Bir İtalyan Yazarın Gözüyle Eyüp
15 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
EYÜP
Ya Eyüp mezarlığı nasıl unutulur? Oraya bir akşam gurup vaktinde gittik ve hâfızamda hep o gün gördüğüm gibi, güneşin son ışıklarıyla aydınlanmış olarak kaldı. Hafif bir kayık bizi Haliç’in nihâyetine götürdü ve Osmanlıların mukaddes toprağına iki yanı kabirlerle çevrilmiş pek meyilli bir yoldan çıktık. Bu saatte, bütün gün mezarlarda çalışan ve büyük kabristanı çekiç darbelerinin sesiyle dolduran taş yontucuları bırakıp gitmişlerdi, ortalık ıssızdı. Sert yüzlü bir imama veya bir dervişe rastlarsak diye etrafımıza bakınarak ihtiyatla ilerledik, zira burada bir gavurun saygısızca merâkı her yerde olduğundan daha az hoş görülür, fakat ne sarık gördük ne külâh. Karşı sâhil tepelerinden ve Haliç'in bütün koylarından birçok defa pırıl pırıl kubbelerini ve nârin minârelerini gördüğüm o esrarlı Eyüp Camii'ne heyecân içinde vâsıl olduk. Avluda, büyük bir çınarın gölgesinde, halka halinde dizilmiş kandillerin devamlı olarak aydınlattığı, Bizans surlarının dibinde ilk müslümanlarla berâber şehîd olan ve bu sâhile defnedilmiş cesedi sekiz asır sonra Fâtih Sultan Mehmed tarafından bulunan Peygamber'in meşhur sancakdârının köşk şeklindeki türbesi yükselir. Fâtih, pâdişahların Osman Gâzî'nin kılıcını merâsimle kuşandıkları bu câmiyi onun için yaptırtmıştır, bu yüzden etrafındaki kabristan kabristanların en mübâreği olduğu gibi, bu câmi de İstanbul câmilerinin en mukaddes olanıdır.

Câminin etrâfında, ulu ağaçların altında, çiçeklerle çevrilmiş, mermerler ve yaldızlı arabesklerle parıldayan, gösterişli kitâbelerle süslenmiş sultan, vezir ve saray büyüklerinin türbeleri yükselir. Şeyhülislâmların türbesi ayrı bir yerdedir, sekiz köşeli bir kubbeyle örtülmüştür, kubbenin altında büyük din adamları medfundur, üzerlerinde başucuna ince ipekli tülden sarıklar yerleştirilmiş kocaman siyah sandukalar vardır. Bu, fevkalâde bir sessizliğe gömülmüş aristokratik bir mahalle gibi, uhrevî bir hüzünle beraber dünyevî bir hürmet hissini ilhâm eden bembeyaz, gölgeli ve şâhâne bir güzelliğe sâhip bir mezar şehridir. Mezarlık bahçelerindeki yeşilliğin çelenkler ve demetler halinde sarktığı ve üzerinden akasya, meşe, mersin dallarının yükseldiği beyaz duvarların ve parmaklıkların içine geçiyor ve türbelerin kemerli pencerelerini örten yaldızlı demir dantellerin arasından, tatlı bir ziyâ içinde, ağaçların yeşil gölgeleriyle boyanmış mermer lahitleri görüyoruz. İstanbul’un başka hiçbir yerinde, ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren müslüman sanatı bu kadar zarâfetle gözler önüne serilmez. Dudaklarda hem duâ hem tebessüm uyandıran hüzün ve zarâfet dolu bir kabristan, bir saray, bir bahçe, bir mâbeddir bu. Her tarafta, asırlık selvilerin gölgelediği, içinden yılankavi yolların geçtiği, sulara dalmak için yokuşlara atılıyormuş veya hayâletlerin geçişini görmek için yol boyunca toplanıyormuş gibi gelen mezar taşlarıyla beyazlaşmış mezarlıklar uzanır. Birçok karanlık köşeden, çalıları aralayınca, sağ kolda, birbirinden ayrı bir sıra mavimsi şehir gibi görünen uzaklardaki İstanbul; aşağıda, güneşin son ışığının parladığı Altınboynuz; karşıda, Sütlüce, Halıcıoğlu, Pîrîpaşa, Hasköy semtleri ve daha uzakta bu dünyanın renklerine benzemeyen belirsiz ve ölgün sonsuz bir renk tatlılığı içinde kaybolmuş büyük Kasımpaşa semti ve hayal meyal Galata görülür.
Eyüp hakkındaki bu yazı, meşhûr İtalyan yazar Edmondo De Amicis'in, 1874 senesinde Costantinopoli adıyla yayınlanan İstanbul seyahatnâmesinden alınmışdır.
Listeye geri dön