1 Ekim 2014 tarihinde yayınlanmıştır.
Eski zamanlarda bir zât, hacca niyetlenmiş. Henüz çok küçük yaşda olduğu için mükellef bulunmayan oğlu da babası ile birlikte gitmek arzusunu izhâr etmiş. Kendisine bu yolculuğun çok meşakkatli olduğu, zahmetlerine katlanamayacağı, biraz daha büyüdükten sonra gidebileceği anlatılmak istendiyse de çocuk dinlememiş ve babasıyla birlikte hacca gitmekte isrâr etmiş. Yaşının küçüklüğüne rağmen, rûhen kemâle ermiş bulunan çocuk şöyle diyormuş, "Babacığım, bilirsin ki ben Allah'a ve O'nun Resûlüne âşıkım. Onu bu dünyâda görebilmem mümkün değildir. Lutfet, beni de berâberinde götür ki, hiç olmazsa zâtına izâfe edilen beyti ziyâret edeyim". Çâresiz, çocuğu da hazırlamışlar ve baba-oğul bir kervana katılarak uzun bir yolculukdan sonra Mekke-i Mükerreme'ye varmışlar. Harem-i Şerîf'e girmek üzere Bâbü's-Selâm'dan içeri geçer geçmez, Ka'be-i Muazzama'yı karşısında gören çocuk bir "Allah" sayhası ile yere düşmüş ve âlem-i bekâya uçmuş. Babası, gözyaşları ile yavrusunun cesedine kapanarak, "Vâh evlâdım! Nöbet bende idi, sen daha pek genç, pek körpe idin" diye sızlanırken, bir de bakmış ki, çocuk ortada yok. "Nereye gitmiş olabilir?" diye hayretle tefekkür eden adamcağız, hâtıfdan bir sadâ işitmiş. Derdli babanın kulağına, sessiz, cihetsiz ve harfsiz bildirilen şu imiş, "Sen, beytimi arzu ettin, geldin, beytimi buldun. Oğlun, beni arzuladı, beni buldu. Oğlun, şimdi ne yerde, ne de cennettedir. O ancak, Mak'ad-ı Sıdk makâmındadır".
Kabe'ye tesbih almaya giden tesbih alır, Kabe'yi görmek isteyen Kabe'yi görür, Allah'ı isteyen de Allah'ı bulur.Hâcı be-reh-i Ka‛be vü men tâlib-i dîdâr