Bayezid Câmi-i Şerîfinde Sohbet - 7 Temmuz 1983

30 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Ahiret
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir Ramazan sohbetlerinde buyurdular ki :

Sözde bu akşam Kadir Gecesi, kimse yok, meleklerden başka. Melekler var, müslüman cinniler var câmide, bir de müslümanlar var, benî-âdemden müslüman kişiler var. Kadir Gecesi bu yâhu! Allah diyor ki Peygamber', "وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ vemâ edrâke mâ leyletü'l-kadr""وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ vemâ edrâke mâ leyletü'l-kadr". "وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ vemâ edrâke mâ leyletü'l-kadr". Yani kimse bilemez diyor Cenâb-ı Hakk Kadir'deki olan benim feyz-i rabbânîmi kimse bilemez. Benden başka kimse bilmez diyor Cenâb-ı Hakk. Sana kim öğretti onun kadrini diyor. 

Baksana bizim müslümanlara. Bu Bayezid Câmisi niçin böyle oldu bilmiyorum. Burada bir okka, buraya gelen müslümanlar, namaz kılmak üzere gelirlerdi, bir kilo zeytin dağıtırdık halka. Bir tâne almak şartıyla. Oruç açıp namaza duracaklar burada, Akşam namazına. Ya hurma ya zeytin. 

Hazret-i Cebrâil gelmiş demiş ki, "Yâ Resûllallah, Benî İsrâil'de bir adam vardı, ismi Şemûn idi". Samson diyor Avrupalılar. "Şemûn idi, bu Şemûn, seksen küsur sene düşman ile gazâ etti, muhârebe yaptı kâfirle". Seksen küsur sene! İşte tabii ona göre namaz kılmış, oruç tutmuş, ibâdet etmiş adam yani. Kâfirle mücâdele yapıyor münâkaşa değil. Cihâd ediyor kâfirle. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bunu ashâbına anlatmış. Anlatınca bütün sahabe, hepsinin boynu bükülmüş, "Eyvâh! Yâ Resûlallah, bizim ömrümüz o kadar uzun değil ki". 

Bir müslümanın ömrü ancak altmış sene, altmış üç sene filan, o kadardır. Peygamber'e o kadar verilmiş ömür, altmış üç. Benim hocam vardı, doksan küsur yaşındaydı, bazen sorardık biz, yâhud sordururduk, "Hocaefendi kaç yaşındasınız?" filan, "Altmış üç" derdi. Sonra bir gün ben dedim ki ona, cemâlli zamânında böyle, kızmayacağı bir zamanda, çok asabîydi ama beni severdi, "Hocaefendi niye altmış üç diyorsunuz" dedim, "halbuki sizin yaşınız fazla gösteriyor". Dedi ki, "Evlâdım, Resûl-i Ekrem altmış üç yaşında âlem-i cemâle göçtü, edeb ediyorum" dedi, "yani edeben söylüyorum". Bak Peygamber'e ne kadar muhabbetleri vardı. Neyse.

Ashâb-ı kirâm üzülmüşler, mahzûn olmuşlar, demişler, "Yâ Resûlallah, bizim ömrümüz seksen sene değil". 

Yani islâmın ömrü altmış üç. "Efendim yetmiş, seksen de var". Pek ender o şimdi. Hele şimdi büsbütün ender. Enderleşti. Sen bakma milletin genç olduğuna. Sakal bırakmıyorlar da onun için. Sakal bıraksa bembeyaz sakallı buraya kadar. Dede oluyor, kesiyor, delikanlı maşallah, güzel. Ben de kesiyorum sakalımı. Kendimde ben kemâl bulamıyorum onun için kesiyorum. Efendime söyleyeyim, sakal bıraksa bütün millet, hepsi dede olacaklar başdan aşağı. Sakalda büyük kerâmet vardır.

Hazret-i Ömer ibn Hattâb radıyallahu anh Hazretleri bir adam tutmuş, maaşlı, cebinden maaş veriyor. Adam geliyor günde üç defa, alâ rivâyetin Ebû Zer diyen de var bunun için, neyse, o zât geliyor, Hazret-i Ömer'e, "Yâ Ömer! Ölüm var!" diyor gidiyor. Üç defa günde, "Yâ Ömer! Ölüm var!" diyor gidiyor. Maaşlı, cebinden para vermiş, maaşlı. Sonra bir gün gelmiş o zât, "Gel bakayım buraya, al şu hakkını, artık gelmene hâcet kalmadı, gelme" demiş. Demiş ki, "Yâ emîre'l-mü'minîn, bu güzel âdetinizi terk mi ediyorsunuz?" demiş. "Evlâdım, terk etmiyorum ama sana hâcet kalmadı".

Meskenim dağlar başı sahrâya hâcet kalmadı
İçdim ecel şerbetini Lokmân'a hâcet kalmadı
Sarıldı yârelerim cerrâha hâcet kalmadı
Yapıldı cennet-mekânım mi'mâra hâcet kalmadı

O da, "Sana hâcet kalmadı" demiş. "Niye bana hâcet kalmadı? Güzel bir âdetti bu senin için". "Sakalıma ak düştü" demiş, "buraya beyaz düştü, ağardı sakalım. O bize haberci, o taraftan haber geliyor bana, artık sana hâcet kalmadı" demiş.

Gene bir laf daha konuşalım burada. Bir adam hâlet-i nez'e geldiği vakitte, şimdi koma diyorlar ona, artık koyuyor mu koyamıyor mı bilmiyoruz, koma diyorlar, komaya girdiği vakitte, Melekü'l-mevt ile o ölüme namzed olan kimse...

Ki yakın zamanda senin ve benim başıma gelecek bu, yani ona var bana yok değil, onun için ibâdet ve tâatını yap, enâyilik yapma sakın hâ, bak sana açık konuşuyorum ben, ibâdet ve tâatını yap, ama ibâdet ve tâatına güvenme Allah'a güven, mutlakâ, pek yakın zamanda, çok yakında olacak bu hâdise.

Şöyle bir konuşma geçermiş aralarında. Dermiş ki, ölüme namzed olan kimse, yani ölmeye hazır olan, "Niçin Yâ Melekü'l-mevt, Ey Azrâil, Melekü'l-mevt demek, gençler var belki anlamazlar, "Yâ Melekü'l-mevt, Yâ Azrâil", rûh kabz edici melek.

"Efendim hepsinin rûhuna nasıl geliyor, bu kadar adamın nasıl canını alıyor?". Görmüyor musun insanların yaptığı şeyi, buradan bastı mı düğmeye, lap diye bütün İstanbul sönüveriyor birdenbire. Görüyorsun ya o insanlar yapıyor bunu. Allah neyi yapmaz. Onun da düğmesi vardır, Hazret-i Melekü'l-mevt'in, bastı mı, bir kaç kişinin rûhunu birden alır. Onun için nasıl yapıyor diye hiç sorma. Nasıl oluyor diye sorma sakın hâ! Allah her şeye kâdir u kayyûmdur. 

Şimdi, konuşuyorlar ikisi, "Niye bana gelip haber vermedin?". Bırakalım öyle.

İlyas Peygamber ölüyormuş. 

Ölüyor değil oluyor. İnsanlar olur, hayvanlar ölür. Ölmek mi istiyorsun, olmak mı? Olmaya çalış. Ölen hayvan imiş. Âşıklar ölmez. Allah ve Resûlüne muhabbet ettin mi, haramı helâli ayırdın mı, hak yolda dâim oldun mu, ölmezsin, ebediyyete gidiyorsun. Ama böyle olmazsa o vakit ölürsün. Ölüp de kurtulamazsın da. "لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى lâ yemûtu fîhâ velâ yahyâ". Yakayı kurtaramazsın. 

İlyas Peygamber ölüyormuş, ağlıyormuş peygamber-i zîşân efendimiz. Melekü'l-mevt sormuş, demiş ki, "Yâ Nebiyyallah, sen niye ağlıyorsun? Koskoca bir peygambersin sen". "Niye ağladığımı sana söyleyeyim mi? Öldüğüme ağlamıyorum, azâb için filan ağlamıyorum" demiş, "Rabbime mülâkat ediyorum ama öldükten sonra ibâdet yoktur" demiş, "Allah'a ibâdet etmeye doyamadım, ölümle beraber ibâdet bitiyor" demiş, "onun için üzülüyorum" demiş.

Şimdi Ramazan'ın son günleri, bak gidiyor, işte iki gün sonra, burada kimseyi arama bu vakitler. Ben gelip otururum buraya. Sen takkeni sandığının dibine sokarsın, ben tesbîhi oraya koyarım, bir daha seneye buluşmak üzere, haydi Allahaısmarladık. Yetişirsek bir daha seneye kadar. Onun gibi doyamadık ibâdete tâata. Hazret-i İlyas da öyle demiş, "Ben ölümden korkmuyorum, ibâdete doyamadım" demiş, "Rabbime ibâdet etmeye" demiş. İnsan ibâdetden zevk almalı. Geçiyoruz.

"Ey Melekü'l-mevt, niçin bana haber vermedin? Sen bana  ölüm haberimi verseydin de ben ibâdeti fazlalaştırsaydım" dermiş. O vakit diyormuş ki Melekü'l-mevt, "Ben sana çok haberci gönderdim, bir tâne değil, çok haberci gönderdim ama, senin gözün görmedi, kulağın duymadı. Evvelâ senin babanı aldım, dedeni aldım, ammini aldım, teyzeni aldım, onlar hep benim habercilerimdi. Sonra gözünün nûrunu aldım, başladın az görmeye. Sonra miden hazmetmez oldu. Ayağın yürümez oldu. Ağrılar, sızılar, doktorlar, ilaçlar, tedâviler filan, hep bunlar benim habercilerimdi, resûllerimdi. Fakat sende anlayacak kafa yoktu. Sen bakıyordun ölüme böyle, ona var bana yok diye dolaşıyordun sen, şimdi zaman geldi". "Aman biraz geri kalalım". "Olmaz!".

Yalnız laf aramızda olsun, mü'minlere Melekü'l-mevt geldiği vakitte, Allah'ın selâmını getirir, laf aramızda, "Allah'ın selâmı var, istersen biraz kalabilirsin dünyâda" der. Bundan haberin var mı senin? Yok. Ama mü'minler bunu kabûl etmezler. "Amân Huzûr'a, Huzûr'a!" Kâfire hiç mühlet vermez. "فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ fe izâ câe ecelühüm lâ yesta'hirûne velâ yestakdimûn", bu, kâfirler hakkındadır, mü'minler için öyle değildir. Mü'minlere Allah'ın selâmını getirirler bir defa. Çünkü mü'minler için yani kendi hüviyyetini arayan, bilen, nefsini bilen Allah'ı bilir, kendi hüviyyetini bilen kişi için, onun için ölüm yokdur. Onlar için vuslat-ı cemâl vardır ölümde. Korkulacak bir şey değil. 

Ama bu olmazsa, korkulacak şey. Senin alsınlar rahat yatağından götürsünler çukurun içine koysunlar. Haydi buyur bakalım. Bir sivrisineğe tahammül edemezken gelsin yılan senin koynuna girsin, boynuna dolansın orada. Hepsi bekliyor böyle. Abdesti bozan ilk yılandır kabirde. İnsanın düşmanıdır, âdemoğlunun. "Ben oraya tiryak götürürüm". Onunla değil. Yılanı sen kendin götürürsün buradan. Yılan seninle beraber gider buradan. Orada kırdaki yılanı bekleme sen, o bir şey değil. Senin yılanın seninle beraberdir. Meselâ nasıl? Haram lokma yersen, beline indirirsin menîyi ve düşmanını orada hazırlarsın. Nedir o? Evlâdın. Gelir, evvelâ oyuncağın, sonra düşmanın kesilir başına. Başlar senin dînini diyânetini hakîr görmeğe, sana hakâret etmeye. Kendi evlâdın! Kendin besledin gece. Ama ne yapdın? Vaktiyle haramdan topladın oraya koydun onu. Kendi yılanını kendin meydana getirirsin yani. Hepsini isbât ederiz böyle, konuşabiliriz. 

Şimdi, Melekü'l-mevt der ki, "Ben sana çok haber gönderdim. Ama sen hiç ıslâh olmadın. Hiç sende ibret alacak göz yokmuş".

Bir göz ki olmaya ibret anın nazarında
Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde

İbretsiz göz de insanın düşmanıdır, onu sen başının üstünde taşıyorsun.

Bir kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden
Akıt ana kurşunu hemen deliğinden

Bin bin günâh etdin yeter 
Rûyin siyâh etdin beter
'Isyân-ı Hakk'dan ne biter 
Gel tövbeye gel tövbeye

Gel mescide meyhâneden 
Gelmez hayır mestâneden
Te'hîr itmek yâ neden 
Gel tövbeye gel tövbeye 

Doldu ecel peymânesi  
Ömrün nesi kaldı nesi 
Ey dünyânın dîvânesi 
Gel tövbeye gel tövbeye

Sabaha kadar para sayacağına, Kur`ân-ı Kerîm yapraklarını çevir. İbret al.

Üç türlü âyet vardır. "Ben Kur`ân okumasını bilmiyorum, bizim zamanımızda hoca yokdu" dersen eğer, Resûl-i Ekrem diyor ki, Peygamber'e muhabbetin varsa, "utlübü'l-ilme mine'l-mehdi ile'l-lahdi", ilim beşikden mezara kadar. Onu da okumasını bilmiyorsan ben sana söyleyeyim. Üç tâne âyet var. Üç tâne Kur`ân vardır, üç tâne. Birisi âyât-ı enfüsiyye. Vücûdun kitabını oku. Vücûdunun kitabını oku. Bak nasıl halk etmiş Allah seni. İki âyât-ı âfâkiyye. "اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ * وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠ * وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠ e felâ yenzurûne ile'l-ibili keyfe hulikat ve ile's-semâi keyfe rufi'at ve ile'l-cibâli keyfe nusibet, ve ile'l-ardı keyfe sütihat". Üçüncüsü âyât-ı elfâziyye, Kitâbullah, Kur`ân-ı Kerîm. Onu okumasını bilmiyorsan, dışarı çık, bak semâya. Allah semâyı bak nasıl üzerimize direksiz kaldırmış. Güneşi ve yıldızları nasıl üzerimize süslemiş semâyı onlarla, yıldızlarla. Gündüz güneş bize şuâ veriyor, her şeyi bitiriyor, yetiriyor bak gör. Bak ne kitaplar var okumaya. Okuyabilirsen seriyyeden tâ Süreyyâ'ya kadar risâledir, okuyabilen için, oku. Hiç elif'le be'yle uğraşma, elif'le be'yle. 

Çocuğu almış götürmüşler hocaya, bir veliyyulahı, "Hadi bakalım okutacağım seni" demiş hoca. "Buyur okuyalım" demiş. "Elif". "Elif" demiş. "Be". "Be'ye geçmeyelim hocam" demiş, "şu Elif'in manâsını bana anlat, sonra Be'ye geçelim" demiş. Hep iş Elif'te bitiyor çünkü. O yirmi sekiz harf, kâinât o Bir'le dolaşır baştan aşağı. O bir böyle durur, eski yazı Elif böyle, sonra yatırırsın Be olur, yatırırsın Te olur, bükersin Ce olur. Gene hep o. Hep Elif'tir o. Başka değil. Bükülen mükülen filan hep aynıdır. Okuyabilirsen Elif'i. 

Elif'i okuduk ötürü
Pazarı yapdık götürü
Yaradılanı hoş gördük
Yaradan'dan ötürü

diyor Yûnus Emre de. 

"Oğlum Be de!". "Demem" demiş, "Elif'i bana îzâh et" demiş, Hoca îzâh edememiş. İlimle değil. Okumakla değil. Kamyon kamyon kitap okusan, hiç faydası olmaz, Hakk'ı bilmedikten sonra, Hakk'ı bulmadıktan sonra, Hakk'ta olmadıktan sonra. Kamyom kamyon kitap! Allah'ı bilmedi mi, nefsini bilmedi mi, Allah'ı bilmedi mi, hiç faydası yoktur. "مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَارًاۜ meselüllezîne hummilu't-tevrâte sümme lem yahmilühâ ke meseli himâri yahmilü esfâra". Hâfızlar yardım edin bize be. Eşeğin sırtındaki kitaplar gibi, ne faydası var. Okumuş, okumuş, hiç faydası yok. Bütün ne varsa kâinâtta madde olarak hepsini kabrin dışında bırakacaksın. Evin çapları, tapuları, banka kağıtları, Kastelli'nin tahvilleri. 

Ulan ne güzeldi be! Çalışmadan para kazanıyordu herkes! Veriyorsun yüz bin lira, alıyorsun elli bin, altmış bin, ne güzeldi! Bu nimetin kıymetini bilemedi bu millet! 

Hepsi dışarıda kalacak. Hiç bir şeyi içeri götüremezsin. Yalnız vebâlini götürürsün. Vebâl, vebâl! Yalnız vebâl götürürsün âhirete. Vebâl gider yalnız. Doksan dokuz tâne fakülte bitirsen hepsinin diploması dışarıda, duvarda kalır onlar, içeriye seninle kimse girmez, kabrin içine. Hiç! Ne annen, ne baban, ne kardeşin, ne evlâdın, filan filan filan.

Hattâ adamın birisi çok zenginmiş. Evler, câmiler, medreseler, şunlar, bunlar, her şeyi yaptırmış bir adam, vasiyet etmiş. İki vasiyet anlatacağım size. 

Efendi Hazretleri saatine bakan birisini görünce, "Daha erken, ben size haber veririm, top patladığı vakitte" diyerek latîfe yaptılar. 

Birisi vasiye etmiş, "Ben öldükten sonra, ben öldüğüm vakitte, benim ayağıma bir çift çorap giydirin" demiş, "kazandığım paralardan" demiş. Bir tânesi bu. Onu anlatacağım. Getirmişler, müftü de oradaymış, "Olmaz" demiş müftü, "câiz değil. Biz gavur muyuz ulan! Hıristiyan mıyız biz, olmaz öyle şey". Olurdu olmazdı derken, "Yâhu ölünün vasiyeti var" demişler. "Ölünün vasiyeti tutulmaz şerîata uymazsa" demişler. Sonra orada arkadan bir adam çıkmış elinde mektupla, cenâzenin oğluna mektubu bırakmış, "Baban bana hayâtında bu mektubu vermişti" demiş, "bu meseleyi bana söyledi, çorap meselesini müftüler kabûl etmeyecekler, onun için mektubu aç" demiş. Bir de açmışlar, "Evlâdım, bak görüyorsun ya, bu kadar sana mal bıraktım, âhirete bir çorap dahi götüremiyorum, maddî olarak, müsaade etmediler. İbret al" diyor mektubun içerisinde.

İkincisi. İyi dinle! Bu daha enteresan, bu anlatacağım. Medreseler, evler, tekkeler, sebiller yaptırmış, yaptırmış, hayır hasenât, köprüler yaptırmış, çeşmeler yaptırmış, sular getirmiş. Su akıtmış, su! Suyu kesmemiş. Yezid'dir suyu kesen. Suyu vermeyince, Yezid olur adam, Allah muhâfaza buyursun. Allah indinde en zâlim adam, iki kısım insandır. Birisi, Allah'ın mescidlerini men edenler, zikrullaha mâni olanlar. "وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ ve men azlamu mimmen mene'a mesâcidallahi en yüzkera fîhe'smuhû ve se'â fî harâbihâ". Allah'ın mescidlerinin yollarını kesenler. İkinci, su vermeyenler. 

Hattâ burada bir hikâye daha anlatayım. Anlattım mı burada bilmiyorum geçenlerde? Haydi gene anlatalım çünkü adam bulduk dinletiyoruz hiç olmazsa. 

"Yâ Cebrâil" demiş Cenâb-ı Allah, "seni vahiy meleği yapmasaydım, bana nasıl ibâdet ederdin" demiş, "ne gibi ibâdet yapardın" demiş Cebrâil'e. Cebrâil aleyhisselâm demiş ki, "Yâ Rabbi biliyorsun benim ne yapacağımı" demiş. "Canım sen biliyorsun ben biliyorum ama kullar bilmiyor" demiş, "konuşalım ki kullar işitsinler". O vakit Cebrâil demiş ki, "Sana üç şeyle âmil olurdum. Yani âdemoğlu olsaydım, üç şey yapardım, üç sâlih amel işlerdim. Bir tânesi, susuzlara su verirdim, susuzlara su verirdim".

Hacı efendi geçen gün gelmiş bana, "İyi mi ettim kötü mü ettim efendi?" diyor bizim câmide. "Ne oldu?". "Kiracı kirâyı vermiyor, suyunu kestim" dedi. "Eyvâh! Ulan Yezid olmuşsun Yezid! Olmaz. Hattâ su parasını sen ver" dedim, "kirâyı vermese dahi su parasını sen ver, su ver ona, su içir". Su kesilir mi yâhu! Olmaz. 

"Susuzlara su verirdim".

Eskiden böyle mübârek kandil günlerinde, Ramazan günlerinde câminin avlusunda su dağıtırlardı, bizim burada kapının önünde. Millet oruçluyken! Beyinsiz! Akşam vaktinde olur o. Gündüz olmaz. Bir de baktım fıçı fıçı su getirmişler buraya, bardakları dizmişler, Ramazan günü! "Sebîlullah! Sebîl! Sebîlullah!". Ramazan gününde oruçlu oruçlu su içilir mi ulan Allah cezânı versin! Bir adam oruç yese dahi, Allah'la kendi arasındadır ama gizli yapması lâzım öyle şeyi. Tatlı olur o, gizli olursa. İnsan sevdiğini gizli yerlere götürür. Âşikâr olursa çirkin olur. 

"Susuzlara su verirdim. İki. Geçinemeyen halka, ehl-i iffet, isteyemiyor, geçinemeyen halkı tesbit ederdim, onlara yardım ederdim". 

Biz isteyene veriyoruz biz. Dilenciye veriyoruz. Vermek lâzım, isteyeni boş çevirme, "وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ ve emme's-sâile felâ tenhar". Ama istemeyen halk vardır onu bulmak lâzımdır. İstedi mi bir adam kurtarır paçayı o.

Hattâ aklıma gene bir şey geliyor, Ramazan ya. Hattâ bu Makâmât-ı Harîriyye'de kırkıncı makâm gâlibâ, bir dilenci çocuğunu almış, hamamda, demiş, "Oğlum, seni vezir yapsam, senin yerine göz dikerler, rahat vermezler, siyâsî meseledir. Olmaz. Tüccar olsan ya muvaffak olursun ya olamazsın. Memûr olsan şöyle olur. Sen en iyisi baba mesleğini tut, dilenci ol. Dilencilikte yapacağın tek şey var. İstemek. Kovulacaksın gene isteyeceksin. Yapabilir misin? Hiç korkma ondan sonra bir daha. 

Hattâ sivil memurlardan birisini buraya vazîfeyle câmiye koymuşlar da, dilenci kıyâfetiyle oturuyor o vakit, tetkik ediyor burada bulunan adamları. Adam dilenciliğe alışmış burada. Çünkü memuriyyetten aldığı maaş üç bin lira beş bin lira, burada herif toplamış altmış bin lira ayda. Dilenci olmuş herif. 

"Baba mesleğini tut sen dilenci ol. Bir derdi var bunun. Nedir o? Kovarlar, vermezler yani, zararın budur" demiş, "gene iste. Meselâ, kim olursa olsun isteyeceksin, nerede olursa olsun isteyeceksin, ne olursa olsun isteyeceksin". Der demez, "Baba, şu peştemalı ver" demiş oğlan. "Ulan" demiş "bana da mı!". "Dedin ya kim olursa olsun iste diye, babamsan senden istiyorum". "E peştemaldan başka isteyecek bir şey bulamadın mı!". "Dedin ya ne olursa olsun isteyeceksin diye" demiş. "Ulan hamamda mı!". "Nerede olursa olsun demedin mi baba" deyince, "Ulan köftehor sen dersini evden almışsın, yuvadan almışsın" demiş.

Şimdi, gizli fukaraya vermek lâzım yani. Herif orada maydanoz satıyor, onun sermâyesi yüz lira, elli lira, kırk lira filan. Onunla gidiyor pazarlık ediyor, ucuz alacağım diye. Ulan biraz fazla ver ona, maydanozcuya, sadaka sayılır o. Ne olmuş yani. Hem de on lira mı diyor, çıkar ver yirmi beş lira, ahlâkını boz, bir daha sefer yirmi beş lira istesin maydanoza. Manav, Allah cezânı vermesin, her gün artırıyor. Yirmi liraya çıktı maydanoz. Ulan burası Almanya mı be! Neyse.

Hazret-i Cebrâil demiş ki, sözümüzü bitirelim şimdi, Hazret-i Cebrâil demiş ki, "Yâ Rabbi üç şeyle âmil olurdum. Susuzlara su verirdim. Fakr u fâkaya düşen yani fakîr olup da kendini gösteremeyen zevâtı arar bulur, onlara gizli olarak, gizli, gizli, gizli yardım ederdim. Gizli. Üçüncüsü, kabahatlilerin kabahatini görsem örterdim, söylemezdim, gammazlık yapmazdım".

Bazısı gammazdır, karnı şişer, gelir haber verir. Hem nasıl biliyor musun? Koyun atlamış suyu, kuyruğu kalkmış, keçi buradan gülüyor. "Niye gülüyorsun?" demişler keçiye. "Koyunun kuyruğu kalktı, kıçı göründü" demiş. Keçinin hep havada duruyor, açık. Haber veren de öyledir yani, bunun gibidir yani. O fenâlığı yapmıştır o. Sonra gider haber verir, ibâdullahın kabahatini, gammaz. 

Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Tûr'a gitmiş yağmur duâsına, vermemiş Allah. Yağmur duâsına çıkmış, vermemiş. Yağmur yok. 

Şimdi burada da öyle, yağmur yok yok derken, işin argoju bozuldu. Tabii köylere kadar meyhâne Trakya'da. Köylerde meyhâne. Eskiden Türk köylüsü ayran içerdi, ayran. Bilmez başka bir şeyi. Temiz, saf, aslan gibi böyle. Nûr gibi. Tek eliyle düşmanı böyle süngüleyen adam. Şimdi çelimsiz, çiroz, çocuğu sersem, salak, dümbelek. İçki içiyorlar çünkü köylerde. Kazanıyor orada tarlalarda böyle, götürüyor parayı oraya yatırıyor, veriyor. Pislik, kavga, gürültü. İğrenç! Karışmıyoruz kimsenin işine ama içki iyi bir şey değildir içki. 

Gel ben sana bir içki içireyim hiç ayılma bir daha. Allah'ın aşkını iç, Resûl-i Ekrem'in aşkını, bir daha ayılmazsın. Öyle bir zevke dalarsın ki hiç zevkin kaçmaz bir tarafa. Allah Muhammed aşkı. Allah'ın kudret eliyle kudret meyinden iç. Herkese nasîb olmaz yalnız. 

Mûsâ Peygamber yağmur yağmayınca gitmiş Tûr'a, dedi, "Yâ Rabbi, yağmur vermedin". "İçinizde gammaz var Yâ Mûsâ" demiş. 

Yağmur duâsına çıkdılar işte, vermedi Allah yağmuru. Haa veriyor, pıt pıt iki damla düşüyor, geçiyor gidiyor, olmuyor bir türlü. Arkasından, fazla zorladılar gâliba, salladı. "Efendi, o damardan sallanmıyor mu? Madenler kaydı" filan. Öyledir ama sebepsiz bir şey olmaz. Silah patlamayınca adam ölmez. Acâip işler onlar, birbirine bağlı şeyler dir onlar. Bazısı da öyle diyor, aya çıktılar ya, Allah'ın işine karışıyormuş, aya çıkıyormuş herif. Ulan adam öldürüyor ya, Allah'ın işine karışmıyor mu? O daha mühim mesele. Sersem adam! Neyse.

Sonra, demiş ki Cenâb-ı Hakk, "İçinizde gammaz var, onun için yağmur yağdırmadım" demiş. Hazret-i Mûsâ demiş ki, "Yâ Rabbi, kimdir o gammaz bana bildir onu getirmeyeyim duâya". Demiş, "Gammazı ben sana haber vereyim de gammaz ben mi olayım!" Hazret-i Allah. Bir müddet sonra Hazret-i Allah demiş ki Mûsâ Peygamber'e, o gammaz öldü, filanca câmiye götürdüler onu. "Aman şunu öğreneyim" demiş Hazret-i Mûsâ, koşarak gitmiş, bir de ne görsün! Elli tâne cenâze var orada. Yâ Rabbi hangisi?". "O gammazı bildirmemek için kırk dokuz kişinin daha canını aldım" demiş, "karıştırayım, kimse bilemesin diye". 

Örteceksin. Babacım, hemen haber verme ibâdullahın kabahatini.

"Kulların kabahatini örterdim, fukaraya yardım ederdim, susuzlara su verirdim" deyince Hazret-i Allah demiş ki, "Yâ Cebrâil" demiş, "senin böyle yapacağını bildiğim için seni vahiy meleği yaptım" demiş Hazret-i Allah Celle Celâluhû. 

Bak düşün, sevâbı düşün. Susuzlara su verme, fukaraya yardım yani gizli fukarâya yani bilinmeyen. Memûr, az maaş alıyor. Ulan Allah insaf versin Hacı Efendi! Bana bak hacı mısın haçik misin nesin! Ulan herif yirmi beş bin lira maaş alıyor, yirmi beş bin lira da kirâ istenir mi! Ne yiyip ne içecek o memur zavallı? Biraz aşağı ver. Allah elinden alır sonra, verdiği gibi alır da gerisi geriye onu. Alamaz deme sakın hâ! Vallahi alır, bir gecede alır. Bir ateş gelir, tamam bitti, her şey biter. O kadar. Ateşin manevîsi vardır, maddîsi vardır. Onu da sana söyleyeyim.

Bak dolaşıyor, her Cuma günü getiriyor bana gösteriyor o zât. Bak yarın Cuma, yarın gel göstereyim inanmıyorsan. Yugoslavya'nın yarısı kendisininmiş, bir alay tapu elinde dolaştırıyor böyle yukarıdan aşağı ki onlara mâlik ola buradan zavallı. Bana diyor ki, "Efendi duâ et de bu iş olsun da inşallah sana bu kadar para vereceğim, bu câmiyi yaptıracağız, Eskişehir'den bilmem nereye kadar ağaç diktireceğiz, filan filan filan. Zavallı, iyi bir adam, güzel bir adam. "Neden olmuş biliyor musun bu?" diyor bana. "Neden oldu biliyor musun?" diyor. "Bilmiyorum". "Zekât vermemişiz" diyor. "Dedelerim zekât vermemiş" diyor, "ondan Allah aldı" diyor, "bir gecede aldı hepsini. Komünist geldi aldı elimizden" diyor. Yugoslavya'da. Yarın isterseniz görüştüreyim, gelirseniz. Her Cuma bana gelir, beni sever çok.

Hazret-i Allah dedi ki Cibrîl-i Emîn'e, "Yâ Cebrâil, işte senin böyle yapacağını bildiğimden dolayı seni vahiy meleği yaptım" dedi. O kadar sevâbı çok.

Bazı insan kirâcısının kirâsını almamalı. Ne olur, ne çıkar yani. Yetiştiremiyorlar, on beş bin lira, yirmi bin lira ev kirası, elli bin lira ev kirası. Haydi veriyorsa neyse ama veremiyor ki. Memûrun aldığı maaş yirmi-yirmi beş bin lira, yirmi bin lira, yirmi beş bin lira ev kirası. Ne yiyip ne içecek o zavallı? Bazen bazen insan, ev sâhiplerine söylüyorum, kirâcılarına müsâmahakâr davranmalıdır bazen. Bazen almayıver. Geldiği vakitte, "Bu ay kalsın bakalım da inşallah istikbâlde alırız filan" dersin. Almayıver bazı ay. Ne olur, ne çıkar. Yani ihtiyâcın varsa mesele yok ama ihtiyâcın yoksa toplayıp biriktiriyorsun. Ne olacak yani. Gece oturup sayarsın, başka bir şey yapamazsın ki. "وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ * اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُۙ veylün li külli hümezetin lümezetini'llezî ceme'a mâlen ve 'addedeh". Bir, iki, üç, dört, beş... Bin tâne oldu mu lastiği takıp oraya koyarsın. Başka bir şey yapamazsın ki yenmez cenâbet. Eğer yarım okka ekmek yersen sabaha kadar bir şey yiyemezsin zâten. Bazen merhametli davranınız, merhametli olunuz, şefkatli olunuz. Merhametli olunuz bazen. Merhameti elden bırakma sakın hâ! İnsâfı elden bırakma! Hırsız da olsa bir adam, insâfı elden bırakmamalıdır. 

O insâfı elden bırakma hikâyesi de var ama geçeceğiz onu şimdi. Biz ötekini anlatalım.

Câmi yaptırmış, tekke yaptırmış, medrese yaptırmış, yaptırmış, yaptırmış, o zât-ı muhterem, halkı çağırmış demiş ki, "Ey efendiler! Ben öleceğim. Benim kabrime bir gecelik yatacak kim var?" demiş, "ona yüz altun ayırdım". Çil çil. Ne yapıyor şimdi altunun tânesi? Yirmi beş bin lira yapıyormuş gâliba, ben baktım gazeteye. Yirmi beş bin lira. On tânesi, iki yüz elli bin. Kırk tânesi, bir milyon. Yüz tânesi, iki buçuk milyon. "Yüz altun vereceğim" demiş. "Bir gece benimle yatacak kabirde, sabahleyin açacaksınız". Kim yatar? Haydi? Söyledik ya, az evvel onu bahsediyordum, kimse yatmaz. Annen. Aman! Hattâ senin canın çıktığı odaya da girmezler, korkarlar oraya girmeye. "Mum yakın oraya, ne olur ne olmaz" diye, hortlayacak diye bir de mum yaktırırlar oraya. Orada bir mum yanar, o soğuk odanın içerisinde. Yaaa! Sevgilin, ahbâbın girmez yani oraya, korkar, ödü kopar. "Yüz lira vereceğim, yüz altun veririm" demiş. Ama yüz altun bugünkü yüz altun değil, eski yüz altundan bahsediyorum. Kimse cesâret edememiş. Adam da iyi adam. Ekmeğini yemeyen yok onun karyesinde. Yani onun bulunduğu karyede onun emeğini yemeyen yok. İyi bir insan, sâlih fakat böyle bir vasiyette bulunmuş. Cenâzeyi getirmişler koymuşlar musallâya. "Ne yapalım, ne yapalım" diye düşünüp duruyolar. "Yâhu bunun vasiyeti var, okuyun şunun vasiyetini". Yüz altun. "Kim var içinizde ey ehl-i îmân! Bir erkek yok mu yâhu! Mezara girip bir akşam ölüyle yatacak. Yüz altun. İşte hayatının fırsatı, köşeyi dönüyorsun". Kimsede ses yok. Herkes kuzu kuzu böyle bakıyor. Bir de bakmışlar, oduncu Himmet Ağa geliyor karşıdan, omuzunda baltası. Dağdan inmezmiş fazla o adamcağız.  "Haydi bu dağlı, bu yapar" demişler. "Himmet Ağa! Gel buraya. En cesurumuz sensin, biz sana rey verdik, bilmem ne filan". "Ne oluyor kardeşim" demiş oduncu. "Bu" demişler, "Bu Hazret, biliyorsun ya, Efendi Hazretleri, mürşid-i a'zam, onun ekmeğini yemeyen kimse yok. Câmiyi o yaptırdı, tekkeyi o yaptırdı, medreseyi o yaptırdı, imâreti o yaptırdı, hastahâneyi o yaptırdı, köprüyü o yaptırdı. Senin su içtiğin çeşme bile bu zâtın. Bu zât, vasiyet etti, öldüğüm gece benim kabrime bir adam getirin, beni bekleyecek kabrin içerisinde. E biz senden daha kahramanımızı göremedik. En kahramanımız sensin. Omuzunda baltan, kolunda sacayağın. Haydi bakayım". "Lan iyi hoş iyi adam ama ben de korkarım" demiş. "Aman Himmet Ağa!". 

İyi dinle! Sen bulamazsın bu kıssayı. Yani bütün sene dolaşsan bulamazsın. 

"Aman Himmet Ağa! Allah aşkına yap şu işi. Al şu yüz altunu. "Peki" demiş. Ama zorlamışlar. Kaymakam çıkmış, o devrin kaymakamı, vâlisi, jandarma kumandanı filan zorlamışlar.  "Yatacaksın! Emir veriyorum!" bilmem ne. "Peki" demiş, içeri koymuşlar onu, kapamışlar üzerini.

Ertesi gün çıkarmışlar Himmet Ağa'yı suratı bembeyaz Himmet Ağa'nın. "Ne oldu?". "Aman" demiş, "Tövbeler olsun. Ne balta isterim, ne ip isterim, ne baltanın sapını isterim". "Ne oldu?". "Anlatayım" diyor, "tam siz buradan çekildiğiniz vakitte" diyor, "ayağınızın tıpırtıları kabre geliyordu" diyor, "iki tâne mehîb melek çıktı oradan" diyor, "ben köşeye sıkıştım korkudan. Melekler dediler ki, 'Bu nasıl olsa bizim, biz önce şunu bir hesâba çekelim', bu Himmet Ağa'yı bir hesâba çekelim' dediler. Beni aldılar, oturttular karşılarına. 'Neyin var?', 'Hiç bir şeyim yok', 'Nasıl yok, baltan var', 'evet var baltam odun kesiyorum, helâlin minallah çalışıyorum'. 'Yok' demiş 'o baltanın sapını sen ormandan koparmışsın. Orman devlet malı. Ver hesâbını bakalım'. Anamı ağlattılar" diyor. "Tövbeler olsun! Ne para isterim ne altun, ne balta, ne baltanın sapı" diyor Himmet Ağa.

Fefham! Düşün! İftah ayneyk! Gözlerini aç! Bak başına gelecek. Himmet Ağa bir baltanın hesâbını verememiş, bir balta alı üstü, sapı, balta sapı, ormandan koparılmış. Onun için her şeyi helâlinden alacaksın, bakacaksın. İşini Allah'ın kitâbına uydurmaya çalış. Kim ki Allah'ın emrine imtisâl etmedi, o gün o zarardadır. Milyarlar kazansa faydası yok onun için. Kim ki Allah'ın emrine imtisâl etti, o gün ibâdet ve tâatında Allah'ını râzı kıldı, o adam milyonerdir, milyarderdir, ebedî saâdete ermiş demektir. 

Bak şimdi bu akşam Kadir, yarın da Kadir günü. Bu akşam Kadir gecesi, yarın Kadir günü. Üç gün sonra burada melâikelerden başka kimse yok. İşte namaz için geliyorlar üç beş müslüman. Burası islâm memleketi yâhu! Heeey! Aklını başına al! Burası islâm memleketi bu, böyle olur mu! Öyle kalbim temiz kıçım semiz diye, olmaz öyle şey. İbâdet edilecek, ibâdet yapılacak Allah'a. Babalarımız bu câmileri yapmışlar, kapıya vezne mi koymuşlar, yani her gelenden rekat başına bir lira mı alıyorlar, beş lira mı alıyorlar, ne yapıyorlar. Suyu bedava, imamı bedava, müezzini bedava, halısı bedava, kilimi bedava, nûru yani elektriği bedava. Senden bekliyor ki, "Allah râzı olsun" diyesin de orada Allah'a iki rekat namaz kılasın diye.  Ba ba ba ba! Yıkılırsa para koymuş bir daha yapsınlar arkadan, amân kesilmesin diye. Sadaka-i câriye çünkü. 

Ahmaklığa lüzûm yok. İbâdet ve tâatınızı yapacaksınız. Hem de duâlar şimdi kabûl olur. Malûm ya, oruçlu ağzımız. Oruçlunun duâsı makbûldür. Cenâb-ı Hakk'a duâ edin, "Yâ Rabbi, nefsimin hakkından ben gelemiyorum, bana yardımcı ol, ben nefsime hâkim olayım, beni nefsimle bir ân başbaşa bırakma, ibâdet ve tâatıma devâm edeyim, senin rızânı alayım Yâ Rabbi", işte böyle niyet et, inşallah iyi olacak.

Saat sekizi üç geçiyor. Kalkalım mı, anlatayım mı daha? Haydi evleri uzak olanlar yürüsünler, evleri uzak olanlar. Kırk dakîka var, ancak gidersiniz.  Biz biraz daha oturabiliriz. 

Dur şunu söyleyelim. Sonra ashâb-ı kirâm, çok üzülmüşler, demişler, "Bizim ömrümüz bu kadar olmadığına göre biz onlardan geri kalırız, Benî İsrâil'den" demişler. Ashâb-ı kirâm, hespinin boynu bükülmüş, gözleri yaşarmış, başta Hayder-i Kerrâr Hazret-i Ali olmak şartıyla. "Ömrümüz bu kadar uzun değil ki" demişler. Onun üzerine Cenâb-ı Allah işte bu geceyi vermiş bize. Diyor ki, "لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ leyletü'l-kadri hayrun min elfi şehrin, Kadir gecesi bin aydan efdaldir". Bin ay, seksen sene yapıyor. Bu akşamı ihyâ ettin mi... 

Ama bu akşam mı o? Ahmaklar yalnız yirmi yedisinde Kadir'i arar. Laf aramızda. Akıllı olan kimse her gününü Kadir günü, her gecesini Kadir gecesi bilir, akıllı olan adam. Çünkü 365 günden bir gündür Kadir. Peygamber zamanında sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlar ki,  "Yâ Resûlallah Kadir ne gecesi?" demişler, buyurmuş ki Cenâb-ı Peygamber, "Yirmisinden sonra tek günlerde arayın" demiş. Belki o seneye mahsûs o, lutf-ı peygamberî o. Bir veliyyullah diyor ki, "Ben yetmiş küsur sene Ramazan geçirdim" diyor, "iki defa Kadir'e rast geldi" diyor Bayezid-i Bistâmî Hazretleri. 

Peki niye 27'sinde Leyle-i Kadir'i ihyâ ediyorlar, Kadir gecesini? "وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ vemâ edrâke mâ leyletü'l-kadr" sûrenin üç yerinde geçiyor. Dokuz harf, üç kere dokuz yirmi yedi ediyor, öyleyse 27'sinde diyorlar, ondan çıkarıyorlar. Ama o akşam bütün ehl-i islâm bir kalble Allah'a ibâdet ettiği için, Allah mahrûm etmez gene. Kadir 365 günde bir gece. O gün sen oturursun papazı uçuracağım diye, Kadir'dir o akşam, yaparsın yapacağını. Allah Kadir'i gizledi. Niye? Bütün seneyi Ümmet-i Muhammed ibâdet ve tâatla geçirsinler, kötülüklerden kaçınsınlar, fenâlıklardan kaçınsınlar diye. Allah ism-i a'zamını Kur`ân'a sakladı. Allah'ın ism-i asgarı yokdur, hepsi ism-i a'zamdır. İsm-i a'zamını sakladı Allah Kur`ân'a, bütün Kur`ân'ı okusunlar diye. Allah evliyâlarını sakladı kulların arasına ki, birbirlerine hürmetkâr olsunlar, birbirlerinin haklarını hukuklarını muhâfaza etsinler, birbirlerinin haklarına riâyet etsinler diye. Allah gadabını sakladı. Hangi günahta bilmiyoruz. Zerre miktarı bir günah icrâ edersin cehenneme gidersin. Allah rızâsını sakladı. Zerre kadar bir hayır işlersin, Allah ondan dolayı seni cennetine koyar. Gizledi, rızâsı nerede, gadabı nerede bilmiyoruz. 

Hazret-i Îsâ Peygamber geliyormuş da, Hakk Teâlâ buyurdu Îsâ Peygamber'e, "Yâ Îsâ, duâ et şu kabrin içindeki insanı dirilteyim" dedi, "konuş onunla" dedi. Hazret-i Îsâ duâ etti, "kum bi iznillah" dedi, kabir şakk oldu, adam çıktı dışarıya. "Eşeğim nerede?" demiş. Hazret-i İsâ da şaşırmış. "Eşeğim nerede Yâ Îsâ?" demiş. "Yâ Rabbi, eşek soruyor bu adam, nedir bu?". "Dünyâda onun kalbinde eşek muhabbetinden başka hiç muhabbet yoktu, eşeğe muhabbet ettiği için eşeği soruyor" dedi. İnsan dünyâda ne ile meşgûl olursa, kabirde onu yapar hâ! Onu gösteriyor. Sonra, "Sor ona bakalım". Sordu Îsâ Peygamber, "Nasıl kabirdeki rahatlığın?". "Azaptayım" dedi. "Neden?". "Anlatayım" dedi. "Ben rızkın cedîd yevmin cedîd geçinen bir adamdım. O gün kazanıp o gün yerdim. Hammaldım, birisinin odunlarını taşıyordum. Ekmek yemiştim, dişimin kovuğuna ekmek gitmiş, et gitmiş. O adamın odunundan onun haberi yokken bir kürdan aldım, dişimi karıştırdım, kürdanı attım. Onun için cehenneme müstehak oldum" dedi. "Sen adamın haberi olmadan adamın malından kürdanı nasıl yapıyorsun" diye Cenâb-ı Allah. 

Ne dedim işte devlet malından bir balta sapının Himmet Ağa verememiş cevâbını.  "Babam şehîd oldu" demiş, "Dedem şehîd oldu" demiş, dinlememişler. "Gel bakalım buraya, hesap ver!".

Binâenalâ zâlik, ufacık bir şeyden böyle. O tarafta da bir adam ufak bir hayır yapar, Allah bahâne Allahıdır bahâ Allahı değildir, affeder Cenâb-ı Hakk.

Adamın birisi, ne yapmış o da, gitmiş, namaz kılacak, hayvanını bağlayacak yer yok. Bir kazık çakmış yere, hayvanını oraya bağlamış, sonra demiş ki, "Ben bu kazığı burada bırakayım, vakıf olsun" demiş, bırakmış, binmiş atına gitmiş. Oradan bir yaya gelmiş, bakmış yerde bir kazık çakılı. Kızmış adam fenâ hâlde, "Ulan ne biçim insanlar var! Hayvan gibi adam! İnsan bu kazığı çakar mı! A'mâ gelir, çocuk gelir, gözü görmeyen gelir, ayağı takılır düşer, kafası patlar. O da çekmiş kazığı, çıkarmış atmış. Allah ikisini de cennete koymuş. Çünkü neden? İkisi de hayra niyet ettiler.

Halbuki şimdi bir alay kazık çakıyorlar bize. Her gün kazık yiyoruz.

İsmâil Dümbüllü gidiyordu arabada, arabaya binmiş İsmâil Dümbüllü, Allah rahmet eylesin, benim cemaatimdendi o, "İsmâil Bey merhaba" dedim. Benden sonra bindi o dolmuşa. "Ooo merhaba Efendi", "Nereye gidiyorsun" dedim, "İğne yemeğe gidiyorum doktora" dedi. "Hâline şükret" dedim. "Neden?". "Biz kazık yiyoruz" dedim. "Kasaptan kazık yiyoruz, manavdan kazık yiyoruz, bakkaldan kazık, sen iğneyle kurtarıyorsun paçayı". Efendime söyleyeyim, Allah cümlemize hayır vere. 

Onun için Cenâb-ı Hakk saklamıştır Kadir'i. Şöyle bir misâl vereyim ben size, sonra kalkalım. Bir ev var, evin 365 odası var. İyi dinle, sana güzel bir misâl vereceğim. Bir konak var, 365 odası var konağın. Sana Kadir'i tarif edeceğim. Odanın bir tânesinde defîne var. Ama hangisinde olduğunu bilmiyoruz. Hepsi kilitli. Aldın eline anahtarları, 365 odayı açtın, 1,2,3,5,20,39,48,58,100,105,365. Mutlaka ne olur, defîneli odaya ne yaparız, tesâdüf edilecek. Çünkü hepsini açıyoruz birer birer. O konaktan yalnız otuz oda açıyoruz. O kim o? Ramazan'da oruç tutanlar, Kadir'i arayanlar yani. Otuz odayı açıyoruz, belki bir tânesinde tesadüf ettin yâhud da edemedin. Tek bir oda açıyor. İçeri girdi, defîneyi bulacağım diye tek bir oda açtı. İsâbet ettirebilir, piyango gibi yani. Açtı. Hangisi o? Yalnız Kadir gecesini ihyâ ediyor. Tek oda açtı. Ama 365 odayı açan kimse yani 365 gün Cenâb-ı Hakk'a gündüzleri sâim, geceleri kâim, ibâdet ve tâatla iştigâl ederse bir kimse, mutlaka o defîne odasını bulacaktır. Yani Kadir'e isâbet edecektir. Acaba anlatabildim mi?

Demişler ki gene, "Kadir, Peygamber zamanında idi, ref oldu" demişler. Öyle diyenler de var. "Hayır" demişler bazıları, "bu kıyâmete kadar Ümmet-i Muhammed'e bahş olunan bir ihsân-ı ilâhîdir, bâkîdir" demişler, "o gece Rûh-ı Muhammedî nâzil olur". Diyor ya, "تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ tenezzelü'l-melâiketü ve'r-rûhû fîhâ bi izni rabbihim". "Rûh nedir?" diyorlar. Rûh-ı Muhammedî. Çünkü Cenâb-ı Peygamber ölüm ânında ağlamış. Ağlayınca Cebrâil aleyhisselâm, "Niye ağlıyorsun Yâ Resûlallah?". "Bugüne kadar selâm-ı ilâhîyi kullara ben veriyordum, Allah'ın kullarına, ümmetime. Ben âhirete gittiğime göre, kullar bu selâm-ı ilâhîden mahrûm kalacaklar" demiş, bu âyet nâzil olmuş. "تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ tenezzelü'l-melâiketü ve'r-rûhû fîhâ bi izni rabbihim". O akşam melekler iner ve Rûh-ı Muhammedî indirilir, onlar Allah'ın selâmını hâne hâne, Leyle-i Kadir'i idrâk eden, Leyle-i Kadir'e hürmet eden zevâta Allah'ın selâmını bildirirler. Taaa matla'-ı fecre kadar. Tâ fecrin tulû'una kadar devâm eder bu iş. 

Yâ Rabbi, Habîbin Muhammed hürmetine bizi Leyle-i Kadir'e erenlerden, Leyle-i Kadir'de cemâlini görenlerden eyle. Bir çok Ramazanları idrâk eden, o Ramazanlarda sana tâat eden ve tâatından zevk alan kullar zümresine idhâl eyle. Aşkımızı günbegün ziyâde kıl. Îmânımızın nûrunu günbegün ziyâde eyle. Tâatına bizleri mahkûm eyle. Tâatından zevk ver. Oruçtan lezzet ver. Zekât vermekten, fukarâ gözü yaşı silmekten bizleri hoşnud kıl Yâ Rabbi. Vücûdumuza sıhhat u âfiyet ver, bizi korkunç hastalıklara dûçâr etme. Şu anda Yâ Rabbi, bir çok insanlara ağız vermişsin, nimet veröişsin, yiyemiyorlar Yâ Rabbi. Yaa, nimeti var, ağzı var, yiyemiyor. Bir kısmının ağzı var, nimeti yok, gene yiyemiyor. Bir kısmının nimeti var, ağzı yok, gene yiyemiyor. Bize hem ağız vermişsin Yâ Rabbi, hem nimet vermişsin. Günah işledik, bizi taş etmedin, tepemize ateş yağdırmadın. Affettin, affınla muâmele ettin. Biliyoruz Yâ Rabbi, affettin. Günah işledik, başımıza taş yağdırmadın. İsyân ettik, bizi yere gömmedin. Bize yağmurlar verdin, rahmetler verdin, ateş yağdırmadın. Kavm-i Şuayb gibi kürre-i arddan kaldırmadın. Nûh'un kavmi gibi bizi suya boğmadın. Zîrâ biz senin sevgili habîbin Muhammedinin ümmetiyiz. Yâ Rabbi sevgili habîbin Muhammed hürmetine, bizi cehenneminden âzâd et. Bizi ebediyyen nârına koyma. Kabir korkularından, mahşer korkularından hıfz u emîn eyle. Yâ Rabbi, bu âlemde ve öteki âlemde bizi saâdete erenlerden eyle. Bu âlemde seni sevmekden daha güzel bir saâdet olamaz, kalbimize aşkını ver. Aşkınla bize nazar eyle. Rahmetinle bize nazar eyle. Bizi nigâh-ı iltifât-ı Muhammediyyenle şâd eyle. Habîb-i zî-şânından bizi ayırma. Bize gece rüyâmızda Muhammedininin gül cemâlini göster, iltifâtına nâil kıl Yâ Rabbi. Zîrâ senin habîbini rüyâda görmek mutlakâ kurtuluş ve necâttır. Evet, mutlakâ kurtuluş ve necâttır Yâ Rabbi. Bizleri habîbin Muhammed'den ayırma Yâ Rabbi. Çocuklarımızın, evladlarımızın gönüllerini nûr-ı Kur`ân ile münevver eyle. Dîn ve diyânet, Allah Peygamber bilmeyen, Kitâp bilmeyen kitapsızlar ve îmânsızlar var, onların da kalblerini islâma çevir Yâ Rabbi. Hele islâm çocuklarıysa Yâ Rabbi, onların cedleri de, dedeleri de, ya hacıdır, ya hocadır, ya şeyhdir, ya şehîddir, ya gâzîdir Yâ Rabbi, o dedelerinin döktüğü kanlar hürmetine, dedelerinin döktüğü aşk yaşları hürmetine, onları da affet Yâ Rabbi, gönüllerini islâma çevir, islâm dîninin kadr u kıymetini onlara bildir, islâm dîninde sâbit-kadem eyle, islâma hizmet ettir Yâ Rabbi. Duâlarımızı kabûl eyle. Nârından âzâd eyle. Dîn ü devlet vatan u millet uğrunda çalışanları iki cihânda azîz eyle. Âmîn diyen dilleri yedi cahîminden âzâd eyle. Cümlemizi şefâat-i Kur`ân'a ve şefâat-i Ramazan'a nâil eyle, şikâyetinden emîn eyle. Lillâhi'l-Fâtiha!

Allah diyor ki işte, Allah diyor, Kadir'i ihyâ etti mi bir adam Şemûn'a bedeldir o, seksen senelik ibâdeti bir gecede Ümmet-i Muhammed'e veriyor. Onun için üzülmeyin diyor, onların seksen senede eremediği derecâta siz bir akşamda Kadir'i ihyâ etmekle o dereceye eriyorsunuz diyor. Ve ashâb-ı kirâm da saâdeter ermişler, biz de elhamdülillah işittik safâya erdik. 

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön