14 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde, "أَ خرِ الْأَمْرَ إِلَى الصَّبَاحِ ، فَإِنَّ الِْْصْبَاحَ يُغْنِيكَ عَنِ الْمِصْبَاحِ" yani "İşi sabâha bırak çünkü sabah seni misbâha muhtâc etmez" meâlindeki vârid hakkında buyuruyorlar ki :
Bazı hasede ve a'dânın bî-sebeb etdikleri ezâ ve cefâ hâtıra geldikde bade'z-zuhr vârid olan kelime-i ma'nîdârdır. Yani emr-i a'dâ ve hasede ve fesedeyi sabâh-ı kıyâmete te'hîr eyle ve o husûsda mukayyed olma. Zîrâ sabâh seni misbâhdan iğnâ eylediği gibi yevm-i kıyâmetde olan fasl-ı husûmât ve 'adl-i ilâhî dünyâ hâlinden seni iğnâ eyler. Zîrâ dünyâda onların üzerlerine Müntakim ismi müteveccih olsa binde bir cezâların bulmazlar ve kemâ yenbagî mu'azzeb olmazlar. Zîrâ nâr-ı dünyâ nâr-ı dûzahın yetmiş hisseden bir hissesi olduğu gibi sâir âlâm ve şedâidi dahi böyledir. Pes, bu husûsda evceb olan sabr ve sükût ve tefvîzdir.
'Aceb hâldir ki bu fakîr, ehl ve evlâd ile Şâm’a hicret edip giderken bir gece bir Şâmî bâzergân önümüz alup yüklerini takdîm için bize vâfir ezâ ve cefâ eyledi. Biz dahi kimseye ilticâ etmeyüp ol hâl üzerine Şâm’a duhûlümüzden birkaç gün sonra ol bâzergân bir fâhişe ile me'hûz olup halk-ı 'âlem arasında bunu gezdirip rüsvây olup kal'a-bend dahi oldukdan sonra tecrîm olunup elinden mâl-i firâvân ahz olunup ıtlâk olundu. İşte hukkâm-ı beldeye mürâca'at olunsa bu muâhezenin öşrü mertebesi vücûd bulmazdı. Ve bu ma'nâ Mekke-i Mükerreme’de şol bir hasûd gammâzın Şeyh Muhyiddîn el-Arabî kuddise sırruh ile olan mu'âmelesi gibi oldu. Nitekim bâlâda işâret olundu. Ve bu bâbdan serimizden dahi neler geçdi ki takrîr ve tahrîri kâbil değildir. Pes, zikr olunan numûne-i cüz'îden mâ-adâsı dahi ona kıyâs oluna.
İmdi mü’min, "فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ"in kazâsına Hazret-i İsmâîl aleyhisselâm gibi boyun vermelidir, tâ ki zibh-i 'azîm ile mefdî olmak müyesser ola. Ve şeyhim Seyyid Fazlî-i İlâhî hod bu kadar kemâlât-i zâhire ile çekdiği âlâm ve şedâidin nihâyeti yokdur. Ve bu cümle hep nişân-ı ırsdır ki fi'l-hakîka herkese müyesser olmaz.
Ve hadîsde gelir. "مَا أُوذِيَ نَبِيٌّ مِثْلَ مَا أُوذِيتُ (Hiç bir nebî benim kada eziyet cefâ çekmedi)". Yani ezâ sebeb-i tasfiye-i dil olmakla bazı 'ârifîn onu "Hiç bir nebî benim gibi tasfiye olunmadı" diye tefsîr etmişdir. Pes, bir ma'nâ ki metbû'a hâsıl olmuşdur, tâbi' dahi onu kabûl etmek gerekdir ve illâ mütâba'atinde kâzib olur ve kizb kâzibi nâra cezb eder. Ve dünyâda nârdan murâd nâr-ı tabî'at ve hevâdır ki bundan beter cehennem olmaz. Ve âhiretde nâr-ı sakardır.
Ve Hakîm Tirmizî kuddise sırruh ki rüesâ-i tarîkatdendir, buyurmuşdur ki, "Bir zamân hasta olmuş idim ve benden hastalık sebebiyle nice nesne fevt oldu zann ederdim. Sonra bana münkeşif oldu ki Allâhu Teâlâ’nın benim için tedbîr etdiği hastalıkda olan terakkıyâtın eyyâm-ı marazımda sıhhatde olup ictihâdım sûretinde binde biri olmazdı. Pes, ne kadar âlâm ve şedâid var ise cümlesi tedbîr-i ilâhî kabîlindendir. Ve hayr Hakk’ın tedbîrindedir, yoksa tedbîr-i nefsde değil.
Kâlallahu teâlâ, " وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ". Ve kâlallahu teâlâ hikâyeten an İbrâhim aleyhisselâm, "قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ". Kâlallahu Teâlâ, "اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠". Yani dîn-i Hakk mine'l-evvel ile'l-âhir İslâm ve teslîm-i hakîkîdir. Ve teslîm- i hakîkînin sûreti meyyit hâlidir ki gassâl elindedir. Zîrâ gassâl onu ne vech ile tahvîl ederse ol vech ile mütehavvil olur. İşte nefsinden fenâ bulan kimsenin dahi mecârî-i kazâda hâli budur ki zîr-i seng-i âsiyâda dâne gibi un olmakdır. Eğerçi lafzı âsân velâkin ma'nâsı sa'bdır ki enbiyâya ve kümmel-i evliyâya mahsûsdur. Şol kimsenin ki tevhîdi za'îf ola, böyle mevâridde kalbinde kuvvet-i teslîm bulmaz. Ve vâkı' olan ıztırâb bakıyye-i nefsden gelir. Ve çok kimseler tok iken da'vâlar eyleyüp sonra aç oldukda fezâhate düşmüşlerdir.
Ve hadîs-i kudsîde gelir: "Kaddertü'l-mekâdîr ve debbertü't-tedâbîr ve ahkemtü's-sun', fe men radıye felehû rıdâe minnî, fe men sehata felehû suhta minnî". Ey mü'min, 'aceb sa'b hadîsi kudsîdir ki onun mazmûnuna değme kes tâkat getirmez, meğer ki netîcei belâdan haberdâr ola.
Hazret-i Şeyh'in bu beyânâtından şu dersleri çıkarabiliriz :
Birincisi, insan başına gelen belâya sabreder, düşmanını Allah'a havâle ederse, Allah onu bir kaç türlü mükâfatlandırır. Hem belâya sabretme ecrini alır o kimse, hem nefsini terbiye etmiş olur, hem de Allah onun intikâmını düşmanından alır, üstelik onun veremeyeceği bir zarar verir düşmanına. Öyleyse insan düşmanıyla cebelleşmeye kalkmamalı, onu Allah’a havale etmeli. İkincisi, Allah zâlim değildir, kulunun kötülüğünü istemez, kuluna eziyet cefâ etmez Allah. Bize eziyet ve cefâ gibi görünen şeyler, bizim hakkımızda hayırlıdır, biz farkında değilizdir. Biraz sabırlı olursak anlarız. Üçüncüsü, islâm demek Allah'a teslîmiyyet demekdir. Mülk O'nundur, dilediği gibi idâre eder. Kula düşen itirazı terketmek ve kazâya rızâ göstermekdir. Gassalin elindeki meyyit gibi Allah'ın hükmüne teslîm olmakdır.
֎