Büyük Frederik'e mektûb yazdı. "Kulağıma top sesleri geliyor, derhal Fransuva'yı memleketine iâde et, yoksa geliyorum" dedi. Hemen Büyük Frederik Fransuva'yı memleketine iâde etdi. Böyle olan bize, sonra bir papaz kafa tutdu Kıbrıs'da. Makaryos. Neden? "(Cemaatden birisi Kara Fatma dedik böceklere, hamam böceğine Kara Fatma dedik deyince), Yaaa, Efendimizin sevgilisi kızının ismini böceklere verip, Kara Fatma diye. O Fâtımatü'z-Zehrâ ki kaç defa Huzûr-ı Risâlet'e girdiyse, Peygamber her seferinde ayağa kalkardı ona. Rahmete'l-lil-âlemîn Efendimiz Hazretleri. Her seferinde! Ayağa kalkardı. Bizim dostumuz olmaz. Çalışacağız. Özümüz doğru, sözümüz doğru olacak. Çalışacağız. Düşmana ser-fürû etmeyeceğiz, çalışacağız. Tembelliği bırakacağız. Pisliği, tembelliği, çirkinliği, ahlâksızlığı. Biz Avrupa'dan güzel şeyler beklerken, bizim Avrupalı olanlarımız hep Avrupa'dan kötü şeyler getirdiler buraya, bize. Kötü şeyler getirdiler. Bizim güzel âdetlerimizi atdık biz. Japonya kendi ananesini terk ederek yükselmedi. Japonya ananesini muhâfaza ederek kendisini yükseltdirdi. Yazısını bile değişdirmedi Japonya. Beş bin harfi var Japonların. Bir kolaylık yapdık oldu ama bir şeye benzemedi, çıkan kuluçka acâib çıkdı. Bir kuluçka basdık, çıkan ne tavuk oldu bir şey. Hindinin altından ördek çıkdı. Suya doğru gitdi ördek. Hindi şaşırdı kaldı yukarıda. Sen hindinin altına ördek yumurtası koydun mu hiç? Koy bak. Çıkınca ördekler suya gidiyorlar, alışmış suya, hindi şaşırıyor ortada. Biz öyle olduk. Çocuklar bizim suya gitdiler, biz kaldık yukarıda. Acâib.
Aman kardeşlerim, evladlarım, bak Ramazân-ı Şerîf geldi gidiyor, aklımızı başımıza alalım. Ömür de geldi gidiyor. Onlar beş yüz sene istikbâli düşünerek hazırlık yapıyorlar. Biz yarını düşünmüyoruz. Bir baba iki türlü evi idâre eder. Kulağını benden yana ver! Sen kıyas yap, ne demek istediğimi. Bir var ki, bugün yiyelim içelim yarın ne olursa olsun. Bir baba var, hayır, hesablı gidiyor, yarın çocuklarım elalemin bâzisi olmasın, oğullarımın iffetine, kızlarımın ırzına ilişmesinler, alınları açık yaşasınlar diye yaşıyor. Böyle olacaksın. Yoksa bugün ne olursa olsun, yiyelim içelim yarın ne bok olursa olsun. Hepinize söylüyorum başdan aşağı. Evladlarınızı iyi terbiye edin, Dîn-i İslâm ile. Bize İslâm'dan fayda gelmişdir. Yükselen zevâtı da zannetme şey olarak, Allah'a kasem ederim ki bizden çalmışlar, gitdim, içlerine girip çıkıyorum, bendeniz gidip geliyorum, bir çok yerlerde temas ediyorum. Ve tamâmen evliyâullahın menâkıblarını almışlar kendilerine mâl etmişler adamlar. Onunla bizi eziyorlar. Bizde ne o var ne o var. Biz şeye dönmüşüz, ne o bakayım, nedir o, devekuşu. "Sen nesin?" diyorsun. "Deveyim" diyor. "Gel yük vuralım". "Kuşum" diyor. O vakit sen "Uç" diyorsun. "Deveyim ben" diyor. Böyle olmaz. Olmaz.
Vatanına, milletine, insâniyyete hâdim olacaksın. Bak İspanyollar vaktiyle yahudileri attıular İspanya'dan. Engizisyon mahkemesi. Elli dört bin yahudiye bağrını açan senin ceddin. Neden? Çünkü insan onlar da. Aldık bağrımıza basdık burada. İstanbul'daki yahudiler, işte Kuledibi'nde, Balat'da, efendime söyleyeyim, Kuzguncuk'da, daha nerede vardı bakayım, Hasköy'de filan, o devrin yahudileri. Bu işte bu pâdişah aldı bu. Bu câminin sâhibi aldı. İkinci Bayezid aldı. İnsan onlar da. Niçin, neden? Yaaa! En büyük davâ o, insâniyyete hizmet. Ama kendini kaybetmeyeceksin. Kendini bulacaksın kendini. Kendini bul. Kendimizi bulamadık biz, arıyoruz hâlâ. Ara da dur. Bulamayacağım, ben de bulamayacağım kendimi. Yaşım yetmiş, yetmiş bir oldu, yaşım yetmiş bire gitdi, hâlâ kendimi bulamıyorum, hâlâ oyun peşindeyim ben. Kahvede kağıt oynuyor, yetmiş yaşında adam! Genç adam oynar, aldırma. Günah mı? Günah ama karışmam ben öyle şeylere gençlerde. Gençler oynasınlar. Oynayacak zamanda oynasın da oynamayacak zamanda oynamasın o. İş orada. Yaaa. Ama yetmiş yaşında adam seçinin rengi bembeyaz olmuş, hâlâ kağıt oynayacak, bilmem ne oynayacak. Haydi Fâtiha!