23 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Arap deyince, siyahîler Arap değildir, onlar zencîdirler. Arap, senin benim gibi beyaz olur. Biz kara kediyi Arap diye çağırırız, doğru değil. Geçen gün Arab'ın biri kızmış bana geldi sordu, dedi, "Türkler niye öyle yapıyorlar, köpeği Arap diye çağırıyorlar, kediyi Arap diye çağırıyorlar" dedi. Dedim ki, "Siyah olduğu için Arap diye çağırıyorlar. Çünkü Türkler Arabın beyaz olduğunu bile bilmezler" dedi. "Yani ekserisi zencîleri Arap zannederler" dedim. "Onun için kusura bakmayın filan" dedim. "Ama bir de şunu söylüyorlar" dedi, "pis Arap diyorlar" dedi. "Nereye gidersek, pis Arap diyorlar bize" dedi. "Sen nerelisin?" dedim. "Iraklıyım". "Türkler size pis Arap diye söylemezler, kâfir Araplara söylerler" dedim. Kâfir Araplar var, hıristiyan Araplar var, onlara söylüyorlardır pis diye. Hiç müslüman pis olur mu!
O adamcağıza pis Arap demişler bizim Türkler. Öyle kendini bilmeyenler var tabiî. Bir defa sevdiğimiz Arabî. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Allah'ın sevgilisi, Arap değil mi? Onun milletine dokunacak söz söylememeli insan, terbiyesini takınmalı. Hattâ bazı noksanları dahi olsa, görmeyeceksin, sevdiğin için. Yaaa! Bak görüyor musun, aşk öyledir, muhabbet öyledir. Noksânını görmez. Ağzı leş gibi kokar onun, sevdiği için ağzının kokusunu duymaz seven. Sevmezse duyar. Onun için Resûl-i Ekrem'i sevenler O'nun kavmine söz söylememeli böyle, kötü sözler söylememeli. Resûl-i Ekrem'i kırar sonra. Cenâb-ı Paygamber kırıldı mı, o adamın işi harâbdır. Tâ yerden semâya kadar ibâdeti olsa, Resûl-i Ekrem'i kırdı mı, makbûl değildir onun ibâdeti. Aman Resûl-i Ekrem kırılmasın, sallallahu aleyhi vesellem. Onun için meselâ, Ayşe Kadın Fasulyesi olur mu! Peygamber'in nâmûsu, Ümmü'l-Mü'minîn Hazret-i Âişe, fasulyeye konur mu ismi Ayşe Kadın diye. O'na isnâden koymamışlar onu ama edeb bakımından gene söylememeli. Edeb lâzım Dîn-i İslâm'da. Edeb ve âdâb dînidir İslâm Dîni. Ağzından çıkanı kulağın işitecek.
Öyle söyledi, Cuma'dan sonra benim hutbe okuduğum câmi var şurada, o câmide. Adamcağız derdlenmiş, hep onun yaralarını tamîr etdim ben. "Benim sevdiğim Arabîdir" dedim. Kimdir o? "Resûl-i Ekrem'i severim" dedim. Allah sevmiş O'nu, ben niye sevmeyeyim. Allah'ın sevgilisi. Habîb-i Ekrem. Habîbullah. Bütün, cümle enbiyânın seyyidi, efendisi. O'nun hürmetine kâinât yaradılmış. "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk". Bu hadîs için mevzû filan diyorlar, manâ bakımından mevzû filan değildir o. "vemâ erselnâke illâ rahmeten-lil-'âlemîn" diyor Kur`ân'da Allah görmüyor musun? Peygamber hakkında ne kadar âyet var Kur`ân-ı Kerîm'de. Hem de mühim âyetler. "innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâiûnallah, habîbim, sana kim biât etdiyse, bana bîat etdi, yani senin elini kim tutduysa Allah'ın elini tutmuş gibidir diyor Allahu Teâlâ. Yedullahe fevka eydîhim. Sizin eliniz üzerinde Hakk'ın eli vardır. Allah'ın eli böyle bizim elimiz gibi değildir. Öyle bir şey gözünün önüne getirme. Sonra, ve men yutiır-resûl, kim ki Resûl'e itâat etdi, fekad etâ'allah, Allah'a itâat etdi. Yani Allah'în habîbi Muhammed'e itâat eden Allah'a itâat etmiş olur. Kim Resûl-i Ekrem'e ihânet ederse, Allah'a ihânet etmiş olur. Yaaa! Gene Cenâb-ı Hakk, kul in küntüm tuhibbûnallahe, fettebiûnî yuhbibkümüllahü ve yağfirleküm zünûbeküm, vallahu gafurur-rahim". Diyor ki, "Söyle habîbim, kullarıma, eğer beni seviyorlarsa, sana tâbi olsunlar, ben de onları seveyim, onların günahlarını mağfiret edeyim".
Bir adam Cenâb-ı Peygamber'i salavât vermeden ismiyle çağırsa, bütün yapdığı hayır hasenât ibtâl olunur. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin ismini okurken, bazı hâfızlar bağırıyorlar ya bazen, "Yaaa Muhammeeeed!" diye, sallallahu aleyhi vesellem. Kimi çağırıyorsun! Hep sıfatıyla söyleyecek. Allah Kur`ân'da hiç böyle hitâb etmemişdir Peygamber'e, "Yâ Muhammed" yokdur Kur`ân-ı Kerîm'de. Açın bakın. Dört yerde vardır, sıfatıyla beraber :
"وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ vemâ Muhammedün illâ resûl".
"مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ mâ kâne muhammedün ebâ ehadin min ricâliküm velâkin resûlallahi ve hâteme'n-nebiyyîn"
"هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ * مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ hüvellezî ersele resûlehû bi'l-hüdâ ve dîni'l-hakki li yuzhirehû a'le'd-dîni küllih, ve kefâ billâhi şehîdâ, muhammedü'r-resûlullah".
Bir de Sûre-i Muhammed'de vardır, o da gene sıfatıyla Cenâb-ı Peygamber'in. Allah, Resûl-i Ekrem'e hiç "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir, sallallahu aleyhi vesellem.
O tefsîrlerde filan gördüklerimiz de, irfansız adamların yazdıkları sözler onlar. "Yâ Muhammed bunu söyle". Yok öyle şey! Tazîm ediyor Allah Kur`ân'da. "Ta'zîmen li nebiyyihî ve tekrîmen li fehâmeti şâni safiyyihî fe kâle 'azze ve celle min kâilin muhbiran ve âmirâ. İnnallahe ve melâiketehû yusallûne 'ale'n-nebiyy yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ" Bitdi! Yaaa! Cenâb-ı Hakk tazîm ediyor Peygamberine de melekleriyle beraber Allahlığıyla Cenâb-ı Peygamber'e salât okuyor Allahu Teâlâ.
Hazret-i Muhammed'i bu millet anlamadığı için böyle oldu, sallallahu aleyhi vesellem. Esmâ-yı Nebî'yi bir adam okudu mu hemen salavât ermelidir. "Düşünemezsiniz, amelleriniz habt olunur" diyor âyet-i kerîmede. Terbiye! Terbiye!
Terbiye! Terbiye! "Mekke'den Medîne'ye kaçdı". Kim kaçıyor? Hazret-i Peygamber? Tüh! Öküz! Öküzden daha alçak herif! Peygamber kimseden korkmaz! Allah söylüyor, ben söylemiyorum ki. Kur`ân'da söylüyor. "الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللَّهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَدًا إِلَّا اللَّهَ ellezîne yübelligûne risâlâtillâhi ve yahşevnehû velâ yahşevne ehaden illallah, dînimi teblîğ eden o zât-ı ekrem, hiç bir şeyden korkmaz, ancak benden korkar" diyor Cenâb-ı Hakk, o kadar.
Peygamber'in her yapdığı iş, vahiyledir. Allah dedi ki, "Haydi Medîne'ye göçeceksin", Medîne'ye hicret etdiler. "Ebûbekir'i yanına alacaksın", gitdi Ebûbekir Sıddîk'ı yanına aldı. "Ali'yi yatağında bırakacaksın", Ali'yi yatağında bırakdı. Ali de itiraz etmedi ama. Erkek çünkü Hayder-i Kerrar. Her tarafda düşman bekliyor böyle, sûikasd yapacaklar Peygamber'e, "Benim yatağıma yatacaksın Yâ Ali, üstüne hırkamı ört", "Peki Yâ Resûlallah" dedi. Allah Mûsâ'ya diyor ki, "Yâ Mûsâ git Firavun'a, o tuğyân etdi" diyor, "Yâ Rabbi korkarım ben gitmeğe" diyor, "beni öldürür Firavun" diyor Hazret-i Mûsâ Peygamber. Bak, bak! İmâm-ı Ali demiyor ki, "Yâ Resûlallah beni öldürürler, bak bekliyorlar dışarda", "Peki" diyor. Evet, böyle yürüdü bu iş.
Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk da öyle. Ona gitdi, kapıyı çaldı, Ebûbekir Sıddîk'in kapısını, dedi, "Allah'ın selâmı var Yâ Ebâbekir, haydi seninle hicret yapacağız". "Yâ Resûlullah, benim malım var çoluklarım çocuklarım var, ben gidersem kâfirler malımı yağma ederler, ben o yollarda ne ederim, bilmediğim memleketde nasıl otururum filan", böyle bir şey yok. "Peki Yâ Resûlallah". Hemen çıkdılar yola.
Tâ gitdiler Sevr Dağındaki mağaraya girdiler, oraya saklandılar evvelâ. Bize yol gösteriyorlar. Allhu Teâlâ tayy-ı mekân yapar Peygamber'i götürürdü. Bize yol gösteriyorlar. Orada mağaraya girdiler, orada oturdular beraber. Hattâ Cenâb-ı Peygamber dedi, "Yâ Ebâbekir senin dizine yatayım mı?", "Yat Yâ Resûlallah" dedi, dizine yatırdı Cenâb-ı Peygamber'i. Fakat oradan yılan çıkmasın mı, deliğin içerisinden. Hemen Cenâb-ı Seyyidinâ Ebâbekir ayağını koydu yılanın deliğine, çıkmasın dışarı diye. O da onun ayağını sokdu. Acısından gözünden yaş damladı, Peygamber'in gözüne. Öyle uyandı. Söylemiyor. Resûlullah'ı rahatsız edeceğim diye, "Yâ Resûlallah, ayağımı yılan sokdu" demedi. Gözünü açdı, "Ne var, ne ağlıyorsun Yâ Ebâbekir?". "Yâ Resûlallah ayağımı yılan sokdu" dedi. Delikde yılan var, çıkmasın diye ayağımı koydum. Efendimiz, "Bismillah" dedi, yılanın sokduğu yeri eliyle sıvazladı, tamam o kadar.
Efendimiz, "Niçin yapdın, benim yâr-ı gârımın ayağını sokdun, utanmıyor musun! Bu küstahlığı niye yapdın" dedi yılana. Dedi "Yâ Resûlallah, ben Yemen diyârında işittim senin bu mağarada kalacağını, öyle vahy olundu, haber verildi, ilhâm olundu, bütün mahlûkâta, ilân edildi bütün. İşittim, sana âşıkım ben, kalkdım geldim uzak Yemen diyârından buraya, mübârek cemâlini göreceğim, geldi Ebûbekir de ayağını tıkadı bizim deliğe. Ben de onun ayağına biraz dokundum" dedi. Onun üzerine Efendimiz onu sıvazladı, onun sırtını, yılanın. Sıvazladı. Ona misk yılanı derler şimdi, geçdiği yer misk gibi kokar onun. Köylüler bilirler, bostancılar filan. Yaaa.
Haydi size târihden bazı şeyler anlatayım. Bunu şimdiye kadar hiç işitmediniz. Ben kitapçı olmak münâsebetiyle her gün kitaplardan bir kelime öğrenirim.
Kristof Kolomb buraya geldi, pâdişâha mürâcaat etti. "Bir yeni dünyâ var, bana gemi verirseniz, asker verirseniz, o yeni dünyâyı keşf ederim ve size veririm" dedi. Pâdişâh dedi ki, "Ben tek başıma iş yapamam". Hani "Keserdi, biçerdi" diyorlar ya, yalandır öyle şeyler. Şeyhülislâm fetvâ vermeyince pâdişâh adam kesemez. Memleketde mahkeme var, kânûn var, öyle şey mi olur. Pâdişâh, "Dîvânda ulemâya, vezir-vüzerâya sorayım, bakalım onlar ne diyecekler, eğer kabûl ederlerse istediklerini verelim" dedi. Pâdişâh ulemâyı topladı ve onlara sordu, "Böyle bir yeni dünyâ varmış, bu adam da oraya gidecek, zabt edecek ve bize verecekmiş. Bizden yardım istiyor. Ne dersiniz?" dedi. Bizim ulemâ-yı benâm hazerâtı "Aman pâdişâhım, kıyâmet yaklaşdı, ne yapalım yeni dünyâyı, nerdeyse kıyâmet kopacak" dediler ve maalesef verilmedi. Kristof Kolomb buradan İspanya Kraliçesine gitti, "Senin dinini yayacağım, Sana bir dünyâ hediye edeceğim" dedi. Kadın verdi, o da gitti zabt etti.
O kitabı yazan zât-ı muhterem diyor ki, "Amerikalıların hıristiyan kalmasının sebebi, o devrin ulemâsıdır. Yarın yevm-i kıyâmetde Cenâb-ı Hakk onları mes'ûl edecek" diyor. Yaa, kitabı yazan zât işte böyle diyor.Efendi Hazretlerinin bahsettiği bu hâdise Sultan 2. Bayezid zamânında vukû bulmuşdur. Mevzubahis olan kitâb da Kethüdâzâde Menâkıbı'dır. Bu eser, 19. asrın en kıymetli âlimlerinden ve aynı zamanda büyük âriflerden Kethüdâzâde Ârif Efendi Hazretlerinin sohbetlerini ve menâkıbını ihtivâ etmekdedir.