25 Eylül 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir zât-ı muhteremi mahkemeye çıkarmışlar, benim sevdiğim saydığım zevâtdan birisini. Vaktiyle, ittihadçılar zamânında. Onun yapdığı şeye göre cezâ yemesi lâzım. Hâkim bunu bildiği için, bakmış seksen yaşında bir adam, beyaz sakallı, nûrânî, kamburu çıkmış filan, kurtarmak istiyor hâkim. Öyle bazı vicdanlı hâkimler vardır. Yol gösteriyor, "Baba! Vekil tutacaksın değil mi?" demiş. Yol gösteriyor, "vekil tutacağım" derse bırakacak. "Vekil tutacaksın değil mi? "deyince, "Yok" demiş, "Evlâdım, ben vekil tutamam" demiş. "Paran mı yok" demiş. "Yok, param var" demiş. "Niye tutamazsın?". "Anlatayım" demiş, "Ben hasbünallahi ve ni'mel vekîl diyorum, eğer ben kullardan vekil tutarsam, Allah bana yevm-i kıyâmetde der ki, 'Benim vekâletimi beğenmedin, beni azletdin, benim yerime kullardan vekil mi tutdun?' der, beni mahkûm etdirir" demiş.Ama sen ben hakkımızı korumak için avukat tutacağız. Bazı adam avukat tutamaz, yasak onlara. Onlar mukarreb olan evliyâullahdır. Herkes onlarla bir olmaz. Bazı adam var, kendisini Yûnus Emre zannediyor filan böyle, Abdülkâdir Geylânî zannediyor kendisini adamcağız. Yani biraz peynir görmüş, kendini mandırada zannediyor. Olmaz öyle olmaz. Onlar ayrı. Evliyâullahın yeri ayrı. Onlar acâib, çok acâibâtdan yani.Cenâb-ı Hakk'a mukarreb olan zevât, kendinden gayrısına, ya kendinden dûnuna, Hakk'dan gayrına mürâcaat ederse, cezâya çarptırır Allahu Teâlâ. Bak Yûsuf Peygamber'e, büyük bir âyet oldu ki, mukarreb olan zevât bir daha öyle yapmasın, Allah'dan başka kimseye yüz sürmesin diye. O iki kişinin rüyâsını tabîr etdi, dedi ki ona, "Söyle rabbine, ben burada bî-günah yatıyorum" dedi, "iftirâya uğradım ben, beni buradan çıkarsın" dedi. Kulağına söyledi, "Sen eski vazîfene döneceksin" dedi ona. O da yedi sene unutdu söylemeği.
Sonra işte sultan rüyâ gördü, yedi zayıf öküz, yedi şişman öküz çıkdı Nil'den, yedi zayıf öküz yedi şişman öküzü yedi. Yedi tâne sarı başak, yedi yeşil başağın üzerine döküldü. Sonra sultan bunun üzerinde durdu. Muabbirleri çağırdı, rüyâ hakkında muabbirleri, "Rüyamı tabir edin" dedi. Dediler ki, "قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ kâlû edgâsü ahlâm" diyorlar. Yani hayal diyorlar. "وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ vemâ nahnü bi te'vîli'l-ahlâmi bi 'âlimîn". "Görmüş olduğun şey hayal, biz bun tabir edemeyiz" diyorlar.
Burada büyük incelik vardır. Bazı müfessirler de işi halledememişler. Cesâretle söylüyorum. "وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ vemâ nahnü bi te'vîli'l-ahlâmi bi 'âlimîn" dediklerine göre, "Bu mühim bir rüyâ, öyle olması lâzım, bu bir mühim rüyâ, bunu biz tevîl edemeyiz" dediler. Zîrâ neden? Çünkü kıral ondan sonra hep rüyâyı tabîr etdirmek için muabbir arıyor dâimâ. Eğer deselerdi ki, "Bu rüyâ hayalle görülmüş rüyâ", bir daha muabbir aramazdı kıral rüyâyı tabîr etdirmek için. Yanlış ma'nâ vermişleri. Yani "bu rüyânın ma'nâsını biz bilemiyoruz, hakkından gelemeyiz, ehlini bul". Sonra Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm rüyâyı tabîr eyledi. Dedi ki, "yedi sene kıtlık olacak, yedi sene bolluk olacak" dedi. Malûm biliyorsunuz, hocaefendilerden dinlemişsinizdir.
Yûsuf kıssasında büyük büyük ibretler vardır çok. Ahsenü'l-kasasdır, büyük ibretler vardır. Eğer kardeşleri Yûsuf'a hased etmeselerdi, onu kuyuya atmasalardı, kervan gelip Yûsuf'u kuyudan alıp götürüp Mısır'da satmaz, satılmayınca da Mısır'a sultan olmazdı. Etbaa sebebâ. Birbirine bağlı herşey. Onun için, başına bir iş geldiği vakitde hemen üzülme. Onun altında bir hayır vardır. Onun için Cenâb-ı Allah ne diyor, "وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟ ve asâ en tekrahû şeyen ve hüve hayrün leküm, ve asâ en tuhibbû şeyen ve hüve şerrün leküm, vallahu ya'lemu ve entüm lâ ta'lemûn". Sizin şer gördüğünüz sizin hakkınızda hayırlıdır, sizin hayır gördüğünüz sizin hakkınızda şer olabilir. Çocuğu olmuyordu, çocuğu oldu bayram yapıyor, hayır gördü. Sonra çocuk ne yapdı? Döve döve onu öldürdü veyâ babasına iftirâ etdi. Başına belâ oldu.
Dâimâ Cenâb-ı Hakk'dan hayırlsını iste ve başına gelen musîbetlerde, mütehammil ol, sabreyle. Çünkü altından bakalım ne çıkacak.
Bazı benim gibi ham-ervah dervîşler var öyle, "Efendim biz cennet istemiyoruz, hûrî istemiyoruz, gılman istemiyoruz, Allah'ı istiyoruz" filan, bir diken batsa ayağımıza kıyâmeti koparıyoruz, "Aman! Yandım! Bitdim!" diye oraya buraya şikâyet ediyoruz Allah'ı. Allah'ı kullara şikâyet ediyoruz. Allah, Allah'a şikâyet olunur, kula şikâyet olunmaz. Bak Eyyûb Peygamber'e, ne yapdı? "rabbî ennî messeniye'd-durru ente erhamü'r-râhimîn" dedi. Kendine şikâyet etdi kendisini. O vakit ayıp olmuyor. Baban seni döverse, sen "babacığım" diye yine ona sarılacaksın, başka nereye gideceksin? Gene babana sarılacaksın, "babacığım" diyeceksin tabii.
Onun için diyor ki Beyezid-i Bistâmî Hazretleri, Hazret-i Eyyûb aleyhisselâmı görmüş manâda.
Biz kaldıramıyoruz, duânı böyle yap. "Yâ Rabbi, dünyâ ve âhiretde bana affınla tecellî et" de. Sakın adâlet isteme. "Affınla tecellî et" de Cenâb-ı Hakk'a. Kaldıramazsın. Kaldırsan çok güzel ama kalkmaz. Bak zü'l-celâli ve'l-ikrâm. Evvelâ celâli gelir, sonra arkasından cemâli gelir ama ağır olur kaldırması. Diken yarılmayınca gül çıkmaz. Evvelâ celâl gelir, sonra cemâl gelir arkasından. Mektebe gidersin, tahsilde büyük zahmet çekersin, arkasından rahat edersin. Her menzil böyledir, menzile giderken zahmet çekilir, fakat menzil-i maksûda varıldı mı rahata erişilir.
Demiş ki, "Yâ Nebiyyallah, nasıl oldu da böyle şikâyet etdin" demiş. "rabbî ennî messeniye'd-durru ente erhamü'r-râhimîn" Demiş ki Hazret-i Eyyûb aleyhisselâm, "Allah bana belâ verdi ben sabretdim, Allah bana belâ verdi ben sabretdim, Allah ban belâ verdi ben sabredince, belâ, Allah ile benim aramda bir dağ oldu. İmkânı yok cenâb-ı Hakk'a mülâkat edemeyeceğiz. Sabretdikçe ortaya bir perde geliyor. Onun için ne yapdım, perdeyi çâk etdim, yırtdım, 'Rabbî, ey benim Allahım, innî messeniye'd-durr, bana zara erişdi, ente erhamü'r-râhimîn, sen merhametlilerin merhametlisisin' deyip Allah'a sığındım" demiş.
Onun için Cenâb-ı Hakk'dan affıyla muamele istemek lâzım. Sahabeden birini Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem gitmişler ziyârete, o adam böyle yatağın içerisinde kadîd kalmışdı diyor. Müslim-i Şerîf'de var. Kadîd. Yani kadîdin ma'nâsı pastırma.
Pastırma da iki bin lira kilosu be! Karşıdan bakıyoruz. Görmek de bir nimetdir. "Hocaefendi" demiş, "ben sana vardığımdan beri" demiş Hoca'nın karısı, ekmeği fırında, eti kasabda görüyorum". "Hâline şükret!". "Neden yâhu, neye şükredeceğim?". "Gözün kör olsa, görmesen iyi mi. Bak gene yemesen de görüyorsun hiç olmazsa" demiş. Şimdi, pastırma vaktiyle yerdik. O kabîlden. Sanki yedim!
Kadîd olmuş o adam. Kadîd Arapça pastırma demek. Peygamberimiz ona, "Sen böyle olmayı Allah'dan arzu mu etdin?" demiş. "Evet, yâ Resûlallah" demiş. "Yâ Rabbi, bana âhiretde vereceğin azâbı dünyâda ver dedim. Çünkü âhiretin azâbı çok şiddetlidir. Allah bana dünyâda verdi. Şimdi bu hâle geldim" demiş. Cenâb-ı Peygamber, "Niye sen iki cihanda Allah afv istemedin? Niye afv istemedin? Allah afv da edebilirdi.
Onun için haydi hep beraber okuyacağız, "Allahümme inneke 'afüvvün kerîmün tuhibbü'l-'afva fa'fü 'annâ, âmîn, bi hürmeti seyyidi'l-mürselîn". Manâsı bu. "Yâ Rabbi sen afvı seviyorsun, keremi seviyorsun, bizi afvet yâ Rabbi" de, Cenâb-ı Hakk'a boynunu bük.
Her lisânda söylesen Allah anlar. Nidâ-yı hafî ile de söyleyebilirsin, nidâ-yı hafî ile. Ne demek o biliyor musun? Namaz kılarken, imam seni Allah'a takdîm etdiği vakitde, kalbden duâ edebilirsin. Ağızdan değil ha! Yanlış anlama. Ve duâ müstecâb olur ha! Çünkü mülâkatdır, vuslatdır namaz, mi'râcdır, vuslatdır, mülâkatdır, duâ kabûl olur. Lisânen değil, kalble, nidâ-yı hafî ile, kalble isteyeceksin Allah'dan arzunu, isteğini. Nasıl Peygamber Mi'râc'da istedi ümmetini, bizleri istedi Rabbü'l-âlemîn'den, istedi Cenâb-ı Hakk'dan bizi.
Hattâ ümmetinden bir ferdin cehenneme girmesine Peygamber taraftar değil. Allah da taraftar değil, Rabbü'l-âlemîn. Rabbü'l-âlemîn de merhametlilerin merhametlisi ve Cenâb-ı Hakk'ın rahmet sıfatının tecelliyâtı, "وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ * اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ * وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ve lekad ketebnâ fi'z-zebûri min ba'di'z-zikri enne'l-arda yerisühâ 'ıbadiye's-sâlihûn. inne fî hâzâ le belâgun li kavmin âbidîn. Vemâ erselnâke illâ rahmeten-lil-âlemîn".
İki günden beri ben yemek yemiyor, haberin var mı? Ne iftarda ne sahurda. Suyla duruyoruz. Çok rahatsızım ben, bakma dolaşdığıma böyle. Allah gayret verdi, dolaşıyoruz. Çok rahatsızım. Dün akşam da şifâ niyetine, hastalığım iyi olsun diye, terâvihde mihrâba geçdim. Neyse öyle bir rahat oruç tutdum bugün. Hiç yemediğim hâlde, ne iftarda yedik ne sahurda yedik. Bugün bazen kelimeleri, âyetleri filan çiğniyorum, takılıyor ağzıma, dilime. Rahatsızladım öyle birdenbire. Nazar değdi galiba.
Nazar değer adama. Nazar deveyi kazana, insanı mezara düşürür. Nazar. Göz yok mu göz. Ama iyi göz de vardır. Biz yalnız gözün kötü tarafını biliriz, bazı velîler vardır ki onların nazarına insan uğramalıdır. Onların nazarına gidip oturmalı.
Gidiyormuş da Cüneyd-i Bağdâdî, seyyidü't-tâife, giderken, bir adamı asmışlar, şehrin ortasında böyle, ibret olsun diye.
O vakit meydanda asıyorlarmış, halk görsün de ibret alsınlar diye. Şimdi hapishânede asıyorlar kimse görmüyor, ibret aldığımız da yok zâten, dırıltıya gidiyor o. İbret almak lâzımdır. Bu gözleri Allah görmek için vermiş bir de ibret almak için vermişdir, gözleri.
Biz gelelim dersimize. Asmışlar o adamı, Hazret-i Velî gelmiş oraya.
Bakmak doğru değildir. Asılmışa, çirkin şeylere bakmak doğru değildir.
Bazen güzel şey görürsün o da çirkindir. Adamın gözüne batar sonra. Güzel bir kadın geçiyor, bakarsın, göz zinâsı yaparsın, Allah muhâfaza etsin.
Gıybet etmek zinâdan daha berbatdır. Ekseri bizim câminin cemâati gıybetle meşgûl oluyorlar, mâşallah! Bizim orada bir kahve vardı, hepsi sofu, kağıt oynamıyorlar, adam çekişdiriyorlar. Ulan kağıt oyna, daha hayırlı, domino oyna daha güzel, daha hayırlı, daha hayırlı. Günah değil mi? Günah ama adam çekişdirmekden daha hafîfdir o. Bak, "el-gıybetü eşeddü mine'z-zinâ",Resûl-i Ekrem öyle buyurmuş, sallallahu aleyhi vesellem, demiş ki, "Gıybet zinâdan eşeddir" demiş.
Gözler zinâ etdiği gibi kulaklar da zinâ eder. El de zinâ eder. Yaaa! Neden? Çünkü birisi zinâ şeyi anlatdığında kulağınla ondan hoşlanıyorsan, kulakla zinâ etdin demekdir.
Gözünle bakarsın, güzel şey görürsün, o vakit "bakma, çirkin o" diyor, aklın ermez senin! Güzel bir kadın geçiyor oradan mâşallah, böyle bakarsın o tarafa doğru, orucun sevâbı gider gürültüye. Onun için gözüne kapak vermiş Allah, o açıyorsa sen gözünü kapa. Kapağın olmazsa o vakit dersin ki, "Efendi, gözümün kapağı yok benim, onun için görüyorum" dersin. Geçiyoruz.
Âfâtü'l-ayn diyorlar ona, göz âfâtı diyorlar. Asılmışa bakmak, birisi parçalanmış, gidip bakıyorsun, bakma sakın öyle şeylere. Yan çevir başını yürü.
O veliyyullah oradan geçerken, o adamı asmışlar oraya, karşı karşıya gelmişler. Şöyle bir bakmış Hazret-i Velî, merhamet nazarıyla bakmışlar. Çünkü velîler tam bir şefkat olur, merhamet olur. Resûl-i Ekrem'in ahlâkıyla ahlâklandığı için, tam bir şefkat ve merhamet. Halkı cehennem ateşinden kurtarmak için kendilerini fedâ ederler. Hattâ Seyyidina Ebâbekir es-Sıddîk radıyallahu anh Hazretleri, duâsını böyle yapıyor, "Yâ Rabbi, beni cehenneme at, benimle cehennemi doldur, orada Ümmet-i Muhammed'den başka kimseye yanacak yer kalmasın" diyor. Evliyâlar böyledir, yani velîler. Öyle bedava sarıkla velîlik olmaz, sakalla, şalvarla velîlik olmaz. Kıyâfetle değil. Kıyâfetli de olur. Sakal bırakmak vâcib hükmündedir, ahlâkı kemâle ermiş kimseler için. Çünkü Resûl-i Ekrem demiş ki, sakal meselesinde, bak nereden nereye geçiyoruz, elçiler gelmişler, İran elçileri, dedi onlara, "Siz niye böyle sakallarınızı kesdiniz, bıyıklarınızı bırakdınız". Dedi ki o elçiler, "Bizim rabbimiz bize böyle emretdi". Yani Kisrâ için. Resûl-i Ekrem buyurdu ki, "Benim de Rabbim bana böyle emretdi" dedi. Sakal enbiyâda farzdır, Ümmet-i Muhammed'e sünnet-i müekkededir, tekidli sünnetdir ama sakalın sâhibi olmalı adam. Benim gibi ağzı bozuk olursa filan böyle, olmaz. Kemâle ermeli insan.
Neyse biz geçelim dersimize.
Velî oldu mu bir adam, tam bir merhametdir, şefkatdir. Resûl-i Ekrem'in rahmet sıfatına bürünmüşdür. Hep kâmildir mükemmeldir. Dün akşam anlatdım ya, gene söyleyelim bu akşam.
Tekkesinin yan tarafına oturmuşlar, Hazret-i Marûf-i Kerhî'nin, orada içiyorlar, ud çalıyorlar, def vuruyorlar filan, göbek atıyorlarmış. Oh oh aşağıdan salla, çalkala derken, dervîşin birisi gelmiş, "Efendi Hazretleri, haberin var mı, şuraya bizim tekkenin yan tarafına gelmişler, herifler burada fısk u fücur yapıyorlar" demiş. Altdan kıvır, üstden koy, çalkala yana derken. "Nerede?". Haydi dışarıya. "Efendi, bir bedduâ et". "Edelim" demiş. "Yâ Rabbi bunları dünyada şen etdiğin gibi âhiretde de şen et" demiş, "bunlar âhiretde de şen olsun" demiş. Hemen duâ Hazret-i Velî'nin ağzından biter bitmez, hepsi şarap şişelerini kırmışlar, udları kırmışlar, hepsi tövbekâr olmuş. Yaaa!
Şimdi, velîler dâimâ böyle tam bir rahmet olur, merhamet olur, şefkat olur. Şefkatli, herkese, herkese! Domuzun suyu yokmuş, komşusu gavurmuş, kâfirmiş, hıristiyanmış neyse, domuzu varmış herifin, gitmişler, hayvan susuz kalmış, bu velî gider domuza su koya önüne. Domuzsa ne yapalım.
Domuzla insanın arasındaki fark nedir? Haydi bakalım bil. Allah domuz denilen hayvana domuz elbisesi giydirmiş, sana da insan elbisesi giydirmiş, senin rûhuna, ona da domuz elbisesi. Onun elinde değil ki o. Allah etini yeme demiş ama merhamet edeceksin. Mü'min şefkatli ve merhametli olur yani.
Böyle Hazret bir bakmış, görmüş. Hemen o gece o zâtı görmüşler rüyâda, manâda. gene iş rüyâya geldi. Yûsuf Peygamber meselesi var ortada çünkü, ondan oluyor bu iş. Rüyâda görmüşler, şehrin ileri gelenleri. Vâlisi mâlisi değil, ondan bahsetmiyorum. Maneviyyatda yücelmiş zevât, manevî vâliler filan. Öyle adamlar vardır. Sen onu bilmezsin, bakarsın adam çöpçüdür. Senin nazarında çöpçü ama Allah'ın vâlilerinden bir vâlidir, rütbeli bir generaldir. Belli olmaz, hiç belli olmaz! Eh, rütbelilerden de evliyâ vardır, öyle olması kabahat değildir. Neyse efendime söyleyeyim, görmüşler, cennetde bu adam. Demişler, "Yâhu sen kötü bir adamdın, îdâma mahkûm oldun, herkesin karşısında seni asdılar, herkese ibret olsun diye. Senin ne işin var cennetde?" demişler. "Öyleydi ama" diyor, "bir veliyyullah geldi" diyor, "bir veliyyullah geldi" diyor, "bana rahmet nazarıyla nazar etdi, Allah beni cennetine koydu". Gördün mü bak işi.
Haydi bu kadar kâfî. Sizin de kafanızı şişirdim. Lillahi'l-Fâtiha!
www.muzafferozak.com