13 Eylül 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI
Bugün 'aşkı ile bulmaz isen hubb-i likâdan hazz
O gün mümkün değildir bulasın lutf-i Hudâ'dan hazz
Bu dünyâda Allah aşkından hazz almayan, âhiret nimetlerinden de hazz alamaz, bu dünyâda muhabbetullahdan nasîbi olmayanın, Cenâb-ı Hakk'ın âhiretdeki lutuflarından da nasîbi olmaz.
Halâvet almayan 'aşk-ı Hudâ'dan dâr-ı dünyâda
Behişt içre bulur mu ol cemâliyle safâdan hazz
Bu dünyâda aşkullah zevkini tatmayan, cennete de gitse cemâlullah zevkinden mahrûm kalır. Zîrâ rü'yetullah nimetine erebilmek, cemâlullahı temâşâ safâsına nâil olabilmek için aşk lâzımdır.
Seherlerde uyur mu 'âşık-ı sâdık olanlar kim
Gelir' âşıklara Hakk'dan seherlerde nidâdan hazz
Hakk'a âşık olanlar, seher vaktinde uyumazlar. Nasıl uyusunlar ki, zîrâ Hakk'ın nidâsı seherlerde duyulur, feyz-i ilâhî yağmurları seher vakitlerinde yağar, seher vaktinde uyumayıp zikrullah ile, ibâdet ve tâat ile meşgûl olanlara Hakk'ın nice lutufları, nice ihsânları olur.
Gönül âyînesin cümle kederlerden musaffâ kıl
Gönüller kim musaffâdır alır nûr u zıyâdan hazz
Hakk'ın nûrundan istifâde edebilmek için gönül aynasını bütün kirlerden temizlemek lâzımdır. Paslı bir ayna ile parlak bir ayna bir olur mu? Kalbi kirleten ve paslandıran, elimizden, dilimizden ve sâir uzuvlarımızla işlediğimiz kötülüklerdir. Bütün kötülüklerin menşei de, kibir, hased, riyâ, ucub gibi kötü sıfatlardır. Kötülüklerden temelli kurtulmanın çâresi, kalbdeki kötü sıfatları kökden söküp atmakdır. İşte o zaman kalb, saflaşır, tertemiz olur, tıpkı cilâlı bir ayna gibi olur. Kalb, pırıl pırıl parlayan bir ayna hâline gelince de orada ilâhî nûrlar aksetmeye başlar.
Tefâvüt hayli vardır zâhid ü 'âşık meyânında
İder zâhid 'atâdan hazz bulur 'âşık belâdan hazz
İbâdet ve tâata çok düşkün olan bazı insanlar vardır ki bunlara zâhid denir. Zâhidler, ibâdet ve tâatı ya cennet arzusu ile ya da cehennem korkusu ile yaparlar ki ibâdetin böylesi pek makbûl değildir. Hakk'a ibâdet karşılıksız olmalıdır. Zâten itâatın en yüksek derecesi de muhabbetdir. İşte âşıkların derecesi de bu yüzden çok yüksekdir. Zîrâ âşıklar, ibâdetleri seve seve yaparlar, üstelik ibâdetleri karşılığında Allah'dan bir mükâfât beklemedikleri gibi başlarına binbir türlü belâ da gelse, bu belâların Hakk tarafından geldiğini bildikleri için, hiç şikâyetçi olmazlar ve Hakk'a kullukdan bir lahza bile ayrılmazlar. İşte bu yüzden zâhidlerle âşıklar arasında çok büyük fark vardır.
Mukarreblerle ebrârın değildir hâli bir Nûrî
Kimi almış du'âdan hazz kimi bulmuş rızâdan hazz
Zâhidler ebrâr sınıfına, âşıklar ise mukarrebler sınıfına girer. Bunların hâlleri de dereceleri de çok farklıdır. Meselâ zâhidler, duâ etmeyi çok severler. Çünkü zâhidler Allah'dan hep bir mükâfât bekler. Duâ etmek demek, hâline râzı olmayıp bir şeyler istemek demekdir. Âşıklar ise rızâ makâmında oldukları için, Allah'dan dünyevî veya uhrevî bir talebde bulunmazlar, bir şey istemezler, bir tek Allah'ı isterler. İşte bu yüzden âşıklar gece gündüz hep Hakk'ı zikrederler.
Hazret-i Şeyh'in bu nutk-i şerîfi, Sûre-i İsrâ'daki "وَمَن كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً ve men kâne fî hâzihî a'mâ fehüve fi'lâhireti a'mâ ve edallü sebîlâ" âyet-i kerîmesinin pek latîf bir tefsîridir.
Şeyh Abdülehad Nûrî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî