19 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
"مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا men câe bi'l-haseneti felehû aşru emsâlihâ". Okudun şimdi, aklıma geldi kıssa.
İmâm Ali kerremallahu vecheh radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri, huzûr-i Fâtımatü'z-Zehrâ'ya gelmiş, bakmış ki Binti'r-Resûl Hayrü'n-nisâ Cenâb-ı Fâtımatü'z-Zehrâ'ya gelmiş, bakmış, Cenâb-ı Fâtımetü'z-Zehrâ'nın rengi soluk. Sormuş kendisine ve rahatsız olduğunu öğrenmiş. "Cânın bir şey istiyor mu?" demiş. Demiş ki, "Yâ Ali, canım nar istiyor" demiş. Nar. Rummân. İmâm Ali'nin cebinde bir nar alacak para yok, o kadar züğürt. Radıyallahu Anh.
Sakın hâ öyle zannetme! Onlar ellerindeki bulunan malların kâffesini fukarâya dağıtırlardı ve karşılığında da bir şey istemezlerdi, bir teşekkür, bir iyilik, bir takdîr beklemezlerdi. Allah öyle diyor Kur`ân'da : "وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا * إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًا ve yut'îmûnet ta'âme 'alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ. İnnemâ nut'imüküm li vechillâhi lâ nurîdu minküm cezâen ve lâ şükûrâ". Bu, Ehl-i Beyt hakkındadır, bu âyet-i kerîme. Onlar, yoksulu, yetîmi, esîri doyurdular ve biz size bu işi ancak li vechillah yapdık, karşılığında ne teşekkür isteriz ne de takdîr istiyoruz dediler.
Onun için sana da düşen vazîfe bu. Birine yapdın bir iyilik, atdın denize, balığa yapdın bir iyilik, atdın denize, balık bilmezse Hâlık bilir. Yani bir kimseye iyilik yapdığın vakitde karşılığında iyilik beklemeyeceksin, teşekkür beklemeyceksin. Belki de kötülük olabilir. Bunu da göz önüne alacaksın. İyilik yapdığın adam leîmse, leîm, mutlaka sanâ bir kötülük yapacakdır. "İtteki şerre men ahsente ileyhi mine'l-leîm" demişler. Leîm olan kimseye iyilik yapdın mı, eğer leîmse, kötülük yapar. Ve zanneder ki, onun sen şirretliğinden korkdun da ona iyilik etdin zanneder o. Öyle bazı hilkati bozuk insanlar vardır. İnsan sûretinde hayvandır o. İçi hayvan, dışı insan. İçi yılan, kobra.
Hattâ ben bir yerde bulunuyordum da herkesle konuşuyorum böyle, sonra bir zât vardı orada, meğerse o adamın gözünün perdesi açıkmış, beni çağırdı yanına, dedi, "Sen görmüyorsun, bakıyorsun ama görmüyorsun" dedi bana. "Neyi" dedim, "bakıyorum görmüyorum? İşte bakdım sen karşımdasın". "Öyle değil" dedi.
Bakmak var görmek var. Bakan var, gören var. Bir de bakar var. Bakar demek yani, ne demek bakar Arapça? Bakar öküz demek. Bakara, müennes oluyor, inek oluyor. Daha faydalı, sütünü sağıyorsun. Bakan var, gören var.
"Görmüyorsun sen" dedi, "bakıyorsun görmüyorsun". "Neden?". "Bak şu adamı görüyor musun?" dedi bana. "Görüyorum". Ciddî söylüyorum. "Bu adam bir kobradır" dedi. "Zâhirde insandır, içinde bir kobra vardır bunun" dedi, kobra yılanı, o adam. Meğerse o adamın gözünün perdesi yokmuş. Biz görmüyoruz, insan zannediyoruz onu. Sonra "Şu adam" dedi, "bak görüyor musun, geliyor karşıdan, pars bu" dedi. Pars. "Bunun içinde pars var" dedi, "dışına Allahu Teâlâ insan elbisesi giydirmiş, fakat içinde pars var". "Şu sümüklüböcek" dedi. "Bu" dedi, aynen böyle, "eyni" dedi, bak Mustafa biliyor o adamı, "eyni bir mısır eşeği şu" dedi, "Göriymisin şunu" dedi bana. "Bu da tazı" dedi. Hep gösteriyor böyle adamları. Zâhiri insan, hakîkatde hayvan. "Yâhu bunların içinde hiç insan yok mu?" dedim. "Var" dedi. "Ya ben neyim?" dedim. "Horozsun" dedi. (Dinleyenler arasından estağfirullah diyenler olunca, Efendi Hazretleri, "Öyle söyledi yâhu, Allah Allah, Adamın gözünde perde yok. Ben olduğu gibi konuşuyorum yalan söylemiyorum ki. "Hiç insan yok mu?" deyince, "pek enderdir insan" dedi. Horoz da hoşuma gitdi benim, horoz meselesi. Çağırıyor. Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği seslerden bir tânesi horoz sesidir. (Birisi uyandırır deyince) Uyuyanı uyandırmaz o, nerede uyuyanı uyandıracak. Arşın altında bir horoz vardır, o ötdü mü, bütün dünyâda bulunan horozlar öterler.
Şimdi, zâhir insan ama hakîkatde hayvan. Dünyâda bütün bu uğraşmanın sebebi, dînin vazîfesi, içini ve dışını insân etmek. Ona uğraştırıyor Allahu Teâlâ bizi şimdi, uğraşmamız bu bizim. Dışı insân olduğu gibi içi de insân olsun. İçi insan olmazsa bir insanın, yarın içini dışına çevirecekler âhiret âleminde, "يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ yevme tübeddelü'l-ardu gayra'l-ard", bu âlem başka bir âlem olduğu gibi, insanın da içi dışına çıkacak, herkesin mâhiyeti meydana çıkacak. "يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ yevme tüble's-serâir, sırların meydana çıkdığı gün". Haaa bir de bakacaksın ki, dünyada hoca diye elini öpdüğün adam eşekmiş meğerse herif. "Tuuu Allah belânı versin, ulan biz seni bir adam zannetdik, senin etrâfına toplandık". Eşekmiş herif meğerse. Eyvaaah! Sakın sözüme kızmayın, doğru konuşuyorum.
Hattâ Enes ibn Mâlik sormuş Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme, "فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ fe te'tûne efvâcâ, Yâ Resûlallah, ne demekdir bu?" demiş. "فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ fe te'tûne efvâcâ, bölük bölük gelirsiniz" diyor Cenâb-ı Allah Sûre-i Nebe'de. Bunu sorunca Enes ibn Mâlik, Resûl-i Ekrem hüngür hüngür ağlamış, sallallahu aleyhi vesellem. "Benim ümmetim, on bir sınıf üzere kabrinden kalkar" diyor.
Hepsini anlatmıyoruz, böyle pek korkutmayalım diye. Korka korka bu hâle geldik. Herkesden korkuyoruz şimdi. Allah'dan korkmuyoruz, kullardan korkuyoruz. Zâten sordular mı "Allah'dan korkuyor musun?" diye, sus, sükût et, sakın söyleme, "Korkuyorum" filan diye, karıştırma öyle şeyleri. Ne korkuyorum de ne korkmuyorum de. Korkmuyorum dersen gavur olursun, korkuyorum dersen yalan söylüyorsun. Korkan adam namaz kılmaz mı ulan! Allah'dan korkan namaz kılmaz mı? Kılar. "أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ e emintüm men fi's-semâi en yahsife bikümü'l-ard". Allah'dan korkan hiç korkmaz mı, Allah insanı yere gömdürürse, yer yutarsa insanı ne olacak!
"ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ e emintüm fi's-semâi, semâdakinden emîn mi oldunuz?" diyor. Semâdaki kim o? Rahmet-i ilâhiyye oradan nüzûl etdiği için, rahmâniyyet, onun için orayı gösteriyor. Bir de kâfirin itikâdına göre Allah gökde oturur. Kâfirin itikâdı üzerine nâzil olmuşdur, Mekke kâfirinin. O, "Allah semâda" diyor, öyle diyor. Bize göre, nereye dönersen, Hakk Teâlâ her yere hâzır ve nâzırdır. Her yerde değil! Dilini eşek arısı soksun! Her yerde değil, her yere hâzır ve nâzır. "De" dersen, "De" ism-i mekândır, Allah'a mekân isnâd edersin. Allahu Teâlâ mekândan münezzeh olup, mekân Allah'dan münezzeh değildir. Allah mekânların mekânıdır. Onun için çok dikkat konuşduğum sözlere benim. Hemen hemen ezberlemen lâzım söylediğim sözleri.
Evet. "İşte şu" dedi, "bu bir pars" dedi. "Bu kobra yılanı" dedi. Uğraşacaksın, bâtınında bulunan sıfatlarını, yani amelinin şeklini, insan yapacaksın. İnsan yapmazsan, yarın yevm-i kıyâmetde, hayvana dönersin. İnsan doğarsın, insan gibi görünürsün, hayvan ölürsün sonra. Allah muhâfaza buyursun. Yani,
Olmaz irfansız! Bizde namaz da yok, abdest de yok, gusul abdesti de yok, îmân da biraz şübheli, yani var gibi bir şey işte. Îmânlı adam böyle mi olur? Îmânlı adam ateşe girer. Su boğmaz îmânlı adamı. Senin âbâ ü ecdâdın semender gibi ateşe girerdi. Söndürür îmân, nûr-ı îmân söndürür ateşi.
"Efendi, sen saçmalıyorsun gâlibâ". Saçmalamam. İbrâhim Halîlullah girmedi mi ateşe? Ne oldu ateş? Söndü değil mi? İbrâhim'in îmânına göre Nemrud'un ateşi söner. Senin de îmânın kemâle ererse, ateş söner karşındaki küfür ateşi. Ama sen berbad bir şey olmuşsun, yolda yürümesini unutmuşsun sen. Âbâ u ecdâdının âsârına bak, bir de senin oturduğun eve bak!
Herif böyle bakdı bakdı Süleymâniye Câmisine, sordum ben, kendisi Amerika'nın en meşhûr mimarlarındanmış. Vaktiyle, şimdi yeni değil, eski, 53'de. Sordum, dedi ki, "Burada oturanlar bu câmiyi yapamazlar" dedi. "Bu câmiyi yapanlar da burada oturmaz" dedi. Yaaa! "Devler ülkesinde karıncalar oturuyor" dedi. Devler ülkesinde karıncalar oturuyor. Haydi yapsana bakayım böyle bir câmi, göreyim. İşte senin âbâ u ecdâdın yapmış bunu, bu câmiyi. Sen halısını dokuyamıyorsun, halısını! Sen seremezsin bu halıyı. Bunu dokuyamayız biz. Bak bak şu halıyı. Böyle tezgah yokdur bizde çünkü. Tart. Mangalda kül kalmadı.
İçini dışını insan yapacaksın.
Herif aya çıkmış, "Çıkdı mı çıkmadı mı?". Ulan ister çıksın, ister çıkmasın, sana ne! Sen yolda yürümesini unutdun, yürümesini bilmiyorsun. Câmiye girmesini, câmiden çıkmasını, iki kişinin arasına oturmasını, konuşmasını bilmiyorsun, otobüse binmesini bilmiyorsun, yolda yürümesini bilmiyorsun, helâya oturmasını bilmiyorsun!
Oraya helâya girdik, ne diyorlar ona, ben yeni isimleri bilmiyorum, (pisuvarı kasdediyor) herif onun içine işemedi, yan tarafa işedi, üstümüze geldi. Bilmiyor içine işemesini herif. Trene bindik, alafrangaya helâya herif oturmuş, tünemiş üzerine, emîn ol ki, tünemiş helânın üzerine, ben de gitdim kapı açık böyle, kapıyı kilitleyememiş. Kapının tokmağını bu tarafa çevirse kapı kilitleniyor, böyle olursa açık kalıyor. Ben bir itdim, herife çarpdı, adam yıkıldı. Ciddi söylüyorum. Almanya'ya giderken. Oradan herif bir çıkdı, elinde uçkurlar, "Nerede ulan bu kapıyı iten herif!....". Küfür ediyor, burada söylemeyeyim şimdi, Ramazan gününde. Ben hiç ses çıkarmadım, kavga çıkacak çünkü. Oturdum ben. Elimde tesbih. Gitdi. Kapıyı kilitlemesini bile bilmiyor, helâya oturmasını bilmiyor. Bak bak ne hâle geldik, ne hâle geldik! İki üç tâne züppe biliyor, oturmasını, kalkmasını filan böyle, biliyorum zannediyor, o da bilmiyor.
Git de gör bak. Yolda bir tâne cigara bulamazsın böyle, kağıt atmıyorlar yola. Tertemiz, yala böyle. Utanıyorum ben. Fransızlardan utanmıyorum, İngilizlerden, Amerikalılardan, Almanlardan, Sırplardan utanıyorum, Sıprlar geliyorlar buraya, bizim çobanlar. Burada işiyor herif, Bayezid Meydanına, Hürriyet Meydanına. Hürriyetin üzerine işiyor. Bacağını kaldırıyor böyle, dikiyor bizim müslüman, kuyruğunu da kaldırıyor, titretiyor yâhud, titretiyor kuyruğunu, bu tarafa doğru böyle. Yaaa.
Helâ yok! Su yok! Elektrik yok! Adam yok! Var, sakallı bıyıklı adam çok var, sakalı var, görüyorsun iyi güzel ama ilmi yok, bilgisi yok, benim gibi. Bunları biz bedava konuşuyoruz böyle, çenemiz yoruluyor. Ama vakit geçiyor, iftar yaklaşıyor, aldırma sen.
Bayram sabahı beni gönderiyorlardı Bayram namazına, vaaz etmeye, ben cemaate söylüyordum, "Sen buraya namaza gelmiyorsun, gelsen yarın sabah da gelirsin bu câmiye. Bayram korkusuyla gelmişsin. Gene Allah râzı olsun. Karın senin kaldırmışdır, "Ayıp ayol! Komşu gitdi câmiye, utanmıyor musun, Bayram sabahı yatıyorsun! Yürüsene!". Câmiye geldin. Müftü de beni buraya gönderiyor, niye gönderiyor biliyor musun? Uyutmayayım sizi diye. Uyursan abdestin bozulur çünkü. Gürültü yapıyoruz biz kürsünün üzerinde, paldır da küldür gümbür, uyumasın altdaki cemaat diye. Ne olacak hâlimiz böyle, mini mini vâlimiz. Biz nereden nereye geçdik.
İnsanların içi dışı bir olması lâzım. Amel insan olacak, amel insan olacak. İnsan olacağız. Bu insan olmak ne demekdir? Hazret-i Muhammed'in boyası ile boyanacaksın. Kestirme yoldan sana. İnsân olmak, insân-ı kâmil olmak için ahlâk-ı Muhammediyye ile mütehallık olmak lâzım. Hazret-i Peygamber'in ahlâkıyla ahlâklanacaksın. Daha açık Türkçe konuşuyorum ben. Şöyle böyle konuşmayacağım. Peygamber nasıl oturmuş, nasıl kalkmış, nasıl yemiş, nasıl içmiş, nasıl affetmiş, nasıl ikrâm etmiş, nasıl gazâ etmiş, nasıl düşmanlarını affetmiş, bağışlamış, ekmek vermeyene ekmek vermiş, taş atana taş atmamış, dişini kırana duâ etmiş. "Yâ Rabbi bilmiyorlar, hidâyet et bunlara" demiş.
Duâ ediyor musun Ümmet-i Muhammed'e? Etmiyorsun. Kendine duâ ediyorsun yalnız. Olmaz! Her elini açdığında duâya, "Yâ Rabbi, Ümmet-i Muhammed'den Ramazân-ı Şerîf'in kadr u kıymetini bilmeyenlere bildir, namazın ne olduğunu anlamayanlara Yâ Rabbi namazı anlat. Yâ Rabbi onların kalblerine nûr-ı îmân ver. Yâ Rabbi, onları İslâm'a al" diye duâ edeceksin. Yalvar onlar için ki senin duân kabûl ola. Sen kendin cennete girmeye çalışıyorsun. "Ben gireyim, o ne olursa olsun". Hep böyle alışmışız çünkü. "Ben iyi olayım, herkes kötü olsun", "Ben yiyeyim, o yemesin". Böyle.
Efendime söyleyeyim. Neyse gelelim biz dersimize.
Hazret-i Ali kerremallahu vecheh, malının hepsini dağıtırdı. Sormuşlar Hayder-i Kerrâr'a, demişler ki, biz oraya gelelim, orada bırakmışdık dersi, Hayder-i Kerrar'a sormuşlar, "Zekât kaçda kaç?" demişler. "Size göre mi bize göre mi?" demiş İmâm-ı Ali. Demişler, "Efendim, size göre bize göre olur mu?". "Evet, siz kırkda birini vereceksiniz" demiş, "Siz kırkda birini verirsiniz. Sizin ârifleriniz Allah için verir, ayrı. Biz hepsini veririz. Onunla da yetinmeyiz, Allah için kelleyi veririz". Sözünde durmuş. Allah için kelleyi verdi Ali. Sâkî-i Kevser, Fâtih-i Hayber, Zevc-i Fâtımetü'z-Zehrî, Vâris-i 'Ulûmü'n-Nebî, kelleyi verdi İmâm-ı Ali, sözünde durdu.
Onun için yok. Hemen gitmiş, nar almak üzere. Kimseden istememiş.
Müslüman istemez. Müslüman isteyeni reddetmez, müslüman istemez. Hattâ evliyâullah arasında böyle bir söz vardır : "Eğer vermezler de istersem dilimi kessinler, verirler de almazsam elimi kessinler" derler müslümanlar yani bizim müslümanlar. İstemek yok. Dört nala atla giderken kamçın düşse, inip aşağı kamçını alacaksın, öyle gideceksin, istemeyeceksin. İstemek yok. Ama isteyen olursa, "وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ ve emme's-sâile felâ tenhar", sâili reddetmeyeceksin, vereceksin ama istemeyeceksin. İsteyeni red yok, fakat istemeyeceksin.
Şimdi, çalışdı o gün, gitdi İmâm-ı Ali. Tanımadığı bir müşrikin bahçesinde çalışdı o gün, bir nar almak için. Kısa kesiyorum artık, uzatmıyorum. Fakat ip kopmuş. O gün su çıkarırken, bahçeyi sulamak için su çekiyorlarmış. İp kopmuş. Kopunca İmâm-ı Ali'nin yüzüne o müşrik, bir tâne yapıştırmış. Kuyuya düşürdün kovayı diye. Hazret-i İmâm buyurmuşlar ki, "Niye vuruyorsun?" demiş, "Kovan düşdüyse biz kovanı veririz senin" demiş, kovayı almış kuyudan, "Al" demiş. Kuyu mu yükselmiş, İmâm-ı Ali'nin eli mi uzamış? "Al buyur kovanı". O da şaşırmış, müşrik de. "Sen kimsin?". "Ben Ebû Tâlib oğlu Ali". "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, Yâ İmâm sen bana vur, kellemi kes". Tövbe istiğfar. "Mal mülk senin". "Yok, malın senin olsun, istemez, malla işimiz yok. Bizim canla işimiz var, mü'min ol kâfî, tamam".
Almış kuruşunu oradani gitmiş bir nar almış. Gelirken yolda, bir fukarâ çıkmış, böyle boynu bükük, gözü yaşlı, "Yâ İmâm, elindeki narı bana versene". Dedik ya, isteyeni reddetmeyeceksin. "وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ ve emme's-sâile felâ tenhar". İmâm-ı Ali şöyle düşünmüş, demiş ki, "Ben bu narı bu fukarâya verirsem olur. Fâtımetü'z-Zehrâ Resûlullah'ın parçasıdır ama O, Ehl-i Beyt Mustafâ'dır ve o sabırla mükellefdir".
Onlar sabredecekler. Yarın kıyâmet gününde de öyle. Peygamber, ümmetini cennete sokmadan kendi girmeyecek cennete. Kolay iş değil o başbuğ olmak. Onun için "Seyyidü'l-kavmi hâdimuhum" buyrulmuşdur. Kim ki kavmine hizmet eder, o, kavmin efendisi olur, seyyidi olur. Onlar en sonra, ümmetin hiç bir tânesi bırakılmayacak, hepsi cennete girecek, ondan sonra kendileri girecekler içeriye. "Kimse kalmadı mı?" "Kalmadı". Haydi, ondan sonra. Hiç çoban koyunlarını dışarıda bırakır da kendi girer mi? Girmez. Onun gibi.
"Fâtıme dayanır, tahammül eder. Çünkü o Ehl-i Beyt-i Mustafâ'dan. Ben fukarâya vereyim bu narı, ümmete vereyim" demiş, fukarâya vermiş narı İmâm-ı Ali. Oradan eve gelmiş, özür dilemeye Fâtımetü'z-Zehrâ'ya. Narın özürünü dilemeye yani. İçeri girmiş, Cenâb-ı Fâtımetü'z-Zehrâ şifâyâb olmuş, gülümseyip duruyor. "Geçmiş olsun, nasıl oldun?". "Çok iyi oldum elhamdülillah". "Nasıl oldu yâhu? Nasıl oldu?". "Sen fukarâya narı verdin, Allah bana şifâsını verdi. Narı o yedi, şifâsı bana oldu" demiş. Aaaa, demek ki görüyormuş, perdesi yokmuş.
Bir müddet sonra kapı çalınmış, kapıyı açmış İmâm-ı Ali, kapıda Selmân-ı Fârisî, elinde bir tepsi, üstü kapalı. "Yâ İmâm, bunu Cenâb-ı Hakk Cebrâil vâsıtasıyla Hazret-i Peygamber'e, Resûl-i Ekrem de bunu size gönderdi" demiş. Almış İmâm-ı Ali, açmış, içerisinde dokuz tâne nar var. Cennet narı cennetden koparılmış. İmâm-ı Ali demiş ki, Selmân-ı Fârisî'ye, "Bu dokuz olmaz, bu on olması lâzım". Bu âyet okundu da aklıma geldi benim. "Allah, مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا men câe bi'l-haseneti felehû aşru emsâlihâ diyor, dokuz demiyor ki tis'a demiyor ki on diyor" deyince Selmân-ı Fârisî, gülerek, yeninden narın bir tânesini çıkartmış. Demiş ki, "Yâ İmâm, talebe hocayı imtihân etmesi ayıpdır ama sizin irfânınızı halka bildirmek istedim" demiş İmâm-ı Ali'ye. "Sizin kadr u kıymetinizi bilmeyenlere irfânınızı öğreteyim diye bunu yapdım, onuncu nar bende" demiş, "buyrun" deyip ortaya koymuş.
Fâtiha!
www.muzafferozak.com