Bir Sırp Köylüsünün Çalınan Öküzleri İçin Pâdişâhdan Tazmînât İstemesi

29 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

İbret
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin yeri geldikçe anlattıkları ve kitabına da aldıkları ibretli hâdiselerdendir :

HİKÂYE

Kânûnî Sultân Süleymân Hân aleyhi'r-rahmeti ve'l-gufrân Avusturya seferine giderken, ordu-yı hümâyûnun dinlenmesi için bir müddet Belgrad'da konaklamışdı. Bir sırp köylüsü, hâkânın huzûruna çıkmak istedi. Pâdişahın ma'iyyetinde bulunanlar köylünün bu dileğini kabûl etmeyince, köylü bağırıp çağırmağa başladı. Hünkâr bağırtıyı duyarak sebebini sordu ve mes'eleyi öğrenince sırp köylüsünün de teb'asından olduğunu ve bu itibarla onun da derdini dinlemekle mükellef olduğunu söyleyince adamı pâdişahın huzûruna götürdüler. Pâdişah, köylüye ne istediğini sorunca, köylü, "Şevketlû Hünkârım! Öküzlerim çalındı, zât-ı hümâyûnlarından tazmînini dilerim. Âciz bir teb'anız olarak size vergi ödüyorum. Öyleyse malımı, canımı ve ırzımı koruyup kollamak görevi de size düşer" dedi. Kânûnî, gülümsedi ve köylüye, "Öyle anlaşılıyor ki, uyumuş kalmışsın ve hırsızlar da bundan faydalanarak öküzlerini çalmışlar" deyince sırp köylüsü, "Evet pâdişahım, sultânımız uyumuyor ve teb'asının malını, canını ve ırzını koruyup kolluyor güvenciyle uyudum ve başıma bu iş geldi. Eğer, şevketlû pâdişahımızın da uyuduğunu bilseydim, ben uyumaz, öküzlerimi de çaldırmazdım" demesin mi! Sırp köylüsünün bu beyânı üzerine Kânûnî Sultân Süleymân Hân, öküzlerin bedelinin fazlasıyla ödenmesini irâde buyurmakla kalmayarak, kendisini ayrıca taltîf ve tatyîb ederek yerine gönderdi.


Ol kerem deryâsı ihsân ü mürüvvet kânı kim
Yok ana benzer felek dürcünde bir dürr-i semîn
İktidâsı i'tilâ-yı şer'a istidlâl-i sıdk
Nusreti cem'iyyet-i islâma burhân-ı yakîn
Her zarardan sâye-i 'adlindedir âsûde halk
İnnehüm ashâbü kehfin innehû hısnün hasîn
Muzaffer Efendi Hazretleri bu hâdiseyi anlattıkdan sonra buyurmuşlardı ki :
Vaktiyle biz, dünyânın dörtte üçüne yayılan devletimizi, hak ve adâletle idâre ettiğimiz için, bütün dünyâ bize boyun eğdi, hükümrân olduk, zulüm ve haksızlıklar başlayınca yıkıldık, perîşân olduk. Bir devlet, İslâm devleti de olsa, zulüm ve haksızlıkla pâyidâr olmaz, mutlakâ yıkılır, bunu görmemek için basîretden ve akıldan mahrûm olmak lazımdır. 
Târihimizin o parlak ve muhteşem devirlerine bakılınca görülür ki âdil hükümdârlar halkın derdlerini dinler ve çâre bulmağa çalışırlardı. Osmanlı pâdişahlarının sonsuz kudret ve salâhiyyetini, İslâm şerî'atinin pâdişahlık ehliyyeti için koyduğu iki şart kısıtlamışdır. Pâdişah olmak için önce âkil ve sonra da âdil olmak şartdı. Cinneti ve zulmü sâbit olan pâdişah tahtdan indirilirdi. 
Pâdişahlara, cülûs merâsimlerinde, at binip inerken, saltanat kayığına girip çıkarken ve son devirlere kadar cuma selamlıklarından sonra, "Uğurun hayr ola, ömrün uzun ola, yolun açık ola! Saltanatına mağrûr olma pâdişahım, senden büyük Allah var!" diye seslenilirdi. Hudûdsuz kudret ve salâhiyyetlere sâhib bir fânînin hemen her vesîle ile bu sesleri duyması, ne kadar ma'nâlıdır! "Mağrûr olma pâdişahım, senden büyük Allah var!"
Sözlerimiz yanlış anlaşılmasın, ne kimsenin medhiyyesini yapıyor, ne mâzî ile hâli mukâyese ediyor ve ne de körü körüne geçmişe özeniyoruz. Yukarıda kıssasını naklettiğimiz Kânûnî Sultân Süleymân Hân aleyhi'r-rahmeti ve'l-gufrân, Osmanoğulları içinde en uzun saltanat sürmüş, 45 sene 11 ay 7 gün süren bu saltanatının 10 sene 3 ay 5 günü seferlerde geçmiş, 13 emsalsiz zafer kazanmış, ülkesinin sınırlarını alabildiğine genişleterek üç kıt'ada hüküm sürmüş, Akdeniz'i bir Türk gölü hâline getirmiş, batılı tarihçiler ve aydınlar arasında bile MUHTEŞEM SÜLEYMAN unvânı ile anılmış bir pâdişah-ı âlî-câh iken, 410 küsur yıldır senden ve benden birer Fâtiha beklemekdedir. Neden? Çünkü, "Mağrûr olma pâdişahım, senden büyük Allah var!" yani Allah'a dönüş var ve mahşerde bütün yaptıklarının ve ettiklerinin hesâbını vermek var. Bunun şu'ûruna varan bütün hükümdârlar, dîn ve mezheb, cins ve millet farkı gözetmeksizin bütün teb'asına tam ve kâmil bir adâletle hükmetmişler, ülkelerini ve milletlerini mutlak bir hukûk nizâmı içinde yönetmişler, akıllarının ermediği işlerde âlimlerle, âriflerle istişâre etmişler, her türlü müşkillerini onlardan danışmışlar ve ekseriyâ çok ağır tenkidlere tahammül göstermişler, nasîhat istemekden utanmamışlar ve aldıkları nasîhat ve tavsiyelerle hareket etmeği şi'âr edinmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, dünyâları kadar elbette ve elbette âhiretleri de ma'mûr olacakdır.
Ehl-i küfür adl ile pâyidâr olur, ehl-i islâm zulm ile pâyidâr olmaz.

www.muzafferozak.com
Listeye geri dön