Bizi Tanıyan Çok Azdır

28 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Ehlullah

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin dizinin dibinde oturarak geçirdiğim o güzel günlerde bir gün, adamın biri Efendi Hazretlerine karşı bir küstahlık yapdı. Efendi Hazretleri adamın edebsizliğine hiç aldırmadı, tavrını hiç bozmadı ama fakîr fenâ hâlde bozuldum, içimden şöyle geçirdim, "Ne edebsiz adamlar var, böyle bir Allah dostuna karşı yapılacak iş mi bu". Ben daha bunu aklımdan geçirirken, fakîre dönüp şöyle buyurdular :

Evlâdım, bizi tanıyan çok azdır. Çok adam bizi Kitapçı Muzaffer olarak bilir. Aldırma sen.

Bu sözün ne demek olduğunu neden sonra anladım. Hakîkaten de herkes O'na kendi gözlüğüyle bakıyor ve O'nu kendi anlayışına göre bir mevkiye yerleşdiriyordu. Çoğu insan O'nu mücerred kitapçı yâhud sahaf olarak bildiğinden, onlar için O, Kitapçı Muzaffer'di. Kimileri de O'na Hacı Muzaffer diyorlardı, Hacı Muzaffer aşağı, Hacı Muzaffer yukarı. O devirde hacı olmak büyük bir işdi çünkü, her babayiğidin harcı değildi hacca gitmek. Bazıları da onu yalnız hocalık, vâizlik sıfatıyla tanıdıklarından, Muzaffer Hoca diyorlardı. Bazıları da O'nu sıradan bir tekke şeyhi zannediyorlardı, O'nun irfânından, irşâdından, ahvâlinden, etvârından haberleri yokdu.

İşin daha da acâibi şu ki, O'na ünvan bile uyduruldu, isim dahi îcâd edildi. Meselâ son zamanlarda çok kullanılan Sahaflar Şeyhi ünvânı, sonradan uydurulmuşdur. O'nun zamânında ne böyle bir tabir vardı, ne de böyle bir ünvan kullanılırdı. Birileri de O'na bir isim uydurmuş, Süleyman diye. Fesübhânallah! Efendi Hazretlerinin böyle bir ismi yok ki.

Bir de O'na ters gözle bakanlar vardı. Meselâ O'nu sakalsız görüp, "Vay efendim sakalsız hoca mı olur!" diye ayıplayan ham sofular, yâhud da uzun saçlarına takılıp "Müslüman saç uzatır mı!" diyen beyinsizler, boynundaki altın madalyonu görüp, "Vay efendim erkek adam altın takar mı!" diye köpüren câhiller, kıyâfetine, şapkasına bakıp, "Müslüman şapka giyer mi! Bunlar hep gavur kıyâfeti" diyerek kızan, hakâret eden kendini bilmezler filan.

Hâsıl-ı kelâm, bütün büyük insanlar gibi O da yaşadığı devirde anlaşılmadı, anlaşılamadı, tanınmadı, bilinmedi. "Aman efendim nasıl olur, bir alay adam O'nun meclisine gelip gitmiyor muydu, pek çok dervişi, talebesi, cemaati yok muydu?" diyenler çıkacakdır. Doğru, gelip giden adamın haddi hesâbı yokdu ama O'nu idrâk edebilen, O'nu hakkıyla tanıyan kaç kişi vardı acaba, bütün mesele burada. Tıpkı körlerin fili tarif etmeleri gibi, herkes kendine göre tarif etdi O'nu. Hasbe'l-kader O'nun yakınında bulunanların da çoğu bu vaziyetdeydi. Nerede kaldı ki O'nunla üç beş gün geçirenler, O'ndan üç beş satır söz dinleyenler. Dağın üzerinde otlayıp duran bir koyun düşünün, o koyun yıllarca o dağın çayırlarında otlasa, pınarlarından içse dahi, dağdan ne haberi olacak? Evet, dağın otu da lezîz, suyu da şifâlı, havası da latîfdir, hoşdur ama dağın içinde saklı olan paha biçilmez madenler ve cevherlerle bunlar mukâyese edilebilir mi hiç?

Efendi Hazretleri buyurmuşlardı ki :

Beni her kim kitapçı gördüyse, aldandı o. Geldi bakdı, kitap satıyorum ben orada, kitapçı gördü mü, aldandı o. Ne gibi? Hazret-i Muhammed'i Ebû Tâlib'in yetîmi görenler Ebû Cehiller gibi kaldılar. Hazret-i Muhammed'i Allah'ın resûlü görenler, cennete vâsıl oldular. Onun gibi. O bizim kitapçılığımız bizim perdemizdir. O perdeyi kaldırıp altına girmek lâzım. Perdenin dışında kalırsa beni kitapçı görür o, içeri girerse başka türlü görür.

Zerrenin haddi değil hurşîd-i rahşân ile bahs
Katrenin ne kudreti var ki ide ummân ile bahs

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön