17 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Adı kimilerince Busbek, kimilerince Busbeke diye yazılan Ogier Ghiselin de Busbecq, Avrupa'nın meşhûr soylularından birinin oğlu olarak dünyâya gelmiş ve babasının imkânları sâyesinde çok iyi bir tahsîl görmüşdür. 1554 senesinde Alman İmparatoru I. Ferdinand tarafından elçilik göreviyle Osmanlı Devleti'ne gönderilen Busbecq'in elçiliği sekiz yıl kadar sürmüşdür. Alman İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti'nin bozulan münâsebetlerini yoluna koymak üzere gönderilen Busbecq, o sırada Anadolu'da bulunan pâdişahı görmek için Amasya'ya kadar yolculuk yapmış ve dönüşde İstanbul'da ikâmet etmiş ve gerek seyahati gerek İstanbul'daki ikâmeti sırasında gördüklerini çok süslü bir üslûbla kaleme aldığı dört mektubunda dile getirmişdir.
Busbecq'in Latince yazdığı bu mektuplar hem orijinal hâliyle hem de farklı dillere çevrilerek değişik başlıklarla defalarca yayınlanmışdır. Türkçemize ilk defa Hüseyin Câhit Yalçın tarafından tercüme edilen mektuplar 1939 senesinde Türk Mektupları başlığıyla yayınlanmış, sonradan Osman Yüksel Serdengeçti tarafından tercüme edilerek 1953 yılında Kanunî Devrinde Bir Sefirin Hâtıratı başlığı ile yeniden yayınlanmışdır. Daha sonra da başkaları tarafından tercüme edilerek defalarca yayınlanan bu mektupların bizim için ayrı bir kıymeti ve ehemmiyeti vardır.
Busbecq'in mektupları, Kânûnî devrine ışık tutan az sayıda eserden biri olması yanında yazarın Türklerin örf ve âdetleri hakkındaki çarpıcı gözlemleri, Osmanlı Devletinin işleyişine dâir tesbitleri ve Avrupa ile Osmanlının değişik yönlerden mukâyesesi bakımından da çok değerlidir.
O yıllarda Avrupa'da hâkim olan aristokrasi ile Osmanlı düzeni arasında çeşitli mukâyeseler yapan Busbecq, Avrupa'nın aksine Osmanlıda liyâkatin esas olduğunu ve görevlerin liyâkat ve kâbiliyyete göre verildiğini, birisine görev verilirken o şahsın zenginliğine, nüfûz ve şöhretine ya da ricâ ve iltimasa aldırış edilmediğini söyler ve şöyle der :
...Bu kalabalık meclisde herkes şahsî kâbiliyyeti, ehliyet ve liyâkati sâyesinde bulundukları mevkilere getirilmişlerdir. Filancanın neslinden geldiği için kimseye diğerinden üstün bir rütbe verilmez. Görev ve memuriyetler herkesin liyâkat, seciye ve kâbiliyetine göre bizzat sultân tarafından verilir. Şahsî kâbiliyeti sâyesinde herkes en yüksek mevkilere kadar gelebilme şansına sâhibdir. Çobanlıkdan gelmiş olsalar dahi mâzîdeki durumlarından dolayı bile eksiklik duymadıkları gibi ebeveynlerine ne kadar az borçlu olurlarsa bununla o kadar çok iftihâr ederler. Türkler, üstün meziyetlerin ve kâbiliyetlerin doğuşdan geldiğine, bir mîrâs olarak ecdâddan intikâl ettiğine inanmazlar. Bunun kısmen Allah vergisi, kısmen de sa'y ü gayretin mükâfatı olduğunu kabûl ederler. Nasıl ki bir çocuk mutlakâ babasına benzemezse, ya da güzel sanatlara, hesâb ve hendeseye isti'dâd ırsî değilse, üstün vasıfların ve seciyenin de babadan oğula geçmeyip Allah tarafından bahşedildiği kanâatindedirler. Bu düşüncelerin netîcesi olarak Türklerde şân ve şöhret, yüksek idârî mevkilere liyâkat ve mahâretin mükâfâtıdır. Tembel ve pısırık olanlar ile kötü niyetliler için yükselme yolları kapalıdır, bunlar kenarda köşede önemsiz kişiler olarak kalırlar.
Busbecq'in gözlemleri, bizlere o dönem hakkında çok kıymetli bilgiler vermekde ve Osmanlı Devletinin yüzyıllarca süren üstünlüğünün gerçek sebeblerini açıklamakdadır.
Devlet ol kimselerin kim iş bile
Dünyâ içre Hakk'a lâyık iş kıla
İşi kala kendü gide dünyâdan
Cânı ölmeye ölürse bu beden