HUTBE
Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm
قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى * وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى * بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا * وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى * إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى * صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى
Kad eflaha men tezekkâ. Ve zekere'sme rabbihî fe sallâ. Bel tü'sirûnel hayâte'd-dünyâ. Ve'l-âhiretü hayrun ve ebkâ. İnne hâzâ le fi's-suhufi'l-ûlâ. Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.
Sadakallahu'l-azîm.
Başlarında akıl, gözlerinde ibret olanlar için, zamanların ihtilâfâtı, gecenin gündüzün gelip gitmesi, mevsimlerin ve ayların tebeddülâtı, akıllı olan kişiler için, ibret sâhibi bulunanlar için, büyük âyât u beyyinâtdır. Bak, Ramazân'ın evvelid erken ortası, ortası derken âhiri ve son Cumasına yetişmiş bulunuyoruz ki hemen bir kuş gibi gelip geçdi. Ve bu yaşa geldik, yaşlarımız bu yaşa vâsıl oldu, gene ömürlerimiz, acısıyla, tatlısıyla meşakkatiyle, bir kuş gibi geldi geçdi. Demek ki düşünülecek olursa, hayat, seriyyü'l-zevâl, çok çabuk gelip geçici. Bundan murâdımız nedir? Ne demek isteriz? Bu âleme gelenler buradan göçer ve giderler. Bu âleme gelmenin manâsını anlamak istiyorsan, bu âleme niçin geldiğini bilmek istiyorsan, bilmiş ol ki, Allah'a kulluk için geldin, Allah'a abdiyyet için geldin, Allah'ı bilmek, Allah'ı birlemek, Allah'ı tevhîd etmek, Allah'a ibâdet etmek, Allah'ı tanımak için geldin. Sonra buradan gene öteki âleme, ebedî âleme gideceksin. İşte bu da yani hayâtımızın böyle serîan geçmesi bize bunun pek yakın bir zamanda başımıza geleceğini ve önümüzdeki büyük akabelere yolumuzun uğrayacağını bize göstermekde. Tabii aklı başında olanlar için, gözünde ibret olanlar için.
Çocuk doğar, sonra o hiç bir şeye muktedir değildir, kendisini bir sinek mağlûb edebilir. Bir karasinek, sivrisinek. Ondan dahi kendisini koruyamaz. Pekâlâ biz büyürüz de ordulara hükmederiz, reisicumhurlar oluruz, pâdişah oluruz da bir mikroba hükmedebilir miyiz? Edemeyiz. Orada da biz mağlûbuz. Geçiyoruz. Sonra büyür genç olur. Sonra delikanlı olur. Sonra dinç olur. Sonra tekrar yaşlanır, ihtiyarlar. Ve sonra gene bu âlemden gider. İşte bu arada ne eksersen tarlana âhiretde onu biçeceksin. Onu söylemek istiyoruz yani. Bazı ahmaklar, hiç bir ibâdet yapmadan, Allah'dan bir şeyler bekliyorlar. Düşünmek lâzımdır ki insanı helâya bile bedava sokmuyorlar. Şeytan evi olan hamamlara bile insan bedava gidemez. Çocuğun çalışması sana hiç bir korku ve ibret vermedi mi? Bakıyorsun çocuğun çalışıyor ve çocuğa soruyorsun, "Evlâdım yatsana, uykusuz kaldın" filan, "Aman imtihan var baba, yarın imtihanımız var, mutlakâ çalışmam lâzım benim, hocama karşı mahcûb olmayayım" diyor. Hiç sana bu sözün hiç bir tesiri olmadı mı?
Yarın imtihan var bizler için de. Bu ömür tarlasına ekdiğin amellerini biçeceksin, onlar için imtihan var. İşitdiğinle ne amel etdin? İşitdiğinle ne amel etdin? Hocaları dinliyorsun, güzel ama işitdiğinle ne amel etdin, ne yapdın yani? Yapmakla da iş bitmez, ihlâs ile yapabildin mi? Gösterişsiz, riyâsız, sümasız, tefâhürsüz, ne yapdın işitdiğinle? Ömrünü nerede geçirdin? Gençliğini nerede yıpratdın? Parayı nereden kazandın, nereye sarfeyledin? İşitdiğin ilimle ne amel etdin, ne yapdın? Bunlar, her bir ferde birer birer sorulacakdır. Bir bardak içmiş olduğun soğuk suyun dahi hesâbı sorulacakdır. Allah buna kâdirdir.
Görmüyor musun, sana ibret olmadı mı, bu kadar mahlûkât-ı ilâhiyye var, gördüğümüz ve görmediğimiz. Hele vücûdundaki mahlûkât-ı ilâhiyye bu kâinâtdaki mahlûkâtdan daha belki ziyâde. Çünkü senin vücûdun âyet-i kübrâ. Büyük âlem yani. Kâinât-ı kübrâ, vücûdun. Bu âlem zâhirde büyük görünüyor, hakîkatde senin yanında küçükdür ve senin için yapılmışdır. Cennet, cehennem, kitâb, mîzân, arş, kürsü, kıyâmet, kürre-i ardın altımıza döşenmesi, semânın ref edilmesi, yıldızların bize olan fâideleri, güneşlerin, ayların fâideleri, kışların, yazların, yağmurların, hattâ hattâ senin kursağına inen bir lokma ekmeğin üç yüz altmış beş dereceden geçiyor, bunlar hep senin için yapılmış, sana hazırlanmış. Cennetin nimetleri senin için hazırlanmış. Îmân eden, a'mâl-i sâliha icrâ eden, cennete nâil olacak. Çünkü dünyâ âhiretin tarlası. Hûriler, gılmanlar, vildanlar, onu beklemekde. Köşkler onun için süslenmiş ve hazırlanmış. Kötülük yapanlar da bilmiş olsunlar ki, "إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلَاسِلَا وَأَغْلَالًا وَسَعِيرًا innâ a'tednâ lil kâfirîne selâsile ve ağlâlen ve sağîrâ". "Biz kâfirlere, âsîlere, sözümüzü dinlemeyenlere, ekmeğimizi yiyip bize karşı küfrân-ı nimet edenlere, kürre-i ard üzerinde çok gülüp de altında çok ağlayacak olanlara..."
Ne cehennem, ne azâb, ne âhiret, düşünmek yok, iki deliğe hizmet yalnız, birisi yüznumara, birisi mutfağa, yani bir ağız, bir aşağısı, bir de şehvâniyyetine. Kürre-i ardın üzerinde onlar çok gülüyorlar ama yakın zamanda elleri urgansız, zincirsiz bağlanacak, kürrenin içinde çok ağlayacaklar. Faydası olmayacak ama. Onun için şimdi bak Cenâb-ı Allah buyuruyor. Bu cennetler senin için hazırlanmış, nâr da senin için hazırlanmış. İki yol gösterilmiş sana. Birisi Allah'a giden yol, İslâm yolu, îmân yolu, aşk yolu, insanlık yolu, muhabbet yolu. Biri de hayvanlık yolu. Nefsinin uşağı, şehvetinin eşeği, nefsine kul olmuş, Allah'ı dinlememiş, ısyân etmiş, Hakk yolunda bulunmamış, niçin halk olunduğunu aramamış, soruşdurmamış. Nereden geliyor, nereye gidiyor, niçin geliyor, niçin gidiyor, bunları düşünmemiş hiç. Yemiş, içmiş, yatmış, bir hayvan gibi. Bunlar için hayvanlardan daha kötü bir derekeyi Allah göstermekde, bunlar hakkında. Yarın kıyâmet gününde hayvanlar, toprak olacaklar. Hesâb kitâb bitecek...
Efendiler! Hayvanlara da hesâb vardır, hayvânâta. Mükellef olmadıkları hâlde hayvânâta hesâb vardır. Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri boynuzsuz koyunun hakkını boynuzlu koyundan alacakdır. Döğüşdüğü vakitde iki koç, biri boynuzlu biri boynuzsuz, boynuzlu koyun, boynuzsuzun canını daha fazla acıtmışdır, bunun dahi hesâbı sorulacakdır. Vallâhi böyle olacakdır, billâhi böyle olacakdır. Allah şâhiddir. Yâ Rabbi şâhid ol. Onun için kendinizi çekin ve çevirin. Kendimizi çekelim ve çevirelim. Bırakın bu kafaları. Bu kafalar kafa değil. Allah'ı düşünmeyen, Allah'ın azâbını düşünmeyen, Allah'ın nârını tefekkür etmeyen, Allah'ın celâline inanmayan, bunlar kafa değil bunlar. Bunlar iş değil bunlar. Niçin halk olunduğunu bil. Bir katre menîden halk olundun. Ana rahmine bir katre menî olarak düşdün. Çok çirkindin. Babanın eline bulaşsaydın, elini yıkayacakdı, sen atacakdı pisliğe yani. Sonra orada hayız kanıyla yuğuruldun. Unutdun mu bunları? Ana rahmine düşdün, orada hayız kanıyla yuğuruldun. Menîydin, su parçasıydın, iğrenç bir su parçasıydın, hayız kanıyla yuğuruldun. Allah seni şekl-i insâna koydu. Sonra kürre-i arda çıkardı. Şimdi Allah'a karşı hasım mı oldun yani? "Öldükden sonra dirilecek miyiz?". "Bizi kim diriltecek toprak oldukdan sonra?". Böyle mi konuşuyorsun yani? Seni bir katre menîden modelsiz, plansız yağan Allah, halk eden Allah, seni öldürüp diriltmeye elbette kâdirdir. Düşün bunları! Hesâba çekecek Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri.
Bak, Ramazân geldi, geçdi. Birçokları ömürlerini hebâya verdiler, hevâya verdiler. Biz de bilemedik kadrini Ramazân'ın, şerefini bilemedik. Bilseydik eğer, bilseydik, hiç bir ânımızı Allah'ı zikirsiz geçirmeyecekdik, gönüllerimiz dâimâ Allah'la olacakdı, lisânımız Allah'ın esmâsını, o güzel isimlerini zikredecekdi. Her kim Allah'ın esmâsını zikreyler, o kimse cennete dâhil olur, cehennemden âzâd olur. Unutma! Allah'ın isimlerini ezberle. Ezberleyemezsen evrâd al, oku isimlerini Cenâb-ı Hakk'ın. Doksan dokuz esmâsı var Allah'ın. Ve duâda da bununla Allah'dan iste. Bu esmâları oku, sonra duâ et Cenâb-ı Hakk'a. bu esmâları okuyup duâ edenin duâsı reddolunmaz. Hele oruçlu mü'minin ağzı, oruçlu mü'minin ağzının duâsı! Katiyyen reddolunmaz.
Duâlar müstecâb oldu, oruç tutanlara müjde olsun. Tebrîk ederim onları. Cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhîye müstağrak oldular, vuslat-ı ilâhîye kavuşdular. Yakında göreceksin tutduğun orucun mükâfâtını. Ne olduğunu o vakit anlayacaksın, "Eyvaaah!" diyeceksin o vakit, "Keşke bütün ömrüm Ramazân'la geçseydi, her gün oruç tutsaydım Cenâb-ı Hakk'a" diyeceksin. Ama iş işden geçmişdir.
Yazık! Tutmayanlara yazıklar olsun! Nefislerine kul oldular. Bak, bak, dinle şimdi. Diyor ki Enes ibn Mâlik Hazretleri...
Bugün biraz fazla konuşalım, rızkınızı Allah verecek. Başka câmi gibi değil, bizi sevenler, bizi dinlemek isteyenler geliyorlar. Belki terliyorsun ama ben de terliyorum. Allah için terleyen yevm-i kıyâmetde terlemez, arşın gölgesinde gölgelenir. Allah için terle! Çok gece düğün için, drnek için uykuyu terk etdin, birkaç akşam da Allah için uykuyu terk eyle. Bulunsun defter-i a'mâlinde. Nefsine uyarak çok geceler terk eyledin uykuyu, nefsine uyarak, nefsinin kulu kölesi olarak, birkaç akşam da Allah için uykunu terk eyle. Uyumayıver, ne olmuş yani, ne oldu? Hep böyle günler güzel geçmez, harbler var, darbler var, günlerce aç kalabiliriz, uykusuz kalabiliriz, düşman bekleyeceğiz. Düşman ensende dolaşıyor, haberin yok hiç. Geçiyoruz.
Enes ibn Mâlik Hazretleri, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanında büyümüş olan bir zât. Anlatmadan duramıyorum ki, içim elvermiyor yani, söylemeden geçemeyeceğim. Resûlullah Efendimiz, Resûl-i Ekrem Efendimiz...
Resûlullah'ın ismi anıldığı vakitde, salât ü selâm vereceksin. Kurtuluşun bundadır, necâtın bundadır, cennet bundadır, cemâl bundadır, rızâ bundadır. Allah Resûlünü biz ne vakit darıltdık, bu hâle geldik. Ümmet-i Muhammed'den bahsediyorum. Darıltdık Allah Resûlünü. Ashâbıyla uğraşdık, ezvâcıyla uğraşdık, ensârıyla uğraşdık, evliyâsıyla uğraşdık, ulemâsıyla uğraşdık, uğraşdık velhâsıl. Dünyâda saâdet isteyen, Hazret-i Muhammed'i sevsin, sallallahu aleyhi vesellem. Âhiretde saâdet isteyen, gene Resûlullah'ı sevsin. O'nu sevmek, O'na salât okumak, cennetin yollarına dâhil olmakdır, Allah'la vuslatdır, Peygamber'le sevişmekdir. Onun için Resûlullah Efendimizin ismini işitdiğiniz vakitde, hemen salât ü selâm okuyacaksınız. Ulemâ efendilerimiz, ahkâm vermişler bu husûslarda ama sen âşık-ı billah ol. her Resûlullah'ın ismini işitdiğinde, Peygamber'in âline, ezvâcına, ehl-i beytine, ashâbına, ensârına, salât et. "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî ve sellim".
Efendimiz, düşmanların ezâ ve cefâsıyla Mekke-i Mükerreme'de yoğurulurken, mücâdele ederken, Allah Celle Hazretleri Resûlullah'a selâm edip, "Habîbim Muhammed, Mekke'yi terk eyle, yanına Sıddîk-i Ekber'i al, Ebâbekir Sıddık'ı, Medîne'ye hicret et" dedi. Senin târihde okuduğun gibi değil. "Muhammed, korkdu Mekke'den kaçdı". Peygamber kimseden korkmaz. Dünyânın encesur insânı Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Bunu tasdîk eden de Allah'dır, Kur`ân-ı Kerîminde. "اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ ellezîne yübelligûne risâlâtillahi ve yahşevnehû velâ yahşevne ehaden illallah". Sen bırak Resûlullah Efendimizin korkusunu, O'nun has olan ümmeti de Allah'dan başka kimseden korkmaz. Has ümmetleri. Neler var anlatacağım ama vaktimiz dar, geçiyoruz. Hicret etdiler Medîne-i Münevvere'ye. Medîneliler Cenâb-ı Peygamber'e hediyeler getirdiler.
İyi dinle! Sâdâtdan, Peygamber sülâlesinden olanlar, şerîfler ve seyyidler, bunlar sadaka alamazlar, haramdır bunlara, zekât alamazlar. Hediye alırlar. Resûlullah da zekât alamaz, haram Peygamber'e. Sadaka alamaz. Âl-i Muhammed de böyle. Onun için bir adamın kanında seyyidlik varsa eğer ona zekât verirlerse o alamaz zekâtı. Hediye alabilir ancak. Onun için söylüyorum bunu. Bazısı bilmiyor. Geçen gün bir zât geldi bana, "Ben seyyidim, bana zekât ver" dedi. Dedim, "Sana hediye verelim biz, zekât olmaz" dedim. Çünkü zekât düşüklükdür yani, fakîr ahvâlidir. Onun için söyledim bu sözü yani.
Efendimiz geldi, Medîne halkı Cenâb-ı Peygamber'e akın akın geliyorlar, hediye getiriyorlar. Ama herkesin elinden geldiği kadar.
Bu hediye, muhabbet meselesidir. Hattâ Resûlullah Efendimiz "tehâdev...Sıkılıyor musunuz? (Cemaat hep bir ağızdan Allah râzı olsun diyorlar), "tehâdev tehâbbû, hediyeleşiniz sevişesiniz" demiş Cenâb-ı Peygamber. Muhabbeti artırır. Bir yeşil yaprak götür hiç olmazsa. Gitdiğin yere bir yeşil yaprak götür hiç olmazsa. Âdet bunlar. Allah'ın sevdikleri.
Şimdi, ensâr, Resûlullah'a hediyeler getiriyorlar. Hattâ Selmân-ı Fârisî bile öyle söylüyor, "Ben hurma ağacı üzerindeydim" diyor "Peygamber geldiği vakitde", hurma doldurmuş götürmüş o da. Demiş ki, "Sadaka" demiş, Cenâb-ı Peygamber'i deniyor. "Biz almayız sadaka" demiş. "Zekât?". "Onu da kabûl etmeyiz". "Hediye?". "Onu alırız" demiş. "O vakit anladım peygamber olduğunu" diyor Selmân-ı Fârisî. Geçiyoruz. Herkes böyle hediye getiriyor, bir hanım geldi, bir hanım, bir hanım. Bunu söylemeden geçemeyeceğim, çünkü duramıyor içim. Hanım geldi, çocuğunu tutmuş elinle böyle, ufak bir yavruyu, geldi Huzûr-ı Saâdet'e, dedi "Yâ Resûlallah, ben garîbim ve fakîrim" dedi, "sana hediye edecek hiç bir şeyim yok. Bu benim ciğerimin parçası Enes, sana evlâdımı hediye ediyorum, sana hizmet etsin Yâ Resûlallah. Bu şerefi alsın". Efendimiz onu aldı. Şimdi bu hadîsi rivâyet eden bu Enes ibn Mâlik Hazretleri, onu söyleyeceğim.
Bir kaç şey daha söyleyeceğim, Ramazan'ın son hutbesi. Bir daha seneye belki beni bulamazsınız bunun üstünde yani. Edirnekapı'da oluruz filan yani. Ya sen gelirsin beni bulamazsın, yâhud ben buraya gelirim sen buraya gelemezsin. "Efendim, ben gencim daha". Oğlum, hiç gence, ihtiyara, paşaya, pâdişaha bakmaz ölüm. "وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ velev küntüm fî burûcin müşeyyede". Bir kerre el atarsa tuşa getirir adamı Melekü'l-mevt. Mutlakâ karşılaşacaksın. Hem de Azrâil aleyhisselâmı sev, salât oku kendisine, en son onunla mülâkat yapacaksın. Korkulu gelmesin sana. A'mâl-i sâliha icrâ et, a'mâl-i sâliha. Namaz kılmıyor musun? Eyvaaah! Ne kadar acı! Ne kadar çirkin! Hiç bir adam Hazret-i Muhammed'e ümmet olur da, Kur`ân ona nâzil olur da, o adam nasıl namaz kılmaz! Buna imkân var mı! Felah bulan namaz kılanlardır. Zenginsin zekât vermiyorsun. Vah vah! Yazık olmuş sana, çok yazık olmuş. Topladığın dağılacak, sevmediklerine kalacak. Elinle ver, bulacaksın. Felâha eren, zekâtını verendir. Felâha eren, necâta eren, cennete vâsıl olan, oruç tutandır. Bak dinle şimdi. Enes ibn Mâlik diyor ki, bu Hazret, "Birgün Cenâb-ı Peygamber, böyle Ramazân-ı Şerîf'in ya bidâyetinde, yâhud nihâyetinde, hutbeye çıkmışlardı. Her basamakda birer defa âmîn dediler. Âmîn, âmîn, âmîn. Üç basamakda üç âmîn çekerek çıkdı. Sümme celese, sonra oturdu. Yani çıkdıkdan sonra oturdu. Muaz ibn Cebel nâmındaki sahâbe, Peygamber'in arkadaşı yani, Allah ona rahmet etsin, Allah ondan râzı olsun, ayağa kalkdı, "Yâ Resûlallah, üç defa âmîn dediniz ama...
İyi dinle! Kulağını benden yana ver. Öyle buradan girip buradan çıkmasın. Evladlarım! Kardeşlerim! Allah'a koşun, Allah'a gelin. Ondan gayrısı hepsi yalan. Allah ve Resûlüne geliniz. Dîn-i İslâm'a gelin, aşka gelin, muhabbete gelin. Ondan gayrısı hepsi yalan. Mal da yalan, kasa da yalan, kese de yalan, rütbe de yalan, hepsi de yalan başdan aşağı. Zâil, gölge gibi, gölge gibi. "ve'l-bâkıyâtü's-sâlihât". Sâlihâta gelin, Allah'a gelin. Sakın hâ, Ramazân'dan sonra, Ramazân geçdi, takkeyi dolaba kilitleyeyim deme sakın hâ! Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet et. Gözünün nûrunu söndürürse kim senin gözüne kuvvet verecek? Bir tarafına nüzul isâbet ederse, o kudreti kim sana iâde edecek? Kulağın duymaz sağır olursan, o hassâsiyyeti sana kim verecek? Dilin tutulursa ne olacak? Aklın alınırsa ne olacak? Allah'dan kork! Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet eyle. Bir haber daha vereyim sana, günah işleyeceksen. Ateşe git, ateşe elini bas, ne kadar dayanıyorsan ateşe o kadar günah işle. Bir daha söylüyorum. Ateşe dayanacağın kadar günah işle. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet eyle. Sana iki tâne düstûr. Dünyâda kalacağın kadar dünyâya, âhiretde kalacağın kadar âhirete çalış. Dört kitâbın manâsı budur. İki yüz yirmi dört bin peygamber bunu talîm etmişdir, konuşduğum sözü.
O Muaz ibn Cebel Hazretleri kalkdı, dedi "Yâ Resûlallah, üç basamakda üç defa âmîn dediniz, bu âmînlerin manâsı nedir, ne demek istediniz yani bununla. Bundan bir şey anlayamadık biz". Buyurdu ki, "Bana Cebrâil aleyhisselâm geldi...
İyi dinle! kulağını benden yana ver! Birâder! Kardeşim! Evlâdım! Ağabeyim! Hemşehrim! Uyuma! Çok uyuyacaksın sonra. Hem rahatsız bir uyku uyursun sonra.
"Cebrâil bana geldi dedi ki, Yâ Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, bir kimse Ramazan'a yetişdi, fakat Ramazân'da kulluk vazîfelerini yapamadı ve kendisini Allah'a affettiremedi...
Ne diyor Peygamberimiz, bir kimse Ramazân-ı Şerîf'de Allah rızâsı için oruç tutar, Allah rızâsı için bu sevâbları işlerse, "gufire lehû mâ tekaddememin zenbih", geçmiş günahlarını Allah afftedi onun. Kasem ediyorum, Resûlulullah söylüyor. Ramazân'ın her saatinde altı yüz bin kişi, cehenneme girmesi vâcib olmuş altı yüz bin kişiyi Allah affediyor, her saat başında, Ramazân'da. Bu Kadir'e kadar böyle devam ediyor. Kadir geldiği vakitde, her saat başında Ramazân'ın bidâyetinden Kadir'e gelinceye kadar ne kadar insan affolduysa, her sat başında o kadar affolunuyor cehennemden. Bundan niye istifâde etmeyeceksin? Ramazân geldi geçdi, hâlâ uyuyorsun sen.
"Ramazân geldi geçdi, Allah rızâsını kazanamadı, Allah onu nâra koydu". Cebrâil haber veriyor.
Söyledim mi geçen hafta, söyledim. Vallâhi belâ geliyor başımıza. Korkdum. Ve benim sözüm çıkar. Benliğe lanet olsun, sözüm çıkar. Bir çok insanlar bilirler burada, beni dinleyenler, yirmi üç seneden beri. İstemem öyle şey olsun ama. Gitdik akşam üstü buradan, bir arkadaşın evine iftara götüreceklerdi, benim de başım ağrımışdı, dükkândan çıkdık, "Şöyle Ahırkapı'dan deniz kenarından beni şöyle bir dolaştır" dedim. Ev çünkü o tarafda. Arkadaş aldı beni götürdü, bakdım meyhâneler insanla dolu, müslümanlarla. Allah Allah fesübhânllah! Meyhânelerde insanlar gördüm. İftara on beş dakîka var. Karışmayız kimsenin içki içmesine, fışkısına filan ama. Eyvaaah! Şundan biliyoruz. Sakın benim kerâmetime hamletme. Allah diyor ki, "Beni tanıyanlar bana âsî olursa, onların başına beni tanımayanları musallat ederim" diyor Allah. Bir daha söyleyeyim. Anlayamadın gâlibâ oruçlu kafayla. "Beni tanıyanlar bana âsî olursa, onların başına beni tanımayanları musallat ederim" diyor Cenâb-ı Allah. Âdetullah böyle Ümmet-i Muhammed'e. Kavm-i Nûh'a gark geldi, su geldi. Kavm-i Nûh'a su geldi, suyla boğdu Allah. Kavm-i Şuayb'a Allah ateş yağdırdı. Lût kavminin başına taşlar yağdı semâdan. Yağmur yerine taş yağdı. Kayalar böyle. "وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ ve emtarnâ aleyhim mataran fenzur keyfe kâne âkıbetü'l-mücrimîn". Ümmet-i Muhammed'in başına Allahsızlar gelir sonra, kamçılı. Görüyorsun ya hani, Allah'a secde etmeyen sonra kula secde eder, sopayla. Allah'ı dinlemeyen, kulu dinler sonra, dayakla. Onun için hürriyetini bil elinde, islâm hürriyetini. Bu nimeti bil. Bir de gitdik bakdık, içkiler içiyorlar. On beş dakîka var iftar vaktine. Asıl bana daha büyük yara olan şey Araplardan, Suudî Arabistanlı yâhud Iraklı başlarında takkeler vardı çünkü onlar içiyorlardı. Ona çok üzüldüm çok. Haydi bizimkiler câhildir bilmezler filan. Onlar dâimâ Kur`ân dinliyorlar ve islâm diyârından gelmişler buraya. Maalesef. Bu kavme Allah hidâyet etmez ki. Olmaz be yâhu! Olmaz yâhu! Ermeni hayâ ediyor, müslümanın karşısında, kahve içmeye, sigara içmeye. Avrupalı geliyor bana, ziyârete geliyorlar, bazıları Hıristiyan benimle konuşmaya geliyorlar dînî mesâilden, cigara veriyorum kendilerine, "Siz oruçlusunuz" diyorlar, "biz karşınızda cigara içemeyiz" diyorlar. Kahve söylüyoruz, içmiyorlar. Yalvarıyorum bazen, "iç ben imrenmem" diyorum, gene içmiyorlar birâder. Bu hayâsızlık nedir! Böyle hayâsız kavmin üstüne mutlakâ belâ gelir. Taş yağar. Yağmur yerine taş yağar. Zelzeleyle helâk eder Allah. Zâlimi musallat kılar. En büyük belâ, evlâdını sana musallat eder, düşman eder. Evlâdını! Evlâdın seni terbiye der sonra. Büyüttüğün evlâdın. Geçiyoruz.
"Ramazân geldi geçdi, kendisini Allah'a affettiremedi. Allah bunu nâra koydu. Cebrâil bunu bana böyle haber verdi. Cebrâil dedi ki, "Allah onu nâra koydu, Allah onu oradan kurtarsın diye duâ etdi, ben de âmîn dedi" diyor Peygamberimiz.
İkincisi. "İkinci âmîninizin manâsı nedir Yâ Resûlallah?". "İkinci basamakda gene Cibrîl bana dedi ki, Yâ Resûlallah, senin ümmetinden bir kimse, ebeveynine yetişdi, anasına babasına yetişdi, onların hakkını hak edemedi, onlara eziyet cefâ etdi, bakmadı, onlara ihsânda bulunmadı, bakmadı, hakâret etdi, süründürdü, Allah onları nâra koydu. Allah onları oradan kurtarsın dedi. Ben gene âmîn dedim" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Ey Efendiler! Ana babalar! Anası babası olanlar! Olmayanlar! Söylemeden geçemeyeceğim. Biraz, beş dakîka uzatacağız, on dakîkay yâhud. Patronlar ses çıkarmasın, söylenmesin. Allah onun rızkını verecek size. Onun maddî manevî bereketini verecek. Anan baban sağ ise, hemen gönlünü alacaksın. Kâfirse kiliseye götürmezsin, kiliseden sırtına alır evine getirirsin anneni babanı. Daha acı bir şey konuşayım mı? Annen fâhişeyse kerhâneye götürmezsin, kerhâneden sırtına yüklenip evine getirirsin. Vurma dövme değil. Fâhişeyse yani. Allah muhâfaza buyursun. İkrâm edeceksin. Kâfir ayrı, cehenneme gider ayrı ama sen ikrâm edeceksin. Senin vazîfen, evladlık vazîfen. "Öldüler efendi. Câhildim işitmedim. Hoca görmedik, ders görmedik, mektebde dîn dersi okumadık, şurada yetişdik, burada yetişdik. Şimdi işitiyorum ama öldüler". Rûhları için hayır hasenât yap, gönder. Kur`ân oku, biliyorsan. Bilmiyorsan, hayvanlara karpuz kabuğu topla, yedir, ananın babanın rûhu için, su dağıtıver, su ver. Paran varsa yetîmleri giydiriver, annen baban için. "Hiç param yok, fakîrim züğürtüm". Dört rekat namaz kıl, sevâbını annenin babanın rûhuna bağışla. Her akşam, akşamla yatsı arasında. "Aman Efendi, sen ne söylüyorsun, ben beş vakti bile kıldığım yok, Cumadan Cumaya, Bayramdan Bayrama geliyorum" filan. Allah sonumuzu hayreyleye. Geçiyoruz.
Üçüncüsü. Diyor ki Resûlullah Efendimiz, "Cebrâil bana dedi ki, üçüncü basamakda, Yâ Resûlallah, senin ismini bir adam işitti, Muhammed ismini işitti, sallallahu aleyhi vesellem, Muhammed ismini işitti fakat senin ismini işittikden sonra sana salavât vermedi, ehemmiyyet vermedi, salavât vermedi. O adam nâra dâhil oldu. Cehenneme girdi yani. Allah onu oradan kurtarsın dedi, ben de âmîn dedim" diyor.
Şimdi, mü'minler! Ramazân geldi geçdi. İnşâallah cehâletimizin son Ramazân'ı olur, içimizde bir çok mü'min kardeşimiz Ramazân'dan sonra da Allah'a ibâdete devâm ederler, kötülüklerden kaçınırlar. Öyle ümîd ediyoruz. Böyle olursa bil ki Ramazân'ın kabûl oldu. Gitme, kötülüğe gitme, iyi değil. Sana daha komprime söyleyeyim. Zerre kadar bir yerde hayır var ona koş, hayır işine. Zerre kadar günah var, ondan kaçın. Sana böyle komprime olarak söylüyorum. Bunu herkes anlar, câhil de anlar bunu, âlimi de anlar. Zerre kadar hayır var, koş oraya, onu yapmaya çalış. Zerre kadar şer var, kötülük var, ondan kaçın.
Bayrama erişdik. Namazda farzın tehîrinden, vâcibin terk ve tehîrinden secde-i sehv lâzım gelir, öyle ikmâl olunur. Orucun noksanları fitreyle ikmâl olunur. Orucun noksanları fitreyle ikmâl olunur. Fitresi verilmeyen oruç, semâ ile ard arasında muallakda kalır. Bizim mezhebimiz Hanefî olduğu için, Hanefîlere göre nisâba mâlik olan fitreyi verir. İmâm-ı Şâfiî mezhebine göre, herkes fitre verir. Bizim milletimiz cömertdir, sahîdir, hemen hemen bütün fukarânın hepsi de fitresini verirler. Hattâ fitre alan bile fitre veriyor. Ne kadar güzel bir şey. Ne kadar sevdiğim bir şey benim, güzel bir şey.
Hattâ ben imâmdım aşağı câmide...Neyse artık kusûruma bakmayın benim, bugün zevklendim çünkü. Toprakda çalışıyor, harç çekiyor filan. O vaktin parasıyla fitre kırk kuruşdu, bana getirmiş kırk kuruş verdi, "Hocaefendi bu benim fitrem" dedi. Şimdi ben bu parayı almasam, onun acâibiine gidecek ve üzülecek o. Ben o parayı aldım, "Allah kabûl etsin" dedim. Gitdim üzerine yirmi kuruş daha ekledim, aaltmış kuruşa bir çorap aldım, bayram sabahı ona giydirdim fitresini. Şimdi bunu bir misâl olarak söylüyorum. O kadar fukarâ olduğu hâlde böyle, fitresini getirip veriyor. Fitreyi alan dahi fitre veriyor.
Fitrelerinizi veriniz. Ve bayram namazından evvel veriniz. Bak, Ramazân'ın fazîleti şuradan da belli ki, bir adam bayram namazından evvel vermiş olduğu fitrenin sevâbına ermek için, bayram namazından sonra fitreyle beraber bir köle âzâd ederse ancak o sevâba erer. Ramazân bu! Bir daha söyleyeyim, anlayamadınız, anlatamadım. Bayram namazından evvel vermiş olduğun fitre, bunun ecrine, sevâbına nâil olmak için, bayram namazından sonra verdiğin fitreyle bir de köle âzâd etmen lâzımdır. Acaba anlatabildik mi?
Bayram, çocuklaradır ve zenginleredir. Fukarâ için bayram günü azâb günüdür. Çocuk bilmez. Hele yetîm olarak büyüyenler. İçinizde vardır. Ben yetîm olarak büyüdüm. Yetîmler için, yoksullar için bayram bir musîbet günüdür. Onun için yetîmlere merhamet ve şefkat ellerini uzat, onların gözyaşlarını sil. "Yapmam". Bir daha seneye rûhun kabz olunur, senin de sevgili evlâdın yetîm kalır ortada. Çünkü senin üzerinde bir kuvvet var, sana bırakmamış işi yalnız. Çünkü Resûlullah'da yetîm. Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâmı memnûn etmek isteyen yetîmi memnûn etsin. Yetîm memnûn oldu mu Resûl senden memnûn olur, sallallahu aleyhi vesellem. Fukarâ için azâb günüdür, onun için zenginlerimiz ateşden kendilerini kurtarmak istiyorlarsa, yoksullara, yetîmlere elbise, ayakkabı, çorap versin ve zekâtlarına saysın, câizdir, olur. Geçiyoruz.
Bayram beşdir. Temiz elbise giymek bayram değildir. Bayram, günahdan arınmakdır. Ramazan'dan sonra bayram yapıyoruz, Ramazan'dan kurtulduğumuz için değil, günahlardan kurtulduk, tertemiz olduk, affa uğradık. Hattâ câmiye gelen cemaat için diyor ki Cenâb-ı Hakk meleklerine, "Emrimi tuttular, mescidlere geliyorlar, benden tuttukları ibâdetin ecrini bekliyorlar. Hepsini affetdim" diyor Hazret-i Allah, bayram sabahı. Sakın hâ, içkiye gidip de o gün, birçokları iple çekiyor filan, hemen o gün işi berbat edersin hâ! Sakın öyle bir şey yapayım deme! Bayram günü sadakât ile gününü geçir, yardımla geçir. Hısım akrabâna git. Kabristanlara git. Kabristanlarda otur Kur`ân oku ve ibret ile bak. Yakın zamanda sen de oraya gideceksin, onu düşün, hatırına getir, unutma sakın hâ! Ona ölüm var sana yok zannetme.
Bayram beş. Temiz elibise giymek değil, günahsız gün geçirmek. Allah'a kul olarak gününü geçirmen bayramdır. İbâdet ve tâatda bulunmak bayramdır. Defter-i a'mâline günah yazdırmamak bayramdır. Bir. İkincisi. Asıl mühim mesele bu. Îmânla göçersen, şehâdetle, îmânla, ismetle. Ölürken yani. Çok adam var namaz kıldı, alnı secdede delindi, ölürken îmânsız gitdi âhirete. Haberin var mı ondan? Oruç tuttu, böyle oldu. Haberin var mı? Ondan çok korkun! Allah Resûlünün sahabesi Said-i Hudrî Hazretleri buyuruyor ki, "Îmânsız ölmekden korkmayan bir kimse, îmânsız ölür" diyor. Dâimâ bu korku içinde olacak senin.Îmânla öldüğün gün, ismetle öldüğün gün, Şeytan'ın şerrinden kurtulduğun gün, nasıl anlatmadan geçeyim yâ Rabbi, o gün bayram yap diyor. Îmânla göçersen, işte ikinci bayramın senin bu. Çünkü Şeytan kâfir, o ölüm ânında dahi cenâzeye musallat, yani hâlet-i ihtizârda olana musallat, kabirde de musallat. Ancak mürşidleri olanlar, kabirde kurtulurlar. Mürşid oraya kadar takîb eder dervîşini. Oradan selâmetle gönderir, "Allah selâmet versin" der, kurtarır paçayı. Acaba anlatabildim mi? Ölürken gelir yan tarafına, baban şeklinde görünür, çok mühim, söylemeden geçemeyeceğim, söyleyeceğim, "Aman evlâdım, sakın hâ islâm olarak ölme. Biz müslüman olarak öldük cehenneme gitdik, hıristiyanlık hakmış" der. Şeytan musallat olur ölüm ânında. Şimdi o eğer hakkıyla îmân etdiyse, "Lâilâheillallah" dedi mi kaçar kâfir. Bu sefer annesi şeklinde görünür, ennesi şeklinde gelir, "Yahudi dîni hakmış, Yahudi olarak öl" der. Gene başını çevirir, "Lâilâheillallah" derse, o vakit, imdâda yetişir. Eğer mürşidi varsa, yanına sokulamaz. "لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ leyse leke aleyhim sultânun", musallat olamaz. Çok mühim. Bu îmân meselesi çok mühim. Anneciğim ölüm ânında bana öyle söyledi, dedi, "Şeytan bana geldi dedi ki, îmânını ver dedi. Ben sana îmânımı niye vereyim diye çıkışdım Şeytan'a" dedi. Annem söyledi bunu. Vallâhi böyle. "Bana dedi ki, seni koca kafalı seni dedi, başını salladı ve gitdi" dedi. Anneciğim bana böyle söyledi, ölüm ânında. Ölüm ânında söyledi yani. Geliyor musallat oluyor. Onun için bundan korkunuz müslümanlar. Kim ki bu Şeytan'ın hîlesinden kurtuldu, mü'min olarak öldü, Muhammedî öldü, Allah kulu oldu, necâta erdi, o adam bayramı yapdı.
Üçüncüsü. Kıyâmet gününün şiddet ve dehşetinden, cehennemin nârından kurtuldu, arşın altında Habîb-i Hudâ'nın Hazret-i Muhammed'in sancağı altında, Ehl-i Beyt'in civârında, ehlullahın civârında iskân oldu, o adam bayramı yapdı.
Dördüncüsü, azâb-ı ilâhîden kurtuldu, cennete dâhil oldu, bayramı yapdı.
Beşincisi, Hakk ile mülâkat etdi, Allah'a vuslat etdi, bayramı yapdı.
Aklını başına al. Hakk'la vuslata çalış. Fitrelerini ver. Günahdan kaçın. Allah'ın ibâdetlerine koş. Allah cümlemizi ve cümle Ümmet-i Muhammed'i Ramazan-ı Şerîf'in şefâatine nâil etsin, şikâyetinden emîn eylesin. Yetîmlere mutlakâ bak.
Bir bayram sabahı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, diyor ki sahabe, "Geliyorduk beraber, bakdık bir çocuk ağlıyor orada. Efendimiz onun önüne vardı. Çocuklar oynuyorlar. "Oğlum niye ağlıyorsun, bak arkadaşların oynuyor, sen de oynasana" dedi. Efendimiz çok rakîk, rahîm idiler. Mübârek gözünden yaş döküldü. Çocuğun üstü biraz eskice, ayakları yalın, başık açıkdı. O başını kaldırdı ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme şöyle hitâb etdi, "Amca" dedi, Efendimizi tanımadı, "Bu bayram günü bizim gibi fukarâlar için, yetîmler için azâb günüdür, sıkıntı günüdür, zenginler için bayram günüdür". "Senin baban yok mu?". "Benim babam Resûlullah'ın önünde gazâda şehîd oldu. Benim kimsem yok, sokaklarda kaldım ben". Öyle deyince Efendimiz mübârek gözlerinden yaş dökdü. "Şimdi bana bakan yok, ben neyime oynayayım, neye güleyim. Karnım aç, sırtımda elbisem yok. Onlar oynayabilirler, onların karınları tok" dedi, "onların babaları var, anneleri var" dedi. Onun üzerine Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellem, onun yanına sokuldu ve başını okşadı, "Evlâdım, ister misin senin baban Hazret-i Muhammed Mustafâ, annen Âişe-i Sıddîka, hemşîren Fâtımatü'z-Zehrâ, ammin İmâm-ı Ali, Hasan ve Hüseyin kardeşlerin olsun, istiyor musun?" deyince, şöyle başını kaldırdı, "Sen Resûlullah mısın?" dedi. Efendimiz o yetîmi bağrına basmış ve omuzuna almış ve hânesine götürmüş, doyurmuş, giydirmiş ve bakmışdır ona. Tâ Cenâb-ı Peygamber vuslata gidinceye dek. Yani âlem-i cemâle göçünceye dek. Âlem-i cemâle göçünce Hazret-i Sıddîk-i Ekber o yetîmi almış, o büyütmüşdür, yetişdirmişdir.
Gene Resûlullah buyurmuş ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Kendi yetîmine bakan" yani hısım akrabâsının yetîmine, "yâhud gayrın yetîmine bakan kimse, cennetde benimle beraber şu iki parmağım gibidir" buyurdular. "Bana o kadar yakındır" dedi. İster kendi yetîmine, enişten ölmüş, yeğenin kalmış, dayın ölmüş, dayının evlâdı kalmış, bunlar senin yetîmin sayılır. Bir de komşunun yetîmi, bilmiyorsun. Ona bakdın, "Bunlara bakanlar, bunlara tekeffül edenler" diyor Peygamberimiz, "cennetde benimle beraber, şu iki parmağım arası gibidir, bana o kadar yakındır" diyor.
Aklı başında olanlara hep bir şeyler konuşduk. Allah cümlemize bunları işittirsin, duyursun ve ihlâs ile yapmak nasîb ü müyesser eylesin.
Şimdi, Kur`ân kurslarına yardım ediniz, Allah rızâsı için. Bundan sonra artık Ramazan'dan sonra, bire on. Şimdi bire en aşağı yetmiş, yedi yüz, yedi bin. O Kur`ân-ı Kerîm kurslarından yetişecek olan yavru, yarın çıkacak kürsüye Allah ve Resûlüne halkı davet edecekdir. Yardımın olsun. İkincisi. Bu câminin müezzini olan efendi, bizim çöplerimizi filan çekiyor bütün sene. Bu câminin maaşı filan yok. Burada ben de maaş almam. Ama benim hâlim vaktim yerinde, ben nisâba mâlikim. Müezzin efendi fakîrdir, ona gönlünüzden kopan yardımı yapınız. Sizden bunu ricâ ediyorum. Allah cümlenizden râzı olsun. Allah uzun seneler sizleri ibâdet ve tâatında meşgûl etsin. İbâdet ve tâatla ömürlerinizi geçiriniz. Ve bu Ramazan, içimizde bulunan câhil olan kimselerin, günahkâr olan kimselerin son Ramazan'ı olsun yani böyle cehâlet ve günah Ramazan'ı. Bundan sonra Allah'a yakın, Allah'ın sevgili kulları arasına girmek nasîb ü müyesser eylesin. Cümlemizin âhir kelâmını Kur`ân-ı Mecîd, Kelime-i Tevhîd eylesin. Duâlarımız müstecâb olsun. Ve Allah cümlenizden râzı olsun.
Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.