2 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Üç sınıf kimse, Leyle-i Kadir'den istifâde edemez. Yani Leyle-i Kadir'de Ümmet-i Muhammed'in kâffesi affolur, günahlarından soyunurlar, eski elbiselerini çıkarırlar, günahsız yeni elbiselerini giyerler, beyaz elbiselerini. "Analarından doğduğu gibi olur" diyor Peygamberimiz. "men sâme ramadâne ihtisâben gufire lehû mâ tekaddeme min zenbih". Sevâbını Allah'dan ümîd ederek, bir kimse Ramazân-ı Şerîf'i tutsa, geceleri kâim olsa, Allah onu bayram sabahı anasından doğduğu gibi tertemiz eder. Gene aynı zamanda Leyle-i Kadir'i idrâk ederse, tertemiz olur, tâhir olur, hiç günâhı kalmaz. Kul hakları müstesnâdır.
Kul hakkına çok dikkat edeceksiniz. Hep söylerim ben, ölünceye kadar söyleyeceğim. Kul hakkına!
Hazret-i Îsâ aleyhisselâm gidiyormuş...
İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Hikâye diye dinleme, ibret al!
Gidiyormuş, Hazret-i Allah Îsâ Peygamber'e emr ü fermân buyurdu, "Yâ Îsâ, o kabre duâ et, o kabri dirilteceğim o kabir sâhibiyle konuş" dedi. Hazret-i Îsâ aleyhisselâm bi iznillah ölüleri diriltirdi. O kabre Hazret-i Îsâ emir verdi, "kum bi iznillah" dedi, "Allah'ın izniyle kalk" dedi. Kabir şakk oldu, bir adam kalkdı kabirden. Başından toprakları silke silke böyle. "Buyur Yâ Nebiyallah, Hakk Teâlâ, bana fermân etdi ki Îsâ ne sorarsa, ona cevâb ver" diye. "Ne iş yapardın dünyâda?". "Yevmin cedîd rızkın cedîd kazanan bir kişiydim. Yani sabahleyin işe çıkarım, çalışırım, akşama kazandığımı evime götürürüm". "Peki kabirdeki ahvâlin nasıldır?". "Kabirde azâb görmekdeyim". "Niçin, neden? Niçin kabir azâbına uğradın? Niçin kabir azâbına müstehak oldun".
Şimdi antre parantez, iyi dinle! Resûl-i Ekrem buyuruyor ki, üç şey kabir azâbını iltizâm etdirir, meydana getirir. Birisi idrardan kaçınmamak. Pislikden, necâsetden, idrardan kendini korumayan, istibrâ etmeyen, istincâsına dikkat etmeyen kişiler kabir azâbına müstehak olurlar. Bir. Yine "âku'l-vâlideyni", ebeveynine karşı vazîfelerini yapmayan kişiler kabir azâbına dûçâr olurlar. Üç. İki cemiyet arasında laf götürüp getirenler, gammazlar, iki tarafı ayırmak için birbirinden, kabir azâbına müstehak olurlar. Diline sâhib ol! Râvîsi Ebû Hureyre. Bir de tekrar bir hadîs-i şerîf var, o hadîs-i şerîfde dördüncü bir mertebe sayıyor, kızdığı vakitde küfür eden kimse, kızdığı vakitde küfreden kimse, sebbeden kimse, o da kabir azâbına müstehak olurmuş. Daha nice kim bilir Allahu Teâlâ'nın böyle nice azâbları vardır, bilmiyoruz sebeblerini. Onun için ben sana dah akestirme yoldan söyleyeyim. Zerre kadar günah olsa ondan kaçın, zerre kadar sevâb olsa ona koş. Zerre kadar iyiliğe koş, zerre kadar günahdan kaçın. En kolayı sana, kestirme yol.
Evet. "Ben rızkın cedîd yevmin cedîd kazanan bir insandım". "Şimdi nasıl kabirde rahatın?". "Rahatım yok. Azâba dûçâr oldum".
İyi dinle! Oyun diye dinleme! Hikâye diye de dinleme! İbret al ve öyle yap!
Söyleyen ölü. Soran Hazret-i Îsâ. Emir veren Hazret-i Allah. Haber veren tefsîr-i şerîf. Bitdi o kadar.
"Peki niye kabir azâbına dûçâr oldun sen?". "Ben hammaldım, hammal. Günlerde bir gün odun taşıyordum, yemek yemişdim, yemiş olduğum yemek, dişimin kovuğuna gitmiş, çürük dişim vardı ağzımda. O odun sâhibinin haberi olmadan", kul hakkı!, "bir kürdan çıkardım oradan, dişimi karıştırdım yere atdım. Ondan dolayı Allah beni kabir azâbına müstehak kıldı".
"Yâhu bir kürdandan ne olur?". Demeyeceksin ne olur diye. Allah zerreyi zerre diye arar. "فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ fe men ya'mel miskâle zerretin hayran yerah", zerre kadar hayır yapanlar, zerre kadar hayrın mükâfâtını görürler. Zerre kadar şer yapan da kötülük yapan da zerre kadar şerrin belâsını görecekdir. Haber veriyoruz. Yâhud tövbe et.
Şimdi, bir iş yapdığın vakitde, ister iyilik, ister kemlik...
İyi dinle beni! Kulağını benden yana ver! Güneş gurûba eriyor. İftar vakti yanaşdı. Ondan bahsetmiyorum, ölümden bahsediyorum.
İster iyilik, ister kötülük, manevî tarlaya tohum atmış gibidir o, hemen meyvesini vermez. Nasıl biz tarlaya tohum atdığımız vakitde hemen meyve veriyor mu tohum? Ne bekliyor? Yağmur bekliyor filan. Üzerinden altı yedi ay geçiyor, kış geçiyor filan, sonra ne yapıyor, neşv ü nümâ buluyor, büyüyor yani veriyor. Fenâlıklar da böyledir, iyilikler de böyledir. Tarlaya, manevî tarlaya atıyorsun tohumu, onun gibidir o. İyilik yapdığın vakitde, tohumu atdın manevî tarlaya, sonra gözyaşınla sula onu, "Aman yâ Rabbi, kabûl et, zâyi' etme" diye yalvar Allah'a.
Bak oruç tutduk, bir aydan beri aç duruyoruz. Allah kabûl etdi mi etmedi mi bilmiyoruz ki. Hangimizin aklına geldi, "Yâ Rabbi, kabûl etdin mi benim orucumu" diye ağladık. Hangimiz ağladık, soruyorum haydi. İster kabûl etsin, ister kabûl etmesin, öyle mi diyorsun. Senin orucuna Allah'ın ihtiyâcı yok. Ağlayacaksın, ağlayacaksın! "Yâ Rabbi, elhamdülillah bana orucu nasîb etdin, beni câmiye aldın". Bak nice insanlar var, câmiye gelemiyorlar, kapıdan içeriye. Onlara kızmıyorum ben, darılmıyorum da, acıyorum. Câmiye gelemiyor adam, oruç tutamıyor. Niyeti var tutmaya, "Âh ben de tusam" diyor, tutamıyor. "Ah namaz kılsam" diyor ama kılamıyor namazı. Bildiğin gibi değil hâdisât senin.
Öyleyse kıldığın namazın ve tutduğun orucun kabûlü için Allah'a yalvar. Nihâyetinde iftar vaktinde, "Aç durdum Yâ Rabbi, kusurlar işledim yâ Rabbi, bu orucumu kabûl et benim" diye yalvar Allah'a. Ulan bir tânesi kabûl olsa kâfî sana. Bir tânesi kabûl olursa! Bir tânesi kabûl olursa bile kâfî, bırak otuzunu sen. Neden biliyor musun? Allah Hazret-i Dâvûd'a mîzânını gösterdi. Bir mîzân ki, Dâvûd Peygamber şaşırdı, bakdı mîzâna. Terâzi, mîzân dediğim, terâzî. Bildiğin bakkal terâzisi değil, sana anlatmak için konuşuyorum bunu. "Aman Yâ Rabbi" dedi, "bu mîzânın kefesi hangi hayır hasenâtla dolar?" dedi. Mîzânın gözü yani. Bir tarafa dünyâyı koysan, semâvâtı, ardı, alacak içerisi. Hakk buyurdu ki, "Öyle değil Yâ Dâvûd, men kâle lâilâheillallah ihlâsen hâlisan dahele'l-cenne, bir adam bir kerre lâ ilâhe illallah derse ihlâs ile, o mîzânı doldurur" dedi. Dünyâyı ve ukbâyı dolduruyorsun mîzânın bir gözüne, semâvâtı, ardı, cenneti, cehennemi, hepsini berâber, bir göze bir "lâilâheillallah" koyuyorsun, "lâilâheillallah" ağır basıyor.
İşte onun için namaz, seksen sene namaz kılıyorsun, içinden bir namaz kabûl olsun, senin için kâfî. Bilmiyoruz. Bu kadar oruç tuttduk. Bir tânesini Allah kabûl etsin, kâfî. İnşâallah hepsini kabûl etmişdir, o ayrı. Bir tânesini kabûl etse, kurtaracağız paçayı. Bitdi o kadar.
Aman kul hakkı! "Efendim bir kürdandan ne olacak?". Allah kürdanı kürdan diye arıyor. "Niye odun sâhibinin haberi yokken o kürdanı sen kullandın ve yere atdın! Ondan dolayı ben kabir azâbına müstehak oldum Yâ Îsâ, kabrimde ateş görüyorum ben" diyor. Bitdi o kadar.
Aman kul hakkı! Aman kul hakkı! Bak sana haber vereyim.
Hazret-i İmâm-ı Şâfiî, kutbü'l-aktâbdandır kendisi, kutubdur ve Kureyşî'dir, büyük veliyyullahdır yani İmâm-ı Şâfiî. Ölürken demiş ki, ölürken, "Seyyide Hâtun namazımda bulunsun" demiş. Seyyide bir hâtun var, evlâd-ı Muhammed'den, seyyide. Hazret-i İmâm-ı Şâfiî Kureyşî, kadın da seyyide. Resûl-i Ekrem'in sülâlesinden yani seyyide. Demiş ki, "Aman Seyyide Hâtun ben öldüğüm vakitde benim namazımı kılsın" demiş. Ricâ etmiş kendisi. Yüz yirmi bin kişi bulunmuş cenâzede, İmâm-ı Şâfiî'nin namazında. Yüz yirmi bin! Nereden haber aldın diye sormuyorsun, saydılar mı acaba? Haber vereceğim şimdi, nereden aldık haberi. Görmüşler manâda İmâm-ı Şâfiî'yi, "Yâ İmâm, Allah sana ne muamele etdi?" demişler. "Seyyide Hâtun benim namazımı kıldığı için Allah beni affetdi. Benim üzerime yüz yirmi bin kişi namaz kıldı, benim namazımı kıldıkları için de benim yüzümden Allah onları affetdi" demiş.
Bir gece İmâm-ı Şâfîî, bu Seyyide Hâtun'a rüyâda görünmüş. "Yâ Seyyide, filanca köye git" demiş, "bir kadın var, o kadının ineğini çaldılar ve yalancı şâhid dinletdiler, ben kâdıydım, Mısır kâdısıydım" diyor. "Biliyordum inek kadının ama onlar yalancı şâhid dinletdikleri için mecbûr oldum ineği yalancılara, hırsıza vermeğe. Verdim. Şimdi mesûlüm ben" demiş. "Git o kadını bul, bir inek al ver o kadına benim nâmıma, Allah rızâsı için". "Gitdim" diyor Seyyide Hâtun, "kadını buldum, bir inek aldım kadına verdim, Hazret-i İmâm'ı öyle kurtardık hesâbdan" diyor. İmâm-ı Şâfîi'yi!
Onun için zamanımızda, adamın aleyhinde konuşuyorsun, hak-hukûk meselesi bu. Gıybet ediyorsun, iftirâ ediyorsun, bilmediğin görmediği halde. Temiz giyinmiş, "Hımm, çalmışdır". Ne biliyorsun ulan! Kadın biraz temiz giyinmiş, "Gâliba fâhişe". Aaa! Bilmediğin adamın nâmûsu hakkında konuşursan, dünyâ ve âhiretde lanet ediyor Cenâb-ı Hakk, laneti var üzerine senin. Gözünü, dilini katiyyen sakın böyle şeylerden!
Bak bir şey daha söyleyeyim de sonra geçelim, konuşalım, sözümüze devâm edelim. Resûl-i Ekrem, sultân-ı enbiyâ...
Salavât getir! Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Necâtın onda, Resûl-i Ekrem'e salât getirmekde necâtın.
"Müflis kim?" demiş Cenâb-ı Peygamber, bir gün ashâbına, ashâb-ı kirâm hazarâtına, rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn. "Müflis kim?". "Men lâ dirheme velâ metâ' yâ Resûlallah, parası malı mülkü olmayan müflisdir" "Hayır, o dünyâ müflisi, ben size âhiret müflisinden bahsediyorum". "Allah ve Resûlü bilir".
İyi dinle şimdi, kulağını benden yana ver!
Bir adam yevm-i kıyâmetde, namazıyla, orucuyla, zekâtıyla, haccıyla gelir. Fakat ahlâkı dürüst değil, onu kırmış, onu dövmüş, onun malını gasb etmiş, onun iffeti hakkında konuşmuş. Hak sâhibleri de gelirler. Bu adamın yapdığı hayır hasenâtı Allah bunlara hak mukâbilinde verir. Yeterse ne a'lâ. Yetişmezse, hak sâhiblerinin günâhını alır, buna yükler. Sonra cehenneme yüzüstüne atılır. Bu adam iflâs eder. İbâdetlerinin karşılığında hiç bir şey alamaz çünkü hepsini başkalarına dağıtdı.
Ekseriyâ namaz kılan mü'minlerde bu hâlleri görüyoruz ki müslümanlara hiç yakışmaz. Mücerred savm u salât u hacc ile iş bitmez, irfân gerekdir, insânlık gerekdir. Bunlar erkân-ı İslâm'dır. "Efendi, sen namaza kıymet vermiyor musun?". Ne demek namaza kıymet vermemek. Namazın ne olduğunu biliyor musun? Dînin direği. Allah Celle Hazreteleri, Kur`ân-ı Kerîm'de seksen üç yerde namazdan bahsetmişdir. Aynı zamanda mü'minin mi'râcı, dînin direği, Resûl-i Ekrem'in gözü nûru, "Es-salah kurratü aynî" buyuruyor. Ama bu namazı sen kaybedeceksin. Niye? Çünkü onun hakkını yedin, hakkını yediğin için o hak sâhibine senin namazını verirler. Yeterse ne a'lâ. Yetmezse onun günâhını alır sana yüklerler.
Aman kardeşlerim! Zaman seriyyü'l-zevâldir yani hemen gelip geçicidir. Dün biz çocukduk, mahallelerde oynuyorduk, sonra genç olduk, sonra dinç olduk, sonra ihtiyâr olduk, şimdi yürüyemiyoruz bile. Ben bu câmide müezzinlik yapdım, 1938 senesinden 48'e kadar. Ondan sonra başka câmiye imâm oldum gitdim. Şimdi bak yürüyemiyoruz. Bak, zor gelip gidiyoruz. Çizmeleri giydik, Edirnekapı'ya doğru döndük. Hepimiz böyle. Hemen geliyor. Pâdişah demez, kıral demez, reisicumhur demez, paşa demez, hacı demez, hoca demez, şeyh demez, doktor demez, yakaladı mı götürüyor. "وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ velev küntüm fî burûcin müşeyyede". Demir kalelere girsen, burçlara çıksan, semâya, ecel seni bulacakdır.
Bunu niçin söylüyorum? Ramazandan sonra da böyle namazınıza abdestinize dikkat edin, ahlâkınızı düzeltin, son pişmanlık fayda vermez. Bir çok insan şimdi kabristanlarda ellerini ısırıyor "وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ ve yevme ye'uddü'z-zâlimü 'alâ yedeyhi". Oku alt tarafını. "يَا وَيْلَتٰى لَيْتَن۪ي لَمْ اَتَّخِذْ فُلَانًا خَل۪يلًا yâ veyletâ leytenî lem ettehiz fülânen halîlâ, filancayla niye arkadaşlık yapdım ben dünyâda" diyor, ellerini ısırıyor kabirde. Yaaa! "Niye filancayla arkadaşlık yapdım" diyor. "Beni yoldan çıkardı" diyor. "Allah'ıma karşı beni isyân etdirdi" diyor. Ellerini ısırıyor, sakallarını yoluyor şimdi kabirde. Üstlerinde çiçek ekili. Güzel süslemişler kabirlerini, elli bin liraya, yüz bin liraya, beş yüz bin liraya. Faydası yok altına! Günahdan harâb olmuş kabrin içerisi, yılan dolu içerisinde! Dünyâ yılanı değil, ondan bahs etmiyorum. Herkes yılanını buradan götürüyor. Ateş dolu! Fırındaki ateşden bahs etmiyorum, cehennem ateşi. Buradan götürüyorsun cehenneme ateşi.
Şimdi, üç gürûh Leyle-i Kadir'den istifâde edemez. Bir, "müdmini'l-hamr", içki içenler, içki içiciler, sarhoşlar, içkiye tövbe etmeyenler.
"Efendim, bira var bira, alkolsüz bira". Boynun kopsun!". Ulan hangi pezevenk vermiş o fetvâyı. Mekke'de bira satılıyormuş. Haramdır, olmaz öyle şey. Cidde'de satıyorlarmış alkolsüz bira diye. Haramdır. İsmi bira üzerinde onun.
Şimdi bak bir şey söyleyeyim ben size, gelse bir adam deniz suyunun kenarına, sorsa bir adama, dese ki, fıkıhdan kâide, "Bu sudan içilir mi?" dese, o da dese ki, "İçilmez" dese, oradan abdest alamazsın. "Yâhu deniz". Alamazsın. "İçilmez" dedi çünkü. "İçilir ama tuzlu" diyecek, şartı öyle. Bazen suyun üzerine yazıyorlar, "Bu su içilmez" diye, abdest alınmaz o sudan, içilmeyen sudan. "İçilir ama tuzludur, içilir ama acıdır", içilir kâidesi konulacak.
Onun için bazı isimler işi berbad ederler. Bira olduğu için haramdır. Şarap diye koyarsan ismini içemezsin. Bitdi o kadar. İsterse seni sarhoş etmesin. O kadar. Niye ismini Niko koymuyorsun? Yanko? Mâdem isimde bir şey yok, koysana ismini Yanko koy bakalım, Yanko koy, Niko koy, Katina koy kızının ismini. Koymuyorsun, neden? "E gavur bilirler". "İsimle gavur olmaz adam" der bilmeyen. Ama öyle değil işte. İş isimdedir. Bilmez onlar o inceliği. Aklı ermez herifin. Olmaz.
"Müdmini'l-hamr", içkiye devâm edenler affdan istifâde edemezler. Bak tekrar tekrar söylüyorum.
Burada işitdiğin burada kalmayacak. Vaktin geçsin, top patlasıni yemek yiyim diye bekleme burada! İşitdiğini söyleyeceksin bildiklerine, ahbâblarına. Kavga gürültü, patırtı çatırtı.
"Efendim, bu kadar kötü mü, Allah affetmez mi?". Eder, dilerse. O'nun affetmeyeceği günah yokdur. Ama kânûn böyle, kânûn-i ilâhî. Dilerse affeder. Diyor ki, "Kadir'den istifâde edemez" diyor müdminü'-hamr olanlar. İçki içen adam, içkiye tövbe etmeyen Kadir'den istifâde edemez diyor.
"İçki içmek bu kadar kötü mü?". Değil ama bak anlatayım sana, anlatayım yâhu. Bir müslümanı çağır, de ki, "Al sana on milyon vereceğim" de. "Ne olacak?", "gavur ol" de. "Allah'ı Peygamber'i inkâr et, al on milyon". Katiyyen kabûl etmez ve hakâretle bakar sana. Müslüman çünkü. İçkiyi içdi mi, ne yapdığını bilmez, bedâva gavur olur. Ana avrat, dîn îmân, mezheb nikâh, tamam gitdi. Haydi bir misâl vereyim.
Bir sofuyu Şeytan uğraşmış uğraşmış, bir zâhidi Şeytan uğraşmış uğraşmış, kandıramamış. Bir kocakarı demiş ki, "Yâ İblîs" demiş, ben o sofuyu yoldan çıkarırım" demiş. "Bana ne alırsın?" demiş. "Ne istersen alırım sana". "Bana bir çift pabuç alacaksın" demiş "pabuç, kırmızı pabuç, üzeri telli olacak" demiş. "Peki".
Bizim zavallı sofu başına takkeyi giymiş, eline tesbîhi almış giderken yolda bizim sofu, kadın "Âh evlâdım, tavukları dağıtdım içeri koyamıyorum, gözüm görmüyor" diye çıkmış ortaya. E tabii bizim sofu sevâb meraklısı, "Haydi teyze ben yapayım" demiş, "kış kış kış kış kış kış kış", tavukları içeriye kışkırtmış. İçeriye girince, "Aaa, sen ağzı Kur`ân'lı göğsü îmânlı bir adama benziyorsun, yukarıda bir hasta var, şuna bir nefes et" demiş, "oku" demiş.
Okumak iyi de üflemek fenâdır. Kânun da öyle, okumak yasak değildir üflemek yasakdır
Çıkmış yukarıya adam, çıkar çıkmaz kadın kapıyı sürmelemiş. "Ne yapıyorsun, niye sürmeliyorsun kapıyı?". Kocakarı demiş ki, "Bak buraya sofu!" demiş "ya bu kadınla yatacaksın, ya bu içkiyi içeceksin. İkisinden birini tercîh et" demiş. Bir de çocuk var orada, kundakda, vıraklıyor. Inga da ınga vırak da vırak. Çocuk sesi mecmuası. Demiş, "Teyze yapma, bak ben sana iyilik etdim, geldim içeriye hastanı okuyayım diye". "Sen bırak okumayı üflemeyi şimdi, bu kadınla yatacaksın" demiş, "kaymak gibi bir kadın bu" demiş, "bak görüyorsun ya. Allah günahları affeder, yat bakayım haydi". "Ben yatmam". "Peki öyleyse içkiyi iç". "İçmem". "Açarım pencereyi bağırırım, evime girdi, tecâvüze yeltendi kızıma diye, senin ananı bellerler, götürür öldürürler seni" demiş. O vakit şiddetli kânûn, o devrin kânûnları.
Eyvâh! Adam çıkacak rezâlete mi yansın, uğrayacağı cezâya mı üzülsün, ne yapsın adamcağız. Düşünmüş, taşınmış, demiş ki, "Zinâ edersem daha ağır cezâsı, içki içeyim bâri" demiş. Çünkü zinâ eder etmez, bütün hayır hasenât gider. Çünkü îmân çıkar, gömlek gibi. Zinâ etdi mi îmân çıkar adamın sırtından, gömlek gibi çıkar. Yukarıda duruyor böyle, üstde bekliyor. İş bitdikden sonra tekrar gelir îmân. Görenler öyle görmüşler. "İçki içeyim bâri" demiş, "O hafifdir hiç olmazsa". İçkiyi içince, hemen kadına binmiş, deveye. Çünkü akıl gitdi.
Şimdi, meselâ İstanbul'u öyle farzet, bir gün herkes içse, öyle farzedelim, herkes içse ama kim varsa, hâkimi, avukatı, polisi, doktoru, hastası, imamı, müezzini herkes içse, öyle farzedelim, bombok olur. Mahkemede hâkimi dinlerken herkes karşılıklı göbek atar. Bitdi her şey.
İnsanın en kuvvetli uzvu neresidir? Aklı. Kanserlinin yanında yatarsın, ülserlinin yanında yatarsın, delinin yanında yatamazsın ki, ne yapacağı malûm değil. Hadi delininki belli gene. Manyak diyor, aşırı manyak, şu diyor, bu diyor. Sarhoşun ne bok yiyeceği malûm değil. Yaaa! Delinin gene biliyorlar deliliğinin derecesini doktorlar. Ama sarhoşun ne yapacağı malûm değil.
Efendime söyleyeyim, bizim sofu hemen deveye binmiş. Binince çocuğu ağlatmış kocakarı. Viyaaak diye ağlamaya başlamış çocuk. Çocuğun ağlamasından adamın keyfi kaçmış, çocuğa sinirlenmiş, bir yumruk vurmuş, çocuk ölmüş. Adam ayılınca aklı başına gelmiş, bir de bakmış ki hem içki içmiş hem zinâ etmiş hem de insan öldürmüş. Yani üç büyük günâhı birden iritkâb etmiş. Halbuki Şeytan o kadar uğraşmış sofuyla, bir günâha bile sokamamış. Adam çıkmış oradan, mahvolmuş.
Şeytan gelmiş elinde pabuçla, koca bir sopa elinde, ucuna bağlamış pabuçları kocakarıya uzakdan vermiş böyle. O da korkuyor kocakarıdan, ne olur ne olmaz diye uzak duruyor. Demiş ki, "Ulan" demiş, "Şeytan oldum ben herifi başdan çıkaramadım" demiş, "sen bir tâne değil, üç tâne günahı birden işlettirdin. Allah cezânı kaldırmasın".
Allah ne diyor Kur`ân'da, Sûre-i Yûsuf'da, oku, "اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ inne keyde künne azîm". Yaaa, kaç tâne tekîd var içerisinde. Onun için, Allahümme ecirna min şerri'n-nisâ. Âmîn de ulan! Allahümme ecirna min şerri'n-nisâ, Allahümme ecirnâ min fitneti'n-nisâ, Allahümme ecirna min belâi'n-nisâ. Yaaa, Allah muhâfaza etsin şerlerinden.
İyisi gâyetle güzeldir, sözümüz yok, anneler, cennet onların ayağı altında. Başlarında Cenâb-ı Fâtımetü'z-Zehr. Bir tarafında Hazret-i Hatîcete'l-Kübrâ, bir tarafında Hazret-i Âsiye, bir tarafında Hazret-i Meryem, bunlar büyük kadınlar. Ve ona muâdil kadınlar var. Ama iblîsi felâket, neûzübillah.
İnsanoğlu da öyle, bizim hakkımızda da öyle. "اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ ülâike ke'l-enâmi belhüm edal". "Habîbim, onlar, ke'l-enâmi, hayvanlar gibidir". Sonra, "belhüm edall, belki onlar hayvanlardan daha aşağıdır", bizim hakkımızda. Ama bu tarafda, "لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ lekad halakna'l-insâne fî ahseni takvîm". Yaaa! Yâhud, "وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ velekad kerremnâ benî âdem, biz benî âdemi mükerrem kıldık" diyor.
Kim ki Kur`ân'a uydu, kim ki Allah Resûlü'ne uydu, kim Kur`ân boyasıyla boyandı, kim nûr-ı Muhammed'i aldı, nûr-ı Ahmed'i, kim Hazret-i Muhammed'i kokladı, o yükseldi, insân-ı kâmil oldu o. Kim ki bunları bırakdı, sırt döndü bunlardan, derekeye yuvarlandılar, hayvandan daha aşağı, ednâ.
Şeytan pabuçu koydu sırığın ucuna da karşıdan göndermiş, ne olur ne olmaz diye. Kocakarı "Elinle versene" demiş Şeytan'a. "Aman" demiş "sen beni emekliye ayırdın" demiş Şeytan.
Bak ne diyor bir gün de. Bir kör varmış, iki gözü görmüyor, kör, demiş ki Hazret-i Mûsâ'ya, "Yâ Nebiyallah" demiş. İyi dinle! "Yâ Nebiyyallah, Allah'a söyle benim gözümü açsın. Benim gözümü kör edince, onun saltanatı yükselmiyor ki, bir şey olmuyor. Açsın benim gözümü". Hazret-i Allah'a arz etmiş Hazret-i Mûsâ. Demiş ki Hazret-i Allah, "Yâ Mûsâ, o kör kulun yanında bir kör daha var. Onun da iki gözü görmüyor. Komşu onlar, dibdibe oturuyorlar. Bazen kolkola girip dileniyorlar beraber, mahalleye çıkıyorlar" demiş. Heyemolaya.
Efendime söyleleyim, "Medîne'den gider oldum Kûfe'ye, gel gitme Yâ İmâm öldürürler seni yâ goygoy cânım".
"O komşusu körün bir gözü açılması için bana duâ etsin o, onun iki gözünü açacağım" demiş Hazret-i Allah. Gelmiş Hazret-i Mûsâ haber vermiş, "Senin bir kör komşun varmış, onun da gözleri körmüş". "Var" demiş, "bitişik komşum, dibdibe oturuyoruz. "Allah dedi ki, onun bir gözünün açılması için Cenâb-ı Hakk'a duâ edeceksin, Allah senin iki gözünü açacak". "Ne?" demiş, "bir daha söyle bakayım". "O komşunun bir gözünün açılması için sen duâ edeceksin, Allah senin iki gözünü açacak" deyince, "Ne onun bir gözü açılsın, ne benim iki gözüm açılsın" demiş. Kör kalmaya râzı, ille o görmesin demiş.
Şimdi Şeytan diyor ki "Bu bizden daha âdî" diyor Firavun'a. Şeytan öyle demiş Firavun'a. Firavun hamamda yıkanıyormuş da, ben başından anlatmıyorum, üşeniyorum konuşmaya artık, yoruldu çenem, hamamda Firavun yıkanırken, kapıyı vurmuş Şeytan, tak tak böyle. Firavun, "Kimdir o?". Demiş, "Hem ilâhım diyorsun" demiş Firavuna'a, "hem de kapıyı kim çalıyor bilmiyorsun" demiş, "benim demiş". "Oooo hoşgeldin! Yâhu ne ben ilâhım ne sen şusun, busun. Bizden daha kötüsü var mı?" demiş de Şeytan'a, Şeytan bunu anlatmış işte. "Bu kör bizden daha kötü" demiş. "Ben Şeytan'ım, sen Firavun'sun, bizden daha kötü bu" demiş.
Hâsid, hasedçi. "Ne benim iki gözüm açılsın, ne onun bir gözü açılsın". Ne bende olsun, ne onda. İkimiz de sürünelim karşılıklı. Allah cezânı kaldırsın. Tuh! Allah bu kötü huyu alsın kimde varsa. Bu bir hastalıkdır bu, Allah kimseye vermesin, bir ağacın içerisine ateş düşer, kurt düşer, nasıl böyle içinden yerse o ağacı o ateş ya kurt, bu hased illeti sâhibini böyle yer içerisinden. Gece uykuları yokdur, gözüne uyku girmez. Onun için her türlü denâati işler bu herif. Çünkü Allah ne diyor Kur`ân'da bak, "kul eûzü bi rabbi'l-felak. min şerri mâ halak. ve min şerri gâsikin izâ vekab. ve min şerri'n-neffâsati fi'l-ukad. ve min şerri hâsidin izâ hased". Hâsid hasedlendiği vakitde, onun şerrinden korkun, bana sığının, rabbü'l-felak'a sığının" diyor Allah. Her türlü denâati yapar Allah belâsını kaldırsın. Gözü körolasıca seni! Seni hınzır seni! İblis!
Şimdi, evvelâ içkiyi bırakacağız. İçkiyi terketmek lâzım. Olmaz. Hem paranla kendini zehirliyorsun hem de kendi kendini rezil ediyorsun. Gördün ya bedâva yere bak ne iş başına geldi. Sorun bak, hâkimler varsa ahbâblarınız, benim var, mahkemelerdeki katil meselelerini. "Sarhoşdum, bilmeyerek asabîleşdim, bana şöyle söyledi, vurdum". Hep "sarhoşdum". Hiç "aklım başımdayken vurdum" diyen yok. Hep "sarhoşdum". Hep içki belâsı. Sonra da bitmiyor işi, çocuğu habennaka oluyor, habenneka olur çocuğu sarhoşun.
Haydi sana bir hikâye daha anlatayım. Bu Cuma namazında anlatmışdım gâlibâ cemâate ama size de söyleyeyim.
Tımarhâneye gitmiş pâdişah. İçkiye mübtelâymış, hemen sertabîb önüne içki getirmiş. Masasını kurmuşlar hemen. Ne diyorlar ona? Çilingir sofrası. Koymuşlar. Oradan bir deli gelmiş, bir akıl hastası gelmiş karşıdan, güzel bir çocukcağız. Koymuşlar önüne çilingir sofrasını pâdişahın. Almış eline kadehi, bir de bakmış delinin biri karşısında, böyle bakıyor. Uzatmış pâdişah ona, "Al içsene" demiş. "Bir şey soracağım pâdişahım sana, sonra içerim içkiyi" demiş. "Sor bakayım, ne soracaksın". "Sen" demiş "içiyorsun benim gibi olmak için, ben içeceğim kimin gibi olmak için" demiş. Hiii! Bir söz ki! "Sen" demiş, "içiyorsun benim gibi olmak için, ben içersem kimin gibi olacağım" demiş. Sultan hemen dökmüş, tövbe istiğfâr etmiş ve Allahu Teâlâ'ya rücû etmiş. Allah'a dönmüş.
Gene sofunun birisi tımarhânenin önünden geçiyormuş, sertabîbe seslenmiş, "Sertabîb! Sizde masiyet illetine çâre var mı?" demiş. Doktor böyle durmuş, cevâb verememiş. Oradan bir akıl hastası demiş ki, "Doktor, şu sofuya ben bir cevâb vereyim mi?". "Ver bakayım". "Ey sofu! Cevâbı bende onun, çıkar defter kalemini. Tövbe kökünü, istiğfâr yaprağı ile karıştırır, kalb havanında, tevhîd tokmağıyla döversin, insâf eleğinden elersin, göz yaşıyla sularsın, aşk ateşinde pişirirsin, kanâat kaşığı ile yersin, birebir gelir" demiş. Sofu da şaşırmış. "Dîvâneden bir söz çıkdı dîvâna sığmaz" demiş.
Ben bunu bu câmide anlatdım, dışarı çıkdım, birisi gelip elimi öpdü, "Efendim, bu tövbe kökü ile istiğfar yaprağı Mısır Çarşısında satılıyor mu?" diye sordu. Ulan Allah cezânı kaldırsın.
Gene biri geçiyormuş tımarhânenin önünden seslenmiş tımarhâneye doğru, "İçeride kaç tâne deli var?" diye bağırmış. Deli cevâb vermiş, "Siz dışarıda kaç akıllısınız?" demiş.
İçki adamı deli eder. Delinin ne yapacağı malûm değildir. Delileri Allah sevmez. Onlar makâm-ı a'rafda kalırlar. Yani Allah hasta olarak halk etse bile, ibret olarak beşeriyyete, makâm-ı a'rafda kalır. Onun için paranla deli olmağa kalkma. İyi şey değildir. İçme! İçme! Ben sana bir içki tarif edeyim onu iç, hiç ayılmazsın, tâ cemâlullahı görünceye dek. İkinci sefer onunla bayılırsın. Aşk-ı ilâhî şarabını iç.
Allah'ın kudret elinden isteyin, aşk-ı ilâhî isteyin. Onunla sarhoş ol babacığım, bırak öyle şeyleri, pis şeyleri, bırak öyle pis şeyleri.
Sigarayı da söndür, içme! Bak ben günde beş paket içiyordum cigara. Beş paket cigara içerdim günde. Bir namaz kılarken içmezdim, bir Kur`ân-ı Kerîm okurken. Tefsîr okurken dahi içerdim. Kitâb yazarken, tefsîr okurken, dînî kitâb okurken, bir tarafdan yakar, bir tarafdan söndürürdüm. Evin içi duman olur, bizim hanım, Bacı Sultan yani evin sâhibi, benim dumanımdan müteessir olur zavallı, ona da eziyet cefâ ediyordum. O içmiyor çünkü. İçmeyene çok eziyet cefâ olur sigara dumanı. Bırakın sigarayı da! Tövbeleri Allah kabûl ediyor şimdi. Ramazan'da ağzı oruçlu olanın duâsı kabûl olur. Kötü alışkanlıklarınız varsa tövbe edin, isteyin Allah'dan bunu. Onun için söylüyorum. Bağırıp çağırıyoruz ya, tövbe edin, Allah'dan isteyin, bırakın. Kötü alışkanlıkları bırakın, o kötü alışkanlıkları. Bırakın öyle şeyleri. İçmeyin yâhu, ne olacak yani. Güvenin Allahu Teâlâ'ya, Cenâb-ı Hakk sana yardım eder. Aaaa, nedir bu!
Fâtiha!
www.muzafferozak.com