15 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Biz zannediyoruz ki ne kadar çok şey öğrenirsek o kadar iyi. Sanki müfessir olacakmışız gibi tefsîr, muhaddis olacakmışız gibi hadîs, fakih olacakmışız gibi ahkâm öğrenme peşindeyiz. Ömür boyu hiç işimize yaramayacak bilgileri toplama derdine düşmüşüz. Bilmiyoruz ki Şeytan'ın bir iğvâsıdır bu. Peygamberimizin kendisinden Allah'a sığınmayı tavsiye etdiği faydasız ilim budur işte. Zîrâ amelsiz ilim, vebâldir. Suâli vardır, hesâbı vardır, mesûliyyeti vardır yani. Mühim olan kendimize lâzım olan ilmi öğrenmek ve öğrendiğimiz ilimle de amel etmekdir. İlimsiz amel de dalâldir çünkü.
Hemen bir misâl verelim. Nisâba mâlik olmayan kimse, zekât vermez. Öyle insanlar var ki ömür boyu nisâba mâlik olamıyorlar. Şimdi bunlar zekât hakkındaki ahkâmı başdan sona okusa, hepsini öğrense, ezberlese, ne fayda? Başka bir misâl. Ömrü boyunca abdestini şehir şebekesinden gelen suyla alan bir kimse, kuyularla, havuzlarla, akarsularla alâkalı ahkâmı öğrenecek de ne yapacak? Bunları öğrenmek için harcayacağı zamanı, zikrullahla, namazla, Kur`ân'la geçirse daha iyi değil mi? Lâ dînî ilimler için de aynı şey geçerlidir. Ayakkabı imâlatçısına lâzım olan bilgiyi, kasabın, manavın öğrenmesine ne lüzûm var? Demek ki kendisine lâzım olmayan bilgileri toplamakla uğraşan kişi, çok akılsızca bir iş yapmışdır. Çünkü en kıymetli sermâye olan zamanı boşa harcamışdır. İş bununla kalsa iyi, edindiği bilgiler sebebiyle, kendini üstün görecek, büyüklenecek, ucub getirecek, bilgiçlik taslayacakdır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Vesîletü'l-Merâmında bu husûsda bakın ne buyuruyorlar :
Ma'lûm ola ki ki mü‘min-i mu'tekıde ibtidâ bi'l-ittifak 'ilmihâl lâzımdır. Meselâ idrâk-i şehr-i Ramazân ederse, 'ilm-i sıyâm ve hac vâcib olursa ilm-i hac ve malı olup havelân-ı havl ederse 'ilm-i zekât, 'ilm-i buyû' ve musârefe vesâir hitâb ta'alluk eden umûrun 'ulûmunu ta'allüm ve tahsîl lâzımdır. Kendi muhâtab olmadığı umûrun 'ulûmunu değil. Zîrâ herkes ne ile mübtelâ olursa vâcib olan onun 'ilmidir, mâ'adânın değil. Zîrâ mâ'adâsı ona göre ziyâdedir. Şu kadarı vardır ki umûr-i zarûriyyede cehl olmaz. Pes, "Şarâb ve katl-i nefs ve zinâ ve emsâli haram mıdır?", deseler, bilâ tavakkuf haramdır diye. Zîrâ hurmetini bilmeyicek, belki cehl ile irtıkâb eyleye.
Ve ahkâm-ı ilâhiyye ki, hudûdullâh dahi derler vâcib ve mendûb ve mahzûr ve mekrûh ve mubâhdır. Ve vâcibde farz dahi dâhildir. Ve ne kadar vezâif-i teklîf vâr ise, a'zâ-ı semâniyyeye muhtassadır ki, biri dâhilde kalb ve yedisi hâricde ayn ve üzn ve lisân ve yed ve batn ve ferc ve ricldir. Ve bu sekiz 'uzvun mâ-hulike-lehi ile 'amel etmek kâid-i sa'âdet ve hilâfı bâ'is-i şekâvettir. Pes bundan fehm olundu ki, mü'mine ahkâm-ı şer'iyyeye ve ıslâh-ı akâide müte'allik olan 'ilim lâzım geldi. Nitekim her 'ilim mahallinde mübeyyendir ki, kimi fıkıhda ve kimi usûl-i kelâmda derc olunup, hikmet-i 'ilmiyye ve hikmet-i 'ameliyye denilmişdir.
Pes sâlik-i râh-ı Hudâ olan kimse kendine kifâyet edecek kadar 'ulûm-i mezkûreden bilmese ve amel kılmasa sülûkü sahîh olmaz. Ve ma'ârifi dahi, ma'ârif-i şeytâniyye olur. Zîrâ 'unvân-ı kitâbda îrâd olunan âyet-i kerîme müştemil olduğu üç madde ki, biri takvâ ve biri dahi ibtiğâ-i vesîleden mefhûm olan sülûk ve biri dahi mücâhededen ma'lûm olan 'amel-i şer'îdir. Bu üçü mebnâ-yı ma'ârif-i ilâhiyyedir ki, bu vech ile sülûk eden İsm-i Hâdî dâiresindedir. Ve şol ki, zikr olunan vech ile 'âmil olmaya, anın ma'ârifi şeytâniyyedir ki, İsm-i Mudill dâiresindendir.
Pes her 'amel şer'î olmadığı gibi, her ma'rifet dahi mu'teber değildir. Gerçi her asırda Işıklar ağızlarından hezâr ma'rifetler söylenir. Fe emmâ çi fâide ki resm-i mücerred ve taklîd-i mahzdır. Ve fi'l-cümle zevk-i hâl olduğu sûretde hukemâ ahvâli gibi, i'tibârdan sâkıtdır. Hattâ Eflâtûn-i İlâhî'de zevk-i hâl vâr idi, deyu meşhûrdur. Böyle iken İmâm-ı Gazâli cümle felâsifeyi ikfâr etmiş ve redd tarîkine gitmişdir. Zîrâ i'tikâdlarında halel vardır. Ve olmasa dahi enbiyâya 'adem-i mütâba'atları kabâhat-i 'azîme onlara besdir. Ve bu makûle bî-idrâkleri 'ukalâdan 'addedip, ihdâs etdikleri akliyât tarafına meyleden ehl-i şer' dahi minhâc-ı sünnetden munharif olmuşlardır. Ve akâide ve 'ulûma ve tevhîde ve gayrilere müte'allik olan mühimmât-ı ahkâm ve emsâli gibi ki Kitâbü'l-Hitâb ve Kitâbü'n-Necât nâm eserlerimizde tafsîl olunmuşdur.