8 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Resûl-i Ekrem yâhud peygamberlerden birisi, iki kitâbda gördüm ayrı ayrı, birisi Cenâb-ı Peygamber'e isnâd ediyor, bir tânesi Benî İsrâil peygamberlerinden bir tânesine. İkisi de bizim peygamberimiz sayılır.
Bir delikanlıyı evlendirmiş, nikah kıymış, nikâhını, demiş ki, "Bu çocuk bu akşam ölecek" demiş peygamber, "dâmad" demiş. Sabahleyin câmiye çıkagelmiş çocuk, mescide, bir şeyi yok. Herkes peygamberin yüzüne bakıyorlar, bir de çocuğun yüzüne bakıyorlar filan. Sonra Peygamberimiz demiş ki...
İki isnad var, Resûl-i Ekrem'e de söylüyorlar, başka peygambere de, ikisi de bizim peygamberimiz.
Demiş ki, "Yatağı kaldırdın mı oğlum?" demiş. "Kaldırmadım" demiş. "Ben gelmeyince yatağı kaldırma" demiş Cenâb-ı Peygamber. Oradan gelmişler, ashâbı toplamış getirmiş. Yastığı kaldırmış, yılan. Akra cinsinden bir yılan. O yılan, kel olurmuş kafası, Arabistan'da, vurdu mu öldürürmüş adamı, zehirlermiş. Vâdî-i Fâtıme'de bulunurmuş. Öyle bir yılan, bükülmüş orada yatıyor, yastığın altında, dâmadın. Sonra Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sormuş o çocuğa, "Sen ne gibi bir hayır yapdın bakayım bu akşam? "demiş. "Yâ Resûlallah ben bir hayır yapmadım. İşte gece geldik, iki rekat namaz kıldık, hanımla zifaf olduk, yatdık" demiş. "Başka?". Arabistan'da süt koyarlarmış evlenenlerin odasına, süt.
Biz de öyle yapalım, süt iyi olur. Bu bizim milletin kafasında akıl yok. Bak nereden nereye geçiyorum ben. Seyyâlât-ı fikriyyem yok yani. Kahveye gidiyor, "ver oradan bir koka kola". Ulan süt iç be ahmak herif! Ne işin var senin, bilmem efendim elvan içecekmiş, koka kola içecekmiş filan. Süt var, gâyetle güzel. Sütden hayırlı bir şey yokdur hiç. Hani öyle derler ki, rivâyet ederler, rivâyetdir ama Cenâb-ı Hakk'a demiş ki peygamberin birisi, "Yiyip içseydin, yaratdığın nesnelerden ne yer ne içerdin?" demiş. "Balla süt demiş" Cenâb-ı Hakk. Bütün beşerin, bütün mahlûkât-ı ilâhînin mevâddı süt yâhu! İçmiyorlar yâhu. Gidiyor oraya, "Ver oradan bir koka kola". Midesi bozuluyor. İçerisinde ne bok olduğu malûm değil, ne koydukları. Bir de yeni şey çıkmış şimdi, bira. Alkolsüz bira. Kendisi müslüman ama ismi Niko. Müslüman kendi, ismi Niko. Bira dendi mi içilmez o. Gazoz niye içiyorsun, süt iç. Süt içeceksin.
Birisi "Mekke'de içiyorlar, Kabe-i Muazzama'nın karşısında" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Câiz değil, haramdır, haramdır. Vaktiyle de içdiler Ebû Cehiller filan, şarap içiyorlardı. Sonra âyetler geldi, şarabın haram olduğu ilân edildi, içki öyle kaldırıldı.
Aynı zât "Fetvâ vermişler efendim, ben de münâkaşa etdim nasıl olur diye, al şerîat fetvâsı, konuşma dediler" deyince, Efendi Hazretleri, "Öyle fetvâ onun başına patlasın, keratanın" buyurdular. Birisi, "Alkolsüz bira ithal ediyorlar Japonyadan" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Anladık. Alkolsuz şarap da var, onu da ithal etsinler Almanya'dan. Getirdiler bana şarap, "içmem ben" dedim, "wine, schwein, nine" dedim ben Almanca. Vezinli kâfiyeli. Neden? "wine, schwein, nine, ich bin Muhammedan, ben Muhammedîyim" dedim, "ben içmem" dedim. Dediler ki, "Mâdem ki wine içmiyorsun, alkolsüz şarap getirelim sana" dediler, "hani sizin şıra gibi" dediler bana. "İçmem" dedim, "çünkü ismi üzerine şarap diyor üzerinde". Şer-âb, şer-âb, kötü su demek. Su demek âb, şer-âb, kötü su demek. Allah muhâfaza buyursun, içilmez. Fetvâ veren pezevenk Allah mı bu! Allah içmeyin diyor. Kendi içmiş mi pezevenk? Kendi içmez, içmemişdir kendisi. Fetvâ veren içmez. Anlamaz ki içmekden. İçmek için de ağzının tadını bilmesi lâzım herifin. Ne anlayacak o hayvan. Ona sen şarabı şerbet diye içirirsin. Çünkü taallemü'ş-şerri lâ li'ş-şerri, şerri talîm edeceksin, şerre düşmemek için, şer yapmak için değil. Herife, sofuya burada, Mustafa Bey burada mı, Mustafa Bey, bizim sofu Mustafa, babasına hacı efendiye herife bir milyon lira versen bir katre bir şey içiremezsin, bunun babasına içirmesinler mi içkiyi! Doldurup verdiler, hacı efendi, "Bismillahirrahmânirrahîm", elini başına koydu, başı açıkdı eliyle kapadı, bismillah deyip lup içdi. Zemzem suyu gibi.
Hacı gelmiş de Hicaz'dan, ziyârete gidiyorlarmış iki Arnavud, bir tânesi İstanbullu, bir yeni gelmiş daha Enver Hoca'nın memleketinde. "Bak" demiş, "gidiyoruz oraya, hacdan geldi adam" demiş, "zemzem verirler" demiş, "zemzemi ayakda içeceksin. Anladın mı?". "Peki anladım". "Peki". Gitmişler, çay koymuş herif, zemzem vermemiş, evvelâ çay koymuş. Arnavud zemzem diye kapdığı gibi çayı, kaynak çayı, ayağa kalkmış, kıbleye karşı ayaküstü elini başına koymuş, bir dikişde içince, fenâ hâlde haşlanmış, "Bre ne kadar sıcak bre, soğumamış daha Allah Allah. Kaynamış, daha hâlâ soğumamış, oradan buraya gelmiş". Çayı içmiş herif zemzem diye, ağzı burnu haşlanmış.
Süt koyuyorlarmış evlenenlerin odasına. Sünnet-i Resûl'dür hem de. Efendimiz sütü çok severdi, Cenâb-ı Peygamber. Süt için, tavsiye ediyorum, süt için. Şimdi değil, Ramazan şimdi, iftardan sonra. Şimdi kalkar hocaefendi süt iç dedi diye gider süt içer. Kafası işlemiyor.
Dedik ki yaşlı adama oruç müsaadesi vardır dedik. Çok yaşlı adama, tutamazsa eğer. Seksen yaşına varmış adam, yetmiş beş seksen yaşına, vaktiyle tutmuş orucunu ama, şimdi artık tutamıyor, dayanamıyor filan. Herif sen câmide benden bu haberi alır almaz doğru sen git kahveye, "Yap bir kahve oradan bana", yak bir cigara orada oturmuş. "Ne oldu?". "Hocaefendi, Muzaffer Hoca içeride fertvâ verdi, ben seksen yaşındayım, içebilirim şimdi". "Ulan senin gibiler için değil, senin ensen kilise direği gibi" dedim, senin için değil". Dayanamazsa, dayanamazsa, dayanamayacak, bayılıyor, ediyor filan böyle bu şekilde. Hep ters anlıyorlar.
Süt. İftardan sonra yâhud Ramazan'dan hâriç zamanda kahveye gitdiniz, süt isteyin kahvecilerden. Su yerine süt isteyin yâhud gazoz yerine filan böyle. Süt için.
Birisi, "Îcad mı çıkartıyorsun derler" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Îcâd çıkartıyorum, ben îcâd çıkartıyorum. Dırıltı yaparsa, "Kaç para kahve parası?", "yirmi lira", "al paranı, bir süt getir bana", yirmi lira verirsin bir süt içersin, bitdi gitdi o kadar.
Sonra efendime söyleyeyim, demiş, "Yâ Resûlallah süt koymuşlardı, kapı çalındı, bir fukarâ geldi, ben sütü fukarâya verdim" demiş. Ashâba dönmüş demiş ki, "Bak dinleyin şimdi". Yılana demiş ki, "Niye geldin buraya" demiş. Yılan, lisâna gelmiş.
"Efendim yılan konuşur mu?". Her şey konuşur. Allah dili konuşturursa, eli konuşturur. Eli konuşturan Allah, ayağı konuşturur. İnsanı konuşturan, hayvanı konuşturur. Görmüyor musun papağan da konuşuyor. Diyeceksin ki sen, "Papağan, sözü insan olur ama özü insan olmaz, konuştuğu sözün manâsını bilmez". Biz de çok şey konuşuyoruz, manâsını bilmeden. Papağandan farkımız yok. Bir çoklarımız da düşünüyoruz hindi gibi. Feylesof olamadık, hindi olduk, düşünüyoruz fazlaca.
"Niye geldin buraya?". "İlhâm olundu ki bu adamı ben vurup öldürecekdim. Fakat bu gece sabaha kadar burada dolaşdım, etrâfıma bir kale çevrildi benim, kaleyi deşip dışarı çıkamadım. Kaleyi deşip dışarı çıkamadım, sade dolaşdım. Sonra yoruldum, uyudum". "Gördünüz mü? İşte o fukarâya vermiş olduğun süt, sâile vermiş olduğun süt, ne oldu, senin sebeb-i necâtın oldu. Belâya kale oldu yani.
Sâili reddetme. Hele bu günlerde. Mutlakâ sadakâtınızı, fitrenizi fukâra-i müslimîne, evvelâ yakınlarınıza...
Hâfız Âsım Bey, "Fitreler belli oldu mu" deyince, Efendi Hazretleri belli oldu" buyurdular. "Ne kadarmış" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki
En aşağı 150 lira, 160 lira, 150 elli lira. Yukarı doğru artık alabildiğine git. 150 bin lira, beni dinlersen sen. O Karamanlı bakkalın hesâbı gibi verme fitreyi, çıkar bir beş bin lirayı ver. De ki, "Beyti'de bir yemek yiyorum" de, beş bin lirayı fukarâya ver fitre diye. Bırak Maraşlı Aşçı'da yemek yemeyi. Orada da zâten bin liradan aşağı çıkılmıyor. Bin lira alıyorlar, bin beş yüz lira alıyorlar, Maraşlı Aşçı'da. Ne olduğu malûm değil.
Geçen gün bana dediler ki, "Sen lahmacun yeme Efendi" dediler. "Niye?" dedim. Ben severim lahmacunu. "Kedileri soyup kedileri lahmacun yapıyorlarmış" dediler. "İyi, daha iyi" dedim ben, "hoplarız kedi gibi oradan oraya". İnsan ne yerse, onun ahlâkını alır. Kedi gibi oluruz yırtıcı böyle, parçalayıcı. Köpek gibi olursak havlarız, böyle har har har. Zâten harlıyoruz, çok köpek eti yedik gâlibâ. Hep havlıyoruz birbirimize. Hele aramıza kemik atmasınlar, dünyâ malı. Büyükler bile, okumuşlar, profesörler, fakülte bitirenler bile, ortaya kemik atıldı mı, har har har har, birbirlerini ısırıyorlar başdan aşağı. Kemik meselesi. İki ayaklı kelbler. Kelb deyip geçme.
Abdülehad-i Nûrî Efendimiz Hazretleri, Ayasofya'dan vaaz ediyormuş. İşte diyor ya, "Nûrî bugün imâm oldu uyan gelsin bu meydâne" diyor ilâhide.
Ayasofya'da vaaz ediyormuş Hazret. Zamânı gelmiş Ayasofya'da,
demiş, bütün Ayasofya'nın kandilleri, o vakit böyle elektrikli kandil değil, zeytinyağlı, hepsi yanmış başdan aşağı. Hazret-i Şeyh'in kutbiyyetini ilân etmişler, imâm olduğunu.
Öyle eskiden birer birer yakıyorlardı kandilleri böyle bunları. Burada bir kavga olmuşdu, kandil yağı meselesinden. Müezzinler birbirlerine girmişler, her taraf yağ içinde kaldı câminin içerisi.
En a'lâ yerleri vakfetmişler bize babalarımız, câmilere gelecek olan, kandillere. Kötü yağ vakfetmemişler. İs yapar kubbeye filan diye. En iyi yağ. Onun için zeytinyağıyla, câmilere verilen kandil yağlarıyla güzel zeytinyağlı bakla yapılırdı, dolma, efendime söyleyeyim pilâki.
Şimdi, o vakit zeytinyağıyla yanıyor kandiller, Hazret-i Şeyh, "Bugün Nûrî imâm oldu uyan gelsin bu meydâna" diye bir bağırmış, bütün kandiller şıp yanmışlar birdenbire. Kutbiyyetini ilân etmiş.
Kelb deyince, köpek deyince aklıma geldi. Birisi gelmiş demiş ki, "Şeyh Efendi" demiş, "yarın akşam bizim eve teşrîf eder misiniz iftara?" demiş. "Evlâdım, ben ihtiyarım, gelemen". "Allah aşkına" demiş, "bekliyoruz, evimize şeref bahşedeceksiniz Efendi Hazretleri" demiş, "ne şeref bizim için" filan. "Nerede?". "Akbıyık, Çıkmaz sokak, 13 numara". Ertesi günü Şeyh Efendi, ihtiyar adam, inmiş aşağıya bulmuş Çıkmaz sokak, 13 numarayı. Tak tak kapıyı çalmış, adam kapıyı açmış, "Kimi istiyorsun?" "Evlâdım, Akbıyık, Çıkmaz sokak, 13 numara burası mı, iftar için geldim". "Yanlış geldiniz, burası değil o" demiş, tırak yüzüne kapıyı kapamış. Kalmış adam orada, top patlamış, Şeyh Baba orada çeşmeden biraz su içmiş. Oradan yavaş yavaş, su kuvvetiyle, iki su bir ekmeğin yerini tutar diye, biraz Terkos biraz üzerine iyi su, Ayasofya'ya çıkmış. O gece Ayasofya'da terâvihi kılmış. Oradan da Eyüp'e gidecek Hazret-i Şeyh.
Ertesi günü, adam gelmiş, o adam. "Şeyh Efendi, dün akşam bekledik yâhu, yatsıya kadar sofrada çoluk çocuk, ayıpdır yâhu! Yapma Allah'ını seversen. Koskoca bir şeyh efendi söz verip gelmesin. Ben çoluk çocuğa yemek yedirmedim siz geleceksiniz diye sofrada bekletdirdim". "Allah Allah! Ayol ben dün akşam geldim, acaba yanlış kapı mı çaldım". "Bilmem, bize gelmedin, uğramadın". "Fesübhânallah! Bu akşam geleyim öyleyse. Neresi?", "Çıkmaz sokak, 13 numara, yaz". Ertesi gün yine gitmiş, tak tak kapıyı vurmuş, kapıyı açmış adam, "Ne istiyorsun?", "İftara geldik", "Yanlış kapı" demiş, trak kapıyı yüzüne. Haydi Efendi yine yukarıya, biraz su oradan içmiş, Terkos suyu ekmek yerine, iyi su yerine Karakulak, oradan Ayasofya'ya. Neyse orada yatsıyı terâvihle kılmış aç karnına.
Bulgar'a girmiş orada, Bulgar vardı, işkembeci Bulgar, Ayasofya'nın karşısında, işkembe çorbası yapardı. Kadir Gecesi oraya giderdik işkembe çorbası içmeye. Çünkü Kadir Gecesi Ayasofya'da yapılırdı eskiden. Herkes oraya giderdi, Ayasofya'ya. Gece oradan çıkdık mı Bulgar'ın dükkanına. Bulgar zavallı senelerce orada işkembe satdı, boklu işkembe. Mut ne mut. Arnavud var mı içinizde Arnavud? Yok. Mut ne mut yani bombok. Sonra dükkanlar yıkıldı, istimlâk oldu. Altından iki küp altın çıkmasın mı? Üstünde boklu işkembe satıyordu herif senelerce. Dükkan yıkılınca iki küp altın. Hem de bildiğin gibi değil küp.
Kel kazana kör yiye. Sen sakla sakla paraları çıkarma, say akşamları. "وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ * اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُۙ veylün li külli hümezetin lümezetinillezî cemea mâlen ve addedeh". Say bakalım birer ikişer. Görürsün sen, bak kimler yiyecek paraları. Kızına bırakırsın, damad yer. Karına bırakırsın, öteki koca yer. Oğluna bırakırsan, gelin yer. Bir yiyecek, biri yiyecek, kurtaramazsın. Onun için sen ye Hacı Niyâzi paraları.
Şimdi efendime söyleyeyim, üçüncü akşam gelmiş gene, "Efendi! Senin irfânına hiç yakıştıramadım ben, yâhu insan bekletir mi, iki akşamdır sizi bekliyoruz, ne günahımız var yâhu". "Fesübhânallah! Oğlum geldim ben, herhalde yanlış kapı çalıyorum, yoksa aşağıda kiracı mı var, o mu açıyor kapıyı". "Ben görmedim sizi". "Peki". Üçüncü akşam, Hazret-i Şeyh gene inmiş aşağı, kapıyı çalmış. "Ne istiyorsun be herif!" demiş. "İftara geldik". "Ne iftarı, ne beleşçizsiniz be!" demiş, "üç akşamdır seni şu kapıdan sepetliyorum" demiş, "gene geliyorsun buraya" demiş, "hoca milleti değil misiniz. Herifin tarlasına manda girmiş, bir de hoca, herif bağırıyormuş, mandayı bırakın hocayı çıkarın diye, tevekkeli değil" demiş. Aptal sen de! Halbuki bahçıvanın karısının başı açıkmış, ondan hocayı çıkartıyorlar. Mandadan kaçılmaz ya, insandan kaçılır.
Şimdi, "Peki evladım" demiş, "eyvallah, haydi allahaısmarladık" dönmüş gerisi geriye ama gücüne gitmiş Şeyh'in. Arkasından adam koşmuş, "Aman Efendim", eteklerini öpmüş, ayaklarına kapanmış, "Efendi, bir talebenin hocayı imtihan etmesi ayıpdır, kul Allah'ı imtihan edemez, ümmet Peygamber'i imtihan edemez, ben bu denâati irtikâb etdim ama maksadım sizin kemâlinizi bildirmek, güzel ahlâkınızı göstermekdi, ne olur beni affedin" demiş.
Bir Yahudi gelmiş kapıyı çalmış. "Efendi bir şey soracağım" demiş, "aşağı iner misin". İnmiş aşağı Hazret-i Şeyh. "Buyrun". "Unuttum" demiş "sen gelinceye kadar". Ramazan günü. "Unuttum" demiş. "Peki aklına geldiği vakitde gel". Haydi yukarıya. On dakika sonra gelmiş Yahudi, "aklıma geldi, in aşağı". Hazret-i Şeyh aşağı, "unuttum", yukarı. Yedi sefer Hazret-i Şeyh'i indirmiş, Yedici seferinde demiş ki, "Efendi, unutmadım, gel bakayım. Şurada hayvanlar var, köpekler var karşıda, bak gördün mü, sığır da var, onların tüyü mü efdal, sizin sakalınız mı?" demiş. Hayvanların tüyü mü efdal sizin sakalınız mı?". Demiş ki, "Hazret-i Allah'a îmân etmedimse, Resûl-i Ekrem'e gönül vermedimse, şerîat-ı garra-i Ahmediyyye ile mütehallik olmadımsa, elbet ki hayvanların tüyleri benim sakalımdan efdaldir. Ama ben Allah'a inandım, Peygamber'e gönül verdim, şerîat-ı garra-i Ahmediyyeye boyun verdim, elbet ki benim sakalım hayvanın kılından efdaldir evladım" demiş. Hiç kızmamış. Yahudi bu tavra karşı dayanamamış islâm ile müşerref olmuş. "Efendi, ben seninle alay etmeye geldim, sen beni kalbimden vurdun" demiş, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" demiş islâm ile müşerref olmuş
Fâtiha!
www.muzafferozak.com