29 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Vaktiyle biz, dünyânın dörtte üçüne yayılan devletimizi, hak ve adâletle idâre ettiğimiz için, bütün dünyâ bize boyun eğdi, hükümrân olduk, zulüm ve haksızlıklar başlayınca yıkıldık, perîşân olduk. Bir devlet, İslâm devleti de olsa, zulüm ve haksızlıkla pâyidâr olmaz, mutlakâ yıkılır, bunu görmemek için basîretden ve akıldan mahrûm olmak lazımdır.
Târihimizin o parlak ve muhteşem devirlerine bakılınca görülür ki âdil hükümdârlar halkın derdlerini dinler ve çâre bulmağa çalışırlardı. Osmanlı pâdişahlarının sonsuz kudret ve salâhiyyetini, İslâm şerî'atinin pâdişahlık ehliyyeti için koyduğu iki şart kısıtlamışdır. Pâdişah olmak için önce âkil ve sonra da âdil olmak şartdı. Cinneti ve zulmü sâbit olan pâdişah tahtdan indirilirdi.
Pâdişahlara, cülûs merâsimlerinde, at binip inerken, saltanat kayığına girip çıkarken ve son devirlere kadar cuma selamlıklarından sonra, "Uğurun hayr ola, ömrün uzun ola, yolun açık ola! Saltanatına mağrûr olma pâdişahım, senden büyük Allah var!" diye seslenilirdi. Hudûdsuz kudret ve salâhiyyetlere sâhib bir fânînin hemen her vesîle ile bu sesleri duyması, ne kadar ma'nâlıdır! "Mağrûr olma pâdişahım, senden büyük Allah var!"
Sözlerimiz yanlış anlaşılmasın, ne kimsenin medhiyyesini yapıyor, ne mâzî ile hâli mukâyese ediyor ve ne de körü körüne geçmişe özeniyoruz. Yukarıda kıssasını naklettiğimiz Kânûnî Sultân Süleymân Hân aleyhi'r-rahmeti ve'l-gufrân, Osmanoğulları içinde en uzun saltanat sürmüş, 45 sene 11 ay 7 gün süren bu saltanatının 10 sene 3 ay 5 günü seferlerde geçmiş, 13 emsalsiz zafer kazanmış, ülkesinin sınırlarını alabildiğine genişleterek üç kıt'ada hüküm sürmüş, Akdeniz'i bir Türk gölü hâline getirmiş, batılı tarihçiler ve aydınlar arasında bile MUHTEŞEM SÜLEYMAN unvânı ile anılmış bir pâdişah-ı âlî-câh iken, 410 küsur yıldır senden ve benden birer Fâtiha beklemekdedir. Neden? Çünkü, "Mağrûr olma pâdişahım, senden büyük Allah var!" yani Allah'a dönüş var ve mahşerde bütün yaptıklarının ve ettiklerinin hesâbını vermek var. Bunun şu'ûruna varan bütün hükümdârlar, dîn ve mezheb, cins ve millet farkı gözetmeksizin bütün teb'asına tam ve kâmil bir adâletle hükmetmişler, ülkelerini ve milletlerini mutlak bir hukûk nizâmı içinde yönetmişler, akıllarının ermediği işlerde âlimlerle, âriflerle istişâre etmişler, her türlü müşkillerini onlardan danışmışlar ve ekseriyâ çok ağır tenkidlere tahammül göstermişler, nasîhat istemekden utanmamışlar ve aldıkları nasîhat ve tavsiyelerle hareket etmeği şi'âr edinmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, dünyâları kadar elbette ve elbette âhiretleri de ma'mûr olacakdır.