13 Şubat 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Hüccetü'l-İslâm İmâm-ı Gazâlî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Bir fakîhe, ihlâsın ne demek olduğunu, riyâdan nasıl kaçınılması gerektiğini sorduğunda sana cevap veremez. Halbuki bu konuları bilmek "farz-ı ayn"dır çünkü bunlar âhirete dâir meselelerdir. Fakat ona zıharı, lianı ya da avlanmaya dair hükümleri sorsan sana uzun uzun açıklamalar yapar. Halbuki bu meseleleri öğrenmek "farz-ı kifâye"dir. Zekî olan kişi bilir ki, eğer bunların derdi "farz-ı ayn" olsaydı, tıp ilmini öğrenirlerdi de müslümanların yahudi tabîblere mahkûm olmalarını engel olurlardı. Zîrâ beldelerimizde müslümân tabîb kalmadığı için tıp tahsîli "farz-ı ayn" olmuşdur.
Dîn-i İslâm, bir bilgi yığını değildir, bir hayat tarzıdır. Zâten dînin kelime karşılığı da budur. Dîn ilmi de, "ilm-i hâl"dir yani hâl ilmidir, kâl ilmi değildir. Dînin esâsı da takvâdır, fetvâ değildir. Bu yüzden İslâm, kitaplardan, ansiklopedilerden öğrenilemez, örnek müslümanları görerek, onlarla yaşayarak öğrenilebilir. Kitap ve ansiklopedilerden öğrenilebilecek olan ancak dînin terminolojisi olabilir, kendisi olamaz.
Ashâb-ı kirâm hangi kitâpları okuyarak dîni öğrenmişdir? Çölde yaşayan bir a'râbî okuma yazma dahî bilmeden nasıl kamil bir mü'min olabilmişdir? Peygamberimiz, "Îmânın yarısı sabır yarısı şükürdür" buyurmuşdur. Peki hangi ilmihal bize sabrı ve şükrü öğretebilir? Hepsi de îmânın cüzleri olan hayâ, tevâzu, tevekkül, teslimiyyet, cömertlik, îsâr gibi hâller hakkındaki bilgileri hangi ilmihalde, hangi fıkıh ansiklopedisinde bulabiliriz?
Yukarıdaki levhada gördüğünüz hadîs-i şerîf, "Allah bir kulu için hayır murâd ederse onu dînde fakîh kılar" diye tercüme edilmekde ve ekseriyâ yanlış anlaşılmakdadır. "Dînde fakîh kılar" cümlesinin ma'nâsı İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin işâret ettiği gibi dînin özünü anlar, ahkâm-ı ilâhiyyenin hikmetlerine ve hakâik-i Kurâniyyenin esrârına vâkıf olur, kendisini necâta götürecek olan hâl ilmine sâhib olur demekdir. Zâten Arapça "fıkıh" kelimesi, incelikli ve derin anlayış ma'nâsına gelir. "Tefakkuh" da bir şeyin hakîkatini anlamak, derûnuna, özüne, sırrına, inceliklerine vâkıf olmak demekdir.
Maalesef öteden beri pek çok fakîh bunun farkında olamamış ve "ilm-i hâl" ile uğraşmak yerine hep ilmihalle uğraşmışlardır. Halbuki ilmihallerin büyük bir kısmı, bir müslümana ömrü boyunca hiç lâzım olmayacak meselelerle doludur. Olur da bir gün, bu meselelerden birisi lâzım olursa, ilmihallere müracâat etmekde ya da bir yetkili bir merciden fetvâ istemekde ne gibi bir zorluk vardır ki. Üstelik takvâ ile hareket etmek fetvâ ile hareket etmekden her zaman evlâdır ve daha hayırlıdır. Zîrâ dîn, takvâ üzerine kurulmuşdur, fetvâ üzerine değil.
Sorma ol fakîhe kim ilm-i hâlden anlamaz
İlmihalden dem vurur dînden birşey anlamaz