31 Mart 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
Bir gönülde olmasa envâr-ı 'aşk-ı Kibriyâ
Serteser eyler ihâta zulmet-i nefs ü hevâ
Kalbinde muhabbetullah olmayan kişi karanlıklar içindedir. Bu zulmet nefsinin ve hevâsının karanlığıdır. Bu zulmet ancak Allah'ın nûru ile aydınlanır. Hakk'ın nûru da muhabbetullah ile tezâhür eder.
Bil adüvv-i ekberin ancak nefsdir bî-amân
Def'-i şerrinde gerekdir nûr-i tevhîdden 'asâ
İnsanın en büyük ve en tehlikeli düşmanı nefsidir. Nefsin şerrinden kurtulmanın yegâne çâresi tevhîddir. Nefsin zulmeti Kelime-i Tevhîd'in nûruyla bertaraf olur. Kişi sevdiğini çok zikreder, muhabbettullahın tezâhürü de zikrullahdır. Zikrullahın efdali de Kelime-i Tevhîd'dir. Bu zikre devâm edenler, "Lâ ilâhe illallah hısnî fe men dehale hısnî emin emin azâbî/Lâ ilâhe illallah benim kalemdir, kim benim kaleme girerse azâbımdan emîn olur" hadîs-i kudsîsi ile müjdelenen koruma altına girerler. Yani tevhîd kalesi içine girerek nefs düşmânından korunmuş olurlar.
Râh-ı şeytâna esîr eyler seni mekkâredir
Kâbil-i tahlîs olur hısn-ı cihâda ilticâ
Nefse tâbi' olan insan şeytan yoluna girmiş demekdir. Çünkü nefsin ne kadar kötü sıfatı varsa hepsi şeytânî sıfatlardır. Bu kötü sıfatlardan kurtulmak için mücâhede şartdır. Resûl-i Ekrem Efendimizin bir gazâdan dönüşde ashâbına hitâbem "Küçük cihâddan büyük cihâda döndük" buyurdukları işte bu mücâhededir.
Bilmeyen ulvî ve süflî tavrını emmârenin
Yâr kim ağyâr kim olmaz habîr u âşinâ
Nefsinin sıfatlarını ve hîlelerini bilmeyen kimse dostunu düşmânını ayıramayan bir insana benzer. Nasıl ki dostunu düşmanını ayırd edemeyen kişinin başı belâdan kurtulmazsa, nefsini tanımayan, hîlelerini bilmeyen kişi de hem dünyâda hem de âhiretde büyük musîbetlere dûçâr olur. "Men arefe nefseh fekad arefe rabbeh" sözündeki sırlardan biri de budur.
"Men aref"den vâkıf olmak nisbete vâbestedir
Nisbet-i feyz-i müselsel kimyâ-yı Kibriyâ
Nefsin süflî kısmı olduğu gibi ulvî kısmı da vardır. Bu da insanın sâhib olduğu ilâhî sırdır ki nefha-i ilâhî olan rûha dâirdir. "Nefsini bilen rabbini bilir" sözündeki hikmetlerden biri de budur.
Sünnetullah oldu telkîn-i hakîkat mâyesi
Mâyeden bîvâyeler taklîdden olmaz rehâ
İnsan'da ilâhî bir cevher vardır zîrâ insan Hakk'ın esmâ ve sıfatına mazhardır. Bu tecelliyât-ı ilâhiyyeden bîhaber olanlar bu hakîkatden de habersizdir.
Nusha-i kübrâ vücûdun câmi'-i her dü cihân
Cem'-i lâhût fark-ı nâsût sırrıdır kenz-i hafâ
İnsan görünüşde küçükdür ama hakîkatde iki cihânı içine alacak kadar büyükdür. Her iki âlemde ne varsa insanda hep bir numûnesi vardır.
Vuslat-ı cânâne ârif mürşid-i cândır delîl
Sıdk ile teslîm-i aşk ol emrine kıl iktidâ
İnsanı Hakk'a götürecek olan kâmil bir mürşiddir. Hakk'a vuslat etmek isteyenler böyle bir mürşide teslîm olup, sözünü dinlemelidir. Mürşidin vazîfesi rehberlikdir. Rehber olan kişinin gidilecek yolu iyi bilmesi lâzımdır. Yolu iyi bilmek için de o yolun sonuna kadar yolculuk etmiş olmak gerekir.
"Lâ" diye selb eyle varlık zıllini âyine ol
'Aks eder âyineden âyineye nûr-i cilâ
Hakk yoluna giren sâlike düşen ilk vazîfe, benliğinden kurtulmakdır. Benlikden kurtulmak demek beşerî sıfatlardan kurtulmak demekdir. Bu iş paslı bir aynayı parlatmak gibidir. Paslı olduğu için hiç bir şey aksettirmeyen ayna parladıkdan sonra kendisine çarpan ışığı nasıl aksettirirse kalbini tasfiye ederek zikrullah ile parlatan bir insan da tecelliyât-ı ilâhiyyeyi öyle aksettirir. Yani Hakk'ın esmâsı ve sıfatı o kişiden tezâhür eder. Bunun da yolu "Lâ/Yok" ile başlayan Kelime-i Tevhîd zikridir.
Mâsivâ dâim harâb eyler derûnun mülkünü
Rütbe-i sırr-ı sülûk ile o mülkü kıl binâ
Hakk'dan gayrı şeyler kalbi harâb eder. Kalb ancak zikrullah ile ma'mûr olur. Seyr-i sülûkun sırrı budur ki sâlik kalbinde Hakk'dan gayrı ne varsa çıkarıp atmalı, kalbini muhabbetullah ile doldurmalıdır.
Tâ sarây-ı lâmekân olsun gönül kâşânesi
Cilvegâh-ı Hakk ile dâim ola beyt-i Hudâ
Kalbini muhabbetullah ile tezyîn eden yani kalbi bir ilâhî saraya çeviren sâlik dâimâ tecelliyât-ı ilâhiyyeye mazhar olur. Bir veliyyullah bu hakîkati "Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk / Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan" diyerek dile getirmişdir.
Ârifin her bir nefesde şâhid u meşhûdu Hakk
Mülk-i mahviyyetde seyrângâhıdır 'arş-ı ulâ
Sâlik gide gide her nefesde Hakk'ı zikreder hâle gelir. Neye baksa Hakk'ı müşâhede eder. Hakk'ın esmâsının ve sıfâtının tecelliyâtını eşyâ üzerinde görür. Kendisinden de Hakk'ın sıfatları zâhir olur. Böylece hem şâhid hem de meşhûd olur.
Çıkdılar şeyn-i beşerden birliğe mihmân olup
Etdiler her dü cihânı vech-i pâkine fedâ
Ehl-i tevhîd hem nefsinden hem dünyâdan hem ukbâdan geçmişdir, tek arzuları vardır o da cemâlullahdır.
Nakş-ı sûretden tecerrüd eyleyenler 'aşk ile
Nûr-i "bismillâhirrahmânirrahîm"de oldu "bâ"
Aşk-ı ilâhî ile mâsivâdan tecerrüd edenler besmelenin "be"si gibidir. "Be" Hakk'a ünsiyyet ve kurbiyyete işâret eder.
Ehl-i Hakk Hakk'dan gelir Hakk'a gider Hakk hemdemi
"Lî me'allah"dan alıp mîrâsını buldu bekâ
Ehlullah demek, Hakk'dan geldiğini ve Hakk'a gittiğini idrâk eden, her ân Hakk ile berâber olan insan demekdir. Ehlullah, Hakk'da fânî oldukdan sonra Hakk ile bekâ bulanlardır.
'Aşk-ı Hakk'dır nisbet-i Zât-ı Hudâ-yı lemyezel
Refref-i 'aşka eren buldu ulâya i'tilâ
İnsanı Hakk'a ileten de aşkdır. Aşkdan başka hiç bir şey âciz bir mahlûk ile HALLÂK-I ÂLEM arasında bir yakınlık sağlayamaz. Kul ile Allah arasındaki perdeleri yakan ancak aşkın ateşidir.
Sâmiyâ sermâye-i mahv ile ol mir'ât-ı Zât
Mülk-i vahdetde bula dil devlet-i bî-intihâ
Hakk'a ayna olmak için aşk ile mahv olmak lâzımdır. Vahdet ülkesindeki ebedî saltanata ancak böyle erilir.
Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî