Bayezid Câmi-i Şerîfinde Sohbet - 26 Haziran 1984

3 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Hazret-i Musa
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir Ramazan sohbetlerinde buyurdular ki :

Mûsâ aleyhisselâm duâ etmiş, yâhud Hârun duâ etmiş, Hârun aleyhisselâm, Mûsâ Peygamber âmîn demiş, Firavun'un kahrı için duâ etmişler. Sonra Cebrâil gelmiş haber vermiş, demiş ki, "Allahu Teâlâ duânızı kabûl etdi" demiş. Kırk sene geçmiş aradan, bir şey olmuyor Firavun'a. Kırk sene geçmiş aradan, Firavun'a bir şey olmuyor. Demiş Mûsâ Peygamber, "Yâ Rabbi, sen unutmakdan münezzehsin, biz bir duâ etdik, duâyı kabûl etdiğini söyledin, bu adam gene tepemizde duruyor" demiş. Demiş ki, "Yâ Mûsâ, Firavun cömert" demiş, "cömertliği onun üzerine gelecek olan belâyı def ediyor" demiş. Hattâ o kadar cömertmiş ki Firavun, bütün şehrin halkı onun mutfağından yemek yermiş. Sonra bir adam bir çorba yapdırmış, onu haber almış, çağırtmış adamı, "Sen niye benim mutfağımdan yemek yemedin de çorba yapdırdın" demiş. Adam da demiş ki, "Benim karım köy kızıdır" demiş, "yoğurtlu çorba istedi, yoğurtlu nohut çorbası, sarayda o pişmiyor" demiş, "fukarâ yemeği çünkü o" demiş, "o da hâmile" demiş, "mecbûr oldum onu yapmaya". "Yaa öyle mi, fukarânın yiyeceği nohutlu yoğurtlu çorba da yapsınlar" demiş, "ziyanı yok, yenmesin, hayvanlara verirler" demiş. Bu kadar cömertmiş. "Yâ Mûsâ, ondan tehîr oluyor azâbı" demiş.

Onun için "es-sadakatü terüddü'l-belâ ve tezîdü'l-umr"dür yani cömertlik belâlara karşı perde oluyor. Yaaa, çok enteresan bir şey. Ve Kur`ân-ı Kerîm'de Firavun'un ismi vardır, Nemrud'un ismi yokdur. Var mı Nemrud'un ismi Kur`ân'da? Gizlidir Nemrud'un ismi. Çünkü Firavun cömert olduğu için Allah hep zikrediyor ismini. Fakat Nemrud, tamahkârmış o, ismini zikretmedi, şeref vermedi Allah ona. Gadabla da olsa şeref vermekdir, ismini zikretmek. Yaa. O tamahkârmış o. Tamahkâr adamda iş yok. Ne diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, "El-bahîlü lâ yedhulü'l-cennete velev kâne zâhiden, bahîl olan kimse yani tamahkâr olan kimse, zâhid de olsa cennete girmez" diyor, "en arka girecek" diyor. "Es-sahiyyüyedhulü'l-cennete velev kâne fâsıkan". "Fâsık da olsa sahî olan kimse, onun fıskını söylemeyin, örter onun cömertliği" diyor. 

Leyle-i Kadir'de mü'minlerin hepsi affoluyor. Yalnız üç sınıf affolmuyor, afdan istifâde edemiyor. Üç sınıf kimse, Ümmet-i Muhammed'den. Birisi içkiye tövbe etmeyenler.

Tövbe nasıl olacak ama biliyor musun? Bir de var böyle, "tövbe estağfirullah"  gene içiyor. O demek değil tövbe. Tövbe, terketmek. Tövbe-i nasûh ile tövbe etmek. Tövbe-i Nasûh diye bir hikâye var Mesnevî-i Şerîf'de.

Hamamda herif tellaklık yaparmış. Köseymiş adam, istifâde edermiş, kadınları falan tutarmış. Öyle adamlar vardır. Tarmvayda yâhud otobüsün kalabalığında kadınların arasına giriyor. Kokudan istifâde edecek. Hayvan! Hasta. Bu da öyle hamamda kadınları yıkarmış. Bir gün, beş gün, on gün...

Haaa burada büyük ders var. Bir gün, beş gün, on gün, bir ay, iki ay, üç ay, beş ay, Allahu Teâlâ'nın bir sabrı vardır. Bir adam bir günah işler, vazgeçerse, tövbe eder, Allah onu kurtarır. Eğer ısrar ederse, Cenâb-ı Hakk örter örter onun günahını, duyulmaz duyulmaz, bir gün gelir duyulur, meydana çıkar o. Yaaa, imhâl eder, ihmâl etmez. Mutlaka bir gün önüne çıkarır günahını. Onun için iyi değil günah yapmak. 

Bu da öyle, bir ay, iki ay, beş ay derken, bir gün pâdişahın âilesi gelmiş hamama. Derken, yüzük kaybolmuş. Pâdişahın karısının yüzüğü. "Aman yüzük kayboldu, kapayın hamamın kapılarını, arayın" demişler. Eyvaaah! Arayacaklar. E kadın kadını arıyor, ötesine berisine bakıyor. Bu köse herif. Düşün sen adamın vaziyetini. Rezîl olacak, öldürecekler. Nasıl ağlıyormuş, "Aman Yâ Rabbi! Tövbeler olsun, bir daha yaparsam dünyanın en alçak adamıyım. Yaparsam belâmı ver" filan diye ağlaya sızlaya duâ ediyor. Tam bir kimse kalmış ona, onda çıkmış yüzük. Kurtarmış paçayı. Kurtarmış, eve kaçmış. Gitmiş, bir daha gelmemiş hamama. Çok da güzel yıkıyormuş kadınları. Gelip çağırıyorlarmış evinden, "Nasuuuh! Yâhu niye gelmiyorsun hamama? Gel yıka". Çok para teklif ediyorlar. "Yâ Rabbi, imtihan etme beni" dermiş. "Aman Yâ Rabbi beni imtihan etme". 

İşte bu şekilde olacak, böyle. Bir daha yapmayacak. Yani bir hayvanı sağdığımız vakitde, o sağılan sütü tekrar aynı memeden içeri verebilir miyiz? Veremeyiz. İşte tövbe böyle olacak. Ama böyle tövbe etdi de başına bir kazâ geldi. Olur, insanlık hâli bu. Kazâ-yı rahmânîdir, kaderinde varsa, çıkar onun önüne, önüne geçilmez onun. Ama böyle "Yan cebime koy" kelimesiyle değil, hakîkaten tövbekâr olacak.

İçkiye tövbe etmeyenler, bunlar, afdan istifâde edemiyorlar. Zâten bir defa akıllı bir adam içki içmez. Dün akşam anlatdım ben burada, bir çok şeyler söyledim. İçmez akıllı adam içki. 

Pâdişah tımarhâneye gelmiş, biliyorlar pâdişahın içki içdiğini, önüne içki çıkarmışlar. Sonra bir delikanlı bir çocuk gelmiş oraya, akıl hastası, karşıda durmuş. Sultan ona içkiyi vermiş, "al içsene" demiş. Demiş ki, "Pâdişahım, sana bir soru soracağım, sonra içeceğim" demiş. "Sor bakayım ne soracaksın?". "Sen içiyorsun benim gibi olmak için, ben içeceğim kimin gibi olmak için?" demiş. Sultan bardağı kırmış, anlamış, irşâd edildi. 

İnsan parasıyla deli dîvâne olur mu! Hep belâlar, kazâlar, hapsihânelerde çürüyen insanlar, hepsi içki yüzünden olur böyle şeyler. İnsanın başına kötü şeyler de gelir, insanın iffetiyle ırzıyla oynarlar, yaşına başına da bakmazlar. Çünkü o da deli oluyor, o da deli oluyor. Delilerin hastalıklarının derecâtını bilir herkes, ama sarhoşun ne yapacağı malûm değildir. Sarhoşun ne yapacağı malûm değil.

Deli sarhoşdan korkmuş. Burada Dökümcüler Hamamına gitmiş yeniçeri, kafayı çekmiş.İçeri girmiş. Hamamcı karşısına çıkmış, elini ovuşturuyor filan. "Ne oldu, ne var ulan?" demiş. "Ağam hiç içeri girme" demiş. "Niye?". İçeri bir deli kaçdı çıkaramıyoruz deliyi, sabahdan beri içeride". "Haydi lan, o deliyse ben zır deliyim be, çekil oradan!". Soyunmuş. "Ver oradan bir ustura sen bana". Ustura almış. Dan dun gümbür paldır filan hamamın kapılarını açar, içeri girer, bakar, hamamın göbektaşında bir adam, izbandut gibi, sakalları çalı süpürgesi gibi, böyle durmuş, böyle bakıyor. Bir nara atmış yeniçeri, "Gel lan buraya" demiş, bir tokat, Osmanlı tokadı, duvara çarpmış deli. Kalkmış, "Al şu usturayı tıraş et bakayım kolumun altını" demiş. Tıt tır tır tır korkudan. Bir de buradan çıkarmış, "Bunu da tıraş et". Bir de kıçına tekme, "Al bu usturayı, götür hamamcıya ver, dışarı çıkdığım vakitde seni görmeyeyim dışarıda" demiş.  Paldır küldür kapılar açılıyor, hamamcı bakıyor ne oluyor diye. Çıka çıka deli çıkmış elinde usturayla. "Eyvâh!" demiş, "herif gitdi içeride". Gelmiş deli yavaşcacık hamamcıya, "Al şu usturayı sakla" demiş, "içeride deli var" demiş. Sarhoşdan kormuş deli. 

İnsan parasıyla deli olur mu! O sinemalarda filan görüyorsunuz, Avrupalılar içki içmiyorlar. Bak ben Avrupa'ya gidiyorum geliyorum, görüyorum. İçki yok Avrupa'da. Sigarada yok pek fazla. Şeker de yemiyorlar. O içdikleri hep onların meyva suları başdan aşağı. Portakal suyu, kızılcık suyu, üzüm suyu, bilmem ne suyu, hep meyva suyu, içki değil. Pek ender içenleri. O da azıcık alıyorlar. Bizim gibi fıçıyı devirmiyor, küpü devirmiyor bizim gibi. Bizimki dibini bulacak uğraşıyor, dibini bulmaya. 

Şimdi bir çok adam var, ibâdet yapdı, Ramazan'da filan, Bayram günü içer, bugün tesbîh elinde câmidedir, Bayram günü İkindi vakti karakoldadır. Tabii, tabii, aynen böyle. Karakola götürürler onu paldır küldür. Sakın hâ öyle şey yapma! Onun için diyor ki Efendimiz, "İçkiye tövbe etmeyenler, Leyle-i Kadir'den istifâde edemezler". Yani onlar affolmaz. Bir. 

İkincisi, âku'l-vâlideyni, anaya babaya âsî olanlar, ebeveynine karşı âsî olanlar, onlar da istifâde edemezler. Onlar da affolmaz. Mutlaka analarına babalarına gidecekler, onların gönlünü alacaklar, barışacaklar, onlara ikrâm edecekler, ihsân edecekler, öyle. Kaç defadır söylüyorum. Anneni ismiyle çağıramazsın, câiz değildir. Babanı ismiyle çağıramazsın. Şaka dahi yapamazsın smini çağırarak.  "Anneciğim", "Babacığım" diyeceksin. Affedersiniz, affedersiniz, hıristiyan olsa kiliseye götürmezsin, hem de "götürmem" diyemezsin, kaçarsın gidersin, kiliseye gitdiyse, sırtına yüklenip eve getireceksin. Fâhişe ise eğer, kerhaneye götürmezsin, kerhaneden sırtına alıp eve getireceksin anneni. Bak ne konuşuyorum, ne konuşuyorum! Ne söylüyorum!

Annenin ayağının altını öpeceksin, üstünü değil. Altında cennât-ı âliyât, öyle diyor Peygamber. "El-cennetü tahte akdâmi'l-ümmehât", "cennet anaların ayağı altında" diyor. Allah'a isyân emirlerini verirse dinlemezsin, Allah'a isyânda kula itâat olmaz, dinlemezsin fakat kaçarsın oradan, "yapmayacağım" da demezsin, kaçarsın oradan, tevilli konuşursun. O kadar mühim!

Sahabeden Alkame diye bir zât var, ensârdan. İsmi Alkame. Bu zât ölüm yatağına başını koymuş, sahabe yâhu ensar!, bir türlü "Lâilâheillallah" diyemiyor. Dili tutulmuş, çenesi kilitlenmiş, "Lâilâheillallah" diyemiyor. Efendimize haber vermişler, Efendimiz gelmiş, bakmış, "Alkame nedir hâlin senin?" demiş. "Yâ Resûlallah, tevhîd edemiyorum" demiş, "tevhîd etmeye niyet etdim mi ateşden bir dağ kaldırıyorlar üzerime, sanki onu benim üzerime devirecekler" demiş. Fesübhânallah!  Çağırmış Cenâb-ı Peygamber âilesini, "Alkame evde namaz kılmaz mıydı?". Bazı adam dışarıda gösteriş yapar namaz kılar, evde kılmaz. İnsanların iç âlemi evde belli olur, âilesi bilir öyle şeyleri. "Namaz kılmaz mıydı evede?". "Kılardı Yâ Resûlallah". "Kur`ân okumaz mıydı?". "Okurdu Yâ Resûlullah". "Tesbîh?". "Ederdi Yâ Resûlallah". Şu, şu, şu, filan. "Peki annesini çağır bakayım" demiş. Annesini çağırmışlar. "Yoksa dargın mısın evlâdına?" demiş. Başlamış kadın ağlamaya, "Evet Yâ Resûlallah dargınım" demiş. "Neden?". "Âilesini benden ziyâde dinliyordu" demiş. "Benim sözüme kıymet vermiyordu, âilesinin sözüne daha çok kıymet veriyordu" Eyvaaah! "Hakkını helâl et" demiş. "Edemem" demiş, "kalbim kırık ona" demiş, "hakkımı helâl edemiyorum" demiş. "Ben onu dokuz ay on gün karnımda büyütdüm, iki sene kucağımda taşıdım, uykularımı terketdim geceleri, sekiz sene de omuzumda taşıdım" demiş, "bu yaşa geldi hâlâ ben onunla meşgûl oluyorum" demiş, "o bana bu şekilde muâmele yapdı, ben ondan bunu beklemiyordum". "Öyle mi, peki öyleyse, odun getirin" demiş Cenâb-ı Peygamber, "odun getirin yakacağım Alkame'yi" demiş. "Getirin odunu haydi!". Demiş, "Yâ Resûlallah, ben dayanamam, tahammül edemem, evlâdım benim". "Dünyâ ateşinde yanmasına tahammül edemiyorsun, sen bundan râzı olmazsan, Allah bunu nâra atacak. Cehennem ateşi dünyâ ateşinden çok şiddetlidir" demiş. Onun üzerine kadın, "Hakkım helâl olsun" deyince hemen Alkame'nin dili açılmış, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyerek rûhunu teslîm etmiş. 

Gene Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, minbere çıkmışlar. Birinci basamağa çıkmış, "Âmîn" demiş. İkinci basamağa çıkmış, gene "Âmîn" demiş. Sonra üçüncü basamağa çıkmış, gene "Âmîn" demiş. Sonra oturmuş Efendimiz minberde. Sonra Enes ibn Mâlik, sahabeden, kalkmış ayağa...

Bu Enes ibn Mâlik kim biliyor musun? Yoruldum duâda, yoruldum da onun için biraz güç konuşuyorum. Cenâb-ı Peygamber Medîne-i Münevvere'ye teşrîf etdikleri vakitde, herkes Peygamber'e hediye getirmiş, kimi hurma getirmiş, kimi şu, kimi bu. Peygamber zekât alamaz, fitre de almaz, sadaka alamaz Peygamber. Seyyidler de alamazlar, şerîfler de alamazlar, haramdır onlara. Hediye alırlar. Herkes bir şey getiriyor, bir kadın bir çocuk getirmiş Huzûr-ı Saâdet'e, demiş, "Yâ Resûlallah, zenginler bir çok şeyler getirip size hediye etdiler" demiş, "ben fakîrim, hiç bir şeyim yok ama ömrümün semeresi, hayâtımın semeresi, evlâdım Enes'imi size veriyorum Yâ Resûlallah" demiş, "çocuğum sizin olsun, sizin hizmetinize baksın" demiş. Enes ibn Mâlik işte o. Sonra Efendimizin yanında kalmış Enes ibn Mâlik. Bilmem kaç sene diyor, "On üç sene Cenâb-ı Peygamber'le kaldım, vazîfeyi yapdım yapamadım, bir gün Peygamber'in bana bağırdığını ya niçin yapmadın dediğini işitmedim" diyor Enes ibn Mâlik. Anla Cenâb-ı Peygamber'in ahlâk-ı hamîdesini. 

O ayağa kalkmış, demiş, "Yâ Resûlallah, birinci basamağa basdınız, âmîn dediniz. İkinci basamağa çıkdınız, âmîn dediniz. Sonra üçüncü basamağa çıkıp âmîn dediniz ve oturdunuz. Bu âmînlerin manâsı nedir?". Resûl-i Ekrem buyurmuş ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Ben birinci basamağa basdığım vakitde Cebrâil bana geldi, Allah'dan selâm getirdi, 'Yâ Resûlallah senin ümmetinden bir kimse, senin ismini işitir de sana salavât okumazsa, o adam nâra girdi, hakîr oldu, zelîl oldu. Allah onu ordan kurtarsın' dedi, ben de âmîn dedim" diyor.

Resûl-i Ekrem'in ismini işittin mi salavât okuyacaksın. Salavât ne demek? Allahümme salli 'alâ seyyidinâ Muhammedin ve 'alâ âli Muhammed. Oku be! Zarar etmezsin.

"Cebrâil bana geldi dedi ki, 'Yâ Resûlallah, senin ismini bir kimse işitti de sana salavât  okumadı mı o adam, o adam zelîl oldu, rezîl oldu, burnu yere sürtüldü, nâra girdi. Allah onu oradan kurtarsın' dedi, ben de âmîn dedim". 
 
"İkinci basamakda, iyi dinle!, ikinci basamakda Cebrâil bana geldi dedi ki, 'Yâ Resûlallah, senin ümmetinden bir kimse, Ramazân-ı Şerîf'i idrâk eder, Ramazân ayına yetişir de, kendisini Allah'a affettiremezse, o adam zelîl oldu, nâra girdi, Allah onu ordan kurtarsın' dedi, ben de âmîn dedim".

"Üçüncü basamakda, Cebrâil bana geldi dedi ki, 'Yâ Resûlallah, senin ümmetinden bir kimse, senin ümmetinden bir kimse annesine yâhud babasına yâhud annesinin babasının hayâtına yetişir de, onlara ihsân, ikrâm edip de cennete gidemezse, yâhud onların bedduâsını alırsa, o kimse cehenneme gitdi, zelîl oldu o kimse, Allah onu oradan kurtarsın' dedi, ben de âmîn dedim" diyor Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem.

Yaaa, Ramazân-ı Şerîf'de bir adam kendisini affettiremezse, yazık o adama, yazık! Bayramı niye yapıyoruz? Bayramı niye yapıyoruz, bayramı? Ramazân gitdi diye bayram yapmıyoruz ki. "Oh elhamdülillah, Ramazân'dan kurtulduk" diye bayram yapmıyoruz. Niye bayram yapıyoruz Ramazân'dan sonra? Affolduk diye bayram yapıyoruz. Yoksa, "Elhamdülillah Ramazân gitdi, çok şükür, karnımızı doyurcağız" diye değil, onun için bayram yapmıyoruz. Bayram günü mü'minler, tertemiz, annelerinden doğduğu gibi tertemiz olurlar. Ramazân temizler, tathîr eder. 

Kadir de böyle. Fakat Kadir, geçen gün burada size anlatdım, geçen gün söyledim, birkaç günden beri Kadir'den bahsediyorum akşam sohbetinde, Kadir gizli. Allah gizlemiş Kadir'i. Bunu, bu akşamı, Ümmet-i Muhammed'in kâffesi karar vermişler, yirmi yedide Kadir Gecesini icrâ ediyorlar. O da, Sûre-i İnnâ Enzelnâ'da, "لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ leyletü'l-kadr" üç yerde var, her birisi dokuz harf, üç kere dokuz ne yapar, yirmi yedi, onun üzerine yirmi yedisinde yapmışlar. Yoksa, ömrünün her akşamını Kadir bileceksin. Allah'a ibâdet edeceksin. Allah'a ibâdet etmeyenler zarar etdiler, helâk oldular, mahvoldular, perîşân oldular. Yakın bir zamanda bizleri, sizi ve bizi, tek başımıza bir çukura götürecekler, çukura. Kabir diyorlar ona. Herkesi. Allah'dan başka herkes ölecek. Ne melek kalır, ne felek kalır, ne dümbelek kalır. Herkes ölecek. Herkes. Şeytan da ölecek. Yalnız Allah Celle Celâluhû Hazretleri.

Kabre girdiğin vakitde, sorular var orada. Orada iş başlar. Hani bazı adam var ya, ahmak, "Öldü de kurtuldu" diyor. Ne kurtulması be! Aptal! Ne kurtulması! Burada Allahu Teâlâ "فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ fe men şâe fe'l-yü'min ve men şâe fe'l-yekfür" demiş. Burada dünyâ yüzünde, "ister gavur ol, ister müslüman" demiş. Peygamber göndermiş, kitâb göndermiş, akıl fikir vermiş, "ister mü'min ol, ister gavur ol" demiş. Orada öyle yok. Orada bitdi iş. Orada irâde-i cüziyyeye dâir bir şey yok hiç. Elini ayağını bağlarlar adamın, zincirsiz, ipsiz. Zincirsiz, mincirsiz elini ayağını bağlıyorlar adamın. Bitdi o kadar. Burada, buraya gelirsen, burada kurtuluyorsun bir mikdar, sözde. "أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى e yahsebü'l-insâne en yütrake südâ". İnsan başıboş mu bırakıldı? Ne hayâtında, ne ölürken, ne kabirde, ne mahşerde. Başıboş değilsin.

Onun için ibâdet ve tâat. Haramdan kaçınacaksın. Haram yemeyeceksin. Alın terinle kazandığını yiyeceksin. Alın terinle kazandığını fukarâya yedireceksin. Alın terinle kazandığını giyeceksin. Rüşvetdi müşvetdi, hırsızlıkdı, terâzide eksik tartmakdı, ölçekde eksik vermekdi, bunların nihâyeti, âkıbeti, âh vâhdır, saç ve sakalı yolmakdır, elleri ısırmakdır, tırnaklarını sökmekdir. Senin kabristandan haberin yok hiç. Ooooo kabristandan, bazı kabirlerden böyle ateş çıkıyor. Bildiğin ateş değil, mangalda yanan ateş. O ateş istifâdelidir. Çünkü onun celâli gelirse yakar adamı, cemâli gelirse insanın ihtiyâcı vardır ona. Cehennem ateşi simsiyahdır, zifirdir.

İbn Arabî diyor ki, İbn Arabî Hazretleri, Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleri, kaddese sırrah...Ervâh-ı evliâullah için el-Fâtiha! "Kabristana gitdim bakdım diyor bir delikanlı çocuk ağlıyor diyor kabrin başında" diyor Hazret-i Muhyiddîn İbn Arabî. "Ağlıyor delikanlı kabrin başında" diyor. "Bir de bakdım kabre, kabrin içerisinde katran akıyor, katran. Cehennem çukurlarından bir çukur olmuş kabir" diyor. "Okumuş olduğum yetmiş bin tevhîd vardı diyor, bağışlamamışdım kimseye, yetmiş bin tevhîd hazır duruyordu diyor, merhamet etdim kabir sahibine" diyor. 

Elbet, mü'minlerde merhamet bulunur. Çünkü kâinâta rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed'in ümmetiyiz biz. Bizde merhamet bulunur. 

"Derhal merhamete geldim, ne yapdım, o yetmiş bin tevhîdi, o kabir sâhibine gönderdim. Bir de bakdım, kabir başka bir âlem oldu, cennet bahçesinden bir bahçe oldu. O delikanlı da başladı gülmeye" diyor. "Meğerse çocuk kabri görüyormuş" diyor. "Gitdim yanına, söylemedim" diyor, "Oğlum dedim, burada kim yatıyor diye sordum, annem yatıyor dedi" diyor. "Az evvel ağlıyordun, şimdi güldün, neden dedim" diyor. "Hiç" demiş. "Söyle doğrusunu oğlum, ben de öğreneyim" demiş. Demiş ki, "Az evvel annem azâbdaydı, şimdi Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti erişdi, kabir cennet bahçesinden bir bahçe oldu" demiş. "Anladım ki çocuk müşâhede sâhibi" diyor, "kabirleri görüyor" diyor. 

Kerâmetin birinci mertebesi, kabirlere vâkıf olmakdır. En son kerâmet de kalbleri okur, kalb okur. 

Onun için yetmiş bin tevhîd çekmeli insan. Hayâtında kabrine göndermeli. Ama ağzı tevhîdde gönlü başka yerde olmamalı, münâfık olur adam sonra. Yani yetmiş bin tevhîd çekerse bir adam...Ve bütün büyüklerimizin vasiyetnâmelerinde var, Molla Hüsrev'in, Kemalpaşazâde'nin, Müftîi's-sekaleyn Hazretlerinin, Ebussuûd Efendi'nin hepsinin vasiyetnâmelerinde var. "Lâilâheillallah", yetmiş bin aded, öldüğümüz vakit çeksinler diyorlar, vasiyet etmişler böyle. 

Gene Sûre-i Mülk'ü okumak lâzım. Her akşam. Hâfızlara ne mutlu, bilenlere. Bilmeyenler de öğrenmeli. 

Gene Kâdı Beydâvî Tefsîri sâhibi diyor ki, "Ben öldüm diye ben kabre götürmüşler" diyor, "kan tutmuş" diyor, "bir de uyandım kabrin içerisinde, bakdım mezarın içindeyim" diyor. "Örtmüşler üzerimi gitmişler" diyor. "Başladım bağırmaya" diyor, "Cankurtaran yok muuuu! Yetişin imdâda yâhu biz ölmedik" filan. "Derken komşu kabirden tak tak vurdular" diyor, "Aaa gel beni kurtar". "Ben kurtaramam" demiş. "E kimsin sen?". "Komşu kabirdenim" demiş, "hiç bağırma şimdi, gece şimdi, gelen geçen yok. Bağırırsan sesin kısılır, sabahleyin duyuramazsın sonra" demiş, "Sen sabreyle, ben sana haber veririm gündüz oldu mu". "Kendimi topladım, sordum" diyor, "nereden biliyorsun gündüz olduğunu kabirde, karanlık yerde?". "Ben dünyâdayken Sûre-i Mülk okurdum, gece oldu mu Allah benim kabrime iki nûr gönderiyor, gündüz oldu mu bir nûr kalıyor. Ondan biliyorum" demiş. "Bir müddet sonra" diyor, "bakdım diyor kabri açıyorlar. Kabir açıldı. Ben ölmüş gibi yapdım" diyor. Meğerse kefen soyucularmış, nebbaşlar. Nebbaş derler kefen soyucuya Araplar. Kefen soyucular gelmiş. 

"Efendi o devirde varmış". Şimdi de var. Şimdi de kefen soyanlar var, aramızda kalsın laf. Bir de bu zamanımızdaki kefen soyucular, bir de ölünün abdestini bozuyorlar. Ulan Allah'dan korkmaz mısın be! Soyuyor be ölüyü be! Günah be! Fukarâ zâten millet. Allah'dan kork! Merhametli ol yâhu! Azıcık şefkatli ol yâhu! Ulan cehennem var ulan! Allah cezânı versin! Fesübhânallah.

"Açdılar kabri, açar açmaz benim kefenime sarıldı herif, ben kolunu tutuverdim" diyor, aaaaa dedi, adam bayıldı korkudan, tokatladım" diyor, "kalk, ben ölü değilim, diriyim ben. Sana kefen de vereceğim, para da vereceğim, git benim evimden elbise getir bana" demiş. "Çünkü böyle çıksam" diyor "herkes millet birbirine karışacak ortalık" diyor. Ondan sonra, "gitdi bana evden elbise getirdi, ben ona kefenimi verdim,  para da verdim kendisine" diyor, "giyindim ve içeride kabirde ahd etdim" diyor, "eğer ölmeden buradan kurtulursam bir tefsîr yazacağım, Tebâreke'nin fazîletini orada bildireceğim dedim" diyor. 

Onun için akşamları Sûre-i Mülk okumayı ihmâl etmeyin. Onun için Kur`ân okumasını öğrenin ve Sûre-i Mülk okuyun akşamları, Akşam Yatsı arasında. Bir adam Sûre-i Vâkıa'yı okursa Akşam Yatsı arasında fakîr olmaz. Fukarâlık kalmaz onun için. Fakîr olmaz. Allah ikrâm eder ona. Ama azmamalı! Çünkü ben çok adam gördüm öyle. Ben kaç senelik adamım, bakma sen böyle genç göründüğüme, dört çiçekli delikanlı görünüyorum. Elli sene evvel ben müezzindim bu câmide, elli sene evvel. Yaaa.

Kur`ân-ı Kerîm'i öğrenin, okuyun Kur`ân-ı Kerîm'i. Ahd edin okuyun Kur`ân-ı Kerîm'i. Bu âlemde okumayanlara öteki âlemde okutacaklar Kur`ân-ı Kerîm'i, zorla, cebren kabirde.

Bir kadın geldi. Çok enteresan emîn ol ki çok acâib bir şey. Dükkanım benim burada biliyorsunuz kitapçılık yapıyorum, kitapsızlara kitap satıyorum ben burada. Kitapsızlar geliyor bana kitap alıyorlar burada. Bir kadın geldi, yaşlı bir kocakarı, geldi bana dedi ki, "Şimdi ben Beşiktaş'dan geliyorum" dedi. Enteresan bir şey çok. "Millet Barbaros Hayreddin Paşa'nın türbesine kıçını çevirmiş, heykeline karşı dönmüşler, türbeye karşı arkaları dönük, yüzleri heykeline dönük" dedi. Kabotaj bayramı varmış. Haberim yok benim bir şeyden, o kadın söylüyor bana. Yüzleri Barbaros Hayreddin Paşa'nın heykeline doğru dönük, konuşma yapıyorlar orada, hepsinin arkası türbeye dönmüş. Hazret'in cesed-i mübârekine arkasını dönmüş millet. "Fakat Paşa kabrin içerisinde beyaz bir atlasdan sedire oturmuş" dedi, "böyle acâib acâib taaccüble bakıyor oradaki halka" dedi o kadın bana. Ben dedim ki, bazı böyle kadınlar geliyor bana, hayalde kalmış, hayal görüyorlar, gelip bana söylüyorlar. Dedim "Bu kadın hayal gördü gâlibâ". Nereden görecek kabrin içinde kim oturuyor, ne yapıyor diye, olacak iş değil. Aklıma öyle geldi benim, "hayal gördü gâlibâ bu kadıncağız" dedim. Hayalperest dedik biz. Çünkü bazı adam geliyor, bağırıyor câmide, "Allaaaaah" filan, soruyorsun "Ne oldu?", "Melek indi hutbeden aşağı" diyor. "Elinde bir kılıç vardı, aşağı doğru indi" filan. Belki melek indi ama ne işi var kılıçla çıksın oraya yâhu. Neyse. Böyle hayal görüyorlar bazı. Ben de hayalli kadın zannetdim onu. Gitdi. Kitaplar aldım, bir kitap elime rast geldi, yazma, el yazısıyla. Açdım, Kâşifü'l-Umûr Esrârü'l-Kubûr. Kâşifü'l-Umûr Esrârü'l-Kubûr, kitabın ismi, yazma. Onu okudum. Aaaa! Kadının söylediği içinde yazıyor kitabın. İmkânı yok kadın o kitabı bilip de okuyup da gelsin bana söylesin öyle şeyi. Arapça kitap. Kadın Arapça bilmiyor. Türk kadını bizim. Diyor ki, "Beyaz atlas üzerinde otururlar böyle" diyor, yan oturmuş, "böyle oturacaklar" diyor. Aynen be yâhu, kadının söylediği aynen. Hayret etdim, kadın meğerse veliyye imiş, ne bileyim ben kadının veliyye olduğunu. Ne bilelim kadının veliyye olduğunu. Ben hayal görmüş diye kadına hiç kıymet vermedim. Aynen burada olan hâdise. Yaaa. Öyle kadınlar var, öyle erkek kadınlar var. 

Hâfız Âsım Bey, "Şeytan affa mazhar olur mu" diye bir soru sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Sen şeytânî misin yâhu? Neme lazım. Allah düşman olarak onu tanı demiş, düşman bil demiş biz de Allah nâmına düşmanlık yapıyoruz Şeytan'a. Şeytan bana fenâlık yapmadı ki iyilik yapdı bana. Şeytan bana birkaç defa iyilik yapdı. Meselâ ben muhrimdim Hicaz'da rüyâma girdi yıkanmak iktizâ etdi. Neûzübillah eğer ayıkken bir şey yapsan, hac bâtıl olur be! Ama Allah demiş ki, "عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ adüvvî ve adüvveküm", "فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّاۜ fettehizhü adüvvâ", benim adüvvüm, düşmanımdır, sizin düşmanınız olacak, onu düşman ittihaz edin demiş Allahu Teâlâ. Biz de onun emrine imtisâlen düşman biliyoruz. Yoksa ben ne karışacağım, ister affetsin, ister affetmesin. Ne cehennemi Şeytan doldurur, ne Şeytan'ı cehennemden çıkarırsan cehennem boşalır. 

Hani hep bizim müslümanların yapdığı iş, geliyor bazıları bana gelip soruyor, "Efendi, hıristiyanlar, yahudiler cennete girecek mi girmeyecekler mi?". Hiç bir hıristiyan bir yahudi gidip papazına hahamına bu müslümanlar cennete girer mi girmez mi diye soran yok hiç. Bizimkiler ille sokmaya çalışıyorlar cennete. Ulan orası eşek ahırı mı! Allah cezânı kaldırsın, cennet eşek ahırı mı! Cennete evveliemirde bir kelime lâzım, o kelime olmayınca, yer yarılsa kimse giremez cennete. "حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ hattâ yelicü'l-cemelü fî semmi'l-hıyât". Bitdi o kadar. Semâ açılmaz, öyle diyor Kur`ân'da Allahu Teâlâ.  "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". 

Eğer işitmediyse Peygamber'i, sallallahu aleyhi vesellemi, Hazret-i Muhammed'i, işitmediyse bir adam, bir adam Hazret-i Peygamber'i işitmediyse, "Lâilâheillallah" ona kâfî gelir. Ama yalnız mücerred kelimeyle değil. Bu güneşi yaradan vardır, bu semâyı kaldıran vardır, ardı döşeyen vardır diye bilecek böyle. Hani zamanımızdaki bir çok delikanlılar var görüyoruz, "Niye Allah var?", "Ne bileyim ben annem Allah var dedi, ben de Allah var diyorum". Öyle değil. O mukallid olur o. Onun îmânı sahîh olmaz, bazı imamlara göre. Îmân tahkîk olacak, hiç Kur`ân'ı işitmemiş, Peygamber'i de duymamış, bir adada büyüdü adam, kalkdı dedi, "Ulan bu güneş çıkıyor, bu kendi kendine çıkmaz bu imkânı yok. Akşam oldu mu gurûb ediyor, sabah oldu mu çıkıyor filan. Bu semâ böyle, gökyüzündeki bu yıldızlar bu şekilde, bu parlak şeyler, kendi kendine olmaz bu. Bunu yapan bir kuvvet var" dedi mi, o îmânlıdır o. Allah'ı buldu demekdir. Çünkü Allah Allah'la bilinir. Kul Allah'ı bilemez. Allah Allah'la bilinir. Resûl-i Ekrem öyle söylüyor, Hazret-i Ebûbekir de öyle söylüyor, "Ben Allah'ı Allah'la bildim" diyor. "Sübhâneke mâ arafnâke hakka marifetike yâ ma'rûf".

Şimdi, Hazret-i Peygamber'in ismini işittiyse bir adam, onu reddeddiyse eğer, inanmadıysa, o çatlasa ortasından giremez cennete. Gitdi. İsterse en büyük papaz olsun, en büyük râhib olsun. İlle, son nefesde olsun hiç olmazsa, "Muhammedü'r-Resûlullah" hakdır dedi mi, mesele kalmaz, tamam kurtardı paçayı. Şartı o. 

Hâfız Âsım Bey, "Yani yalnız muvahhid olmak kâfî gelmiyor?" diye sorunca, Efendi Hazretleri buyurdular ki :

İşittiyse Peygamber'i, işittiyse, Allah yemîn etmiş, kasem etmiş, istersen açayım göstereyim burada duruyor. Açayım mı hadîsi? Haydi tercümesini yapayım, kafamda tercümesi. "Ben Allah'ım benden başka ilâh yok. Birim, şerîkim, nazîrim yok. İlâh yok başka, Allah'ım ben". Bitdi o kadar. "Muhammed benim sevgilimdir ve resûlümdür. Kim benim kazâma teslîm olur, belâma sabreder, nimetime şükrederse, onu ben sıddîklar defterine kaydeder, sıddîklarla haşrederim. Kazâma teslîm olmadı, nimetime de şükretmedi, belâma da sabretmedi, öyleyse benden başka Allah arasın kendine" diyor Cenâb-ı Hakk. Hadîs burada, cebimde duruyor hadîs-i şerîf. İlle Peygamber'e îmân edecek, şartı o. 

Resûl-i Ekrem'in zamanındaki Peygamber'e inanmayan papazlar hepsi Allah'a inanıyorlardı onlar, Allah'ı seviyorlardır. " وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ vemâ enzele'r-rahmânu min şey" diyorlar baksana, "Rahmân bir şey indirmedi" diyorlar. Rahmân kim? Allah. Yani Allah'a inanıyorlar ama hiç birine fayda vermedi. Allah Kur`ân'da ne ilân etdi? "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebiûnî yuhbibkümüllah, söyle onlara, kullarıma, eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar". Bitdi o kadar. Sonra gene ilân ediyor Allah, "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ men yutı'ır-resûle fekad etâ'allah, kim ki Resûlullah'a itâat etdi, Allah'a itâat etdi". "اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ innellezîne yubâyi'ûneke innemâ yubâyi'ûnallah, kim Peygamber'e bîat etdi, Allah'a bîat etdi". Kim Resûlullah'a ihânet etdi, Allah'a ihânet etdi. Kim Resûlullah'ı sevdi, Allah'ı sevdi. Böyle. Resûl-i Ekrem meselesi mühim. Çünkü Allah'ı herkes kabûl eder. İster kabûl etsin, ister kabûl etmesin. Yok demesi bile Allah'ı tasdîkdir. Olmayan bir şeye yok denmez. İnkârı ikrârdır Allahu Teâlâ'nın. İki nefiyden bir isbat çıkar. Kâideye göre. Yok yok, var çıkar. 

Ama Resûl-i Ekrem, beşerî cinsdendir, insan cinsindendir, onun şânına şerefine halel gelir. İş O'nda, Peygamber'de.  Allah'ın Rahmân ve Rahîm sıfatını nerede görüyorsun sen? Allah'ın Rahmân ve Rahîm sıfatı. Bismillahirrahmânirrahîm, okuyoruz ismini böyle dilimizle. Peki bu sıfatları nerede görüyorsun bakayım? Kimde görüyorsun Rahmân, Rahîm sıfatını? Hazret-i Muhammed'de. Ne diyor? "وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ vemâ erselnâke illâ rahmeten-lil-âlemîn". O rahmet ne demek biliyor musun? Yılanın yavrusuna olan şefkati, merhameti o rahmetin cüzüdür. Domuzun yavrusuna olan şefkati, merhameti o rahmetin cüzüdür. İnsanın insana olan merhameti, o rahmetin cüzüdür. Öyle şey mi olur. O Resûl-i Ekrem'dendir, Hazret-i Peygamber'den. Allah bizi ondan ayırmasın. Ona kim bakdıysa, Peygamber'e, hepsi göremediler. Bazıları dediler ki, "Ebû Tâlib'in yetîmi" dediler, onlar hepsi cehenneme gitdi. "Sokakda dolaşıyor" dediler, "yemek yiyor, kadınlarıyla yatıp kalkıyor bizim gibi" dediler, cehenneme gitdi hepsi. Kim Resûl-i Ekrem'e resûl gözüyle bakdı o âlî oldu, yükseldi, ehl-i cennet oldu. Resûl, Allah'ın resûlü o, sevgilisi o. Mahbûb-i Kibriyâ, Allah'ın sevgilisi. Sebeb-i hilkat-i âlem. Bu kâinâtın sebebi o, Hazret-i Peygamber. 

Efendi Hazretleri, "Kaç oldu saat, sekiz olmuş. Ne kadar kaldı şimdi?" diye sorunca, "daha kırk beş dakîkadan fazla var efendicim" dedik. O arada birisi, "Hocam bir tâne daha vardı gâlibâ, iki tâne söylediniz" deyince, Efendi Hazretleri "onu da anlatalım" buyurdular ve dediler ki :

Üçüncü, söz götürüp getirenler, bir de üç günden ziyâde konuşmayanlar birbirleriyle. Mü'min kardeşine kinlenmiş, konuşmuyor. "men lehû kînün leyse lehû dînün", kimin kalbinde kîn varsa, o kalbde dîn olmaz. Bir millet kînle yaşayabilir ama kendi dîn kardeşlerine değil, kâfire karşı. Hudûd boyundan sonradır o iş. Hem de her zaman değil, harb zamanında. Şimdi en büyük düşmanımız buraya gelsin, meselâ kimdir en büyük düşmanımız bizim, en büyük düşmanımız, bizi bu hâle getiren Ruslardır, İngilizlerdir, Fransızlardır, ananemize Fransızlar düşmandır, dînimize İngilizler, milliyetimize Ruslar. Çünkü doksan milyon Türk var Rusya'da. Üç millet. Dînimize İngilizler düşmandır, ananemize Fransızlar düşmandır, milliyetimize Ruslar düşmandır. Şimdi buraya bir Rus gelse, iltifat etmekle mükellefsin sen şimdi. Yol göstereceksin, acıkırsa ekmek vereceksin, îcâb ederse yardım edeceksin. Nerede? Muhârebe meydanında, o vakit. Çıkdın mı muhârebe meydanına, iki devlet harb açar, o vakit vuruşursun, körükörüne, kimin kimi öldürdüğü zâten belli olmuyor. Bitdi o kadar.

Görmedin mi İmâm-ı Ali kerremallahu veche'yi, muhârebe meydanında, Esedullahi'l-Gâlib Ali ibn Ebî Tâlib Hazretleri, tam düşmanı yatırdı kesecek, düşmanını, "tuh" dedi Hazret-i Ali'nin yüzüne tükürünce Hazret-i Ali ayağa kalkdı, kılıcını beline sokdu. "Kalk" dedi "haydi". Şaşırdı adam da. Hazret-i Ali bırakdı muhârebeyi. "Kalk" dedi, "haydi kalk". Dedi, "Yâ Ali, sen beni öldürecekdin" dedi, "ben sana tükürdüm yüzüne, niye beni bırakdın". "Ben seni Allah için öldürecekdim oğlum" dedi, "yüzüme tükürünce nefsim galebe çaldı, öldürürsem nefsim için öldüreceğim, kâtil olacağım" dedi, "onun için affetdim seni, haydi git, kalk git" dedi. "Sana kılıç vuracağıma nefsime kılıç vurdum" dedi, "affetdim seni, haydi kalk". Adam müslüman oldu. Yaaa, onun için kimseye fenâlık yapamazsın.

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön