Büyük Bir Dil Âfeti : Yapmadığını Söylemek
9 Şubat 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Cenâb-ı Hakk, istisnâsız bütün mü'minlere hakkı ve hayrı tavsiye etmeği emretmişdir ama herkesin yapacağı tavsiyeye öncelikle kendisinin uymasını da şart koşmuşdur. Sûre-i Asr'da, "ve tevâsav bil hakki ve tevâsav bis sabr" cümlesinden önce îmân ve sâlih amelin zikredilmesinin hikmeti budur. Yani insan önce kendisi bildiği ile amel etmeli, sonra başkasına nasîhat etmelidir. Aksi takdirde hem tavsiyesi fayda vermez hem de mürâîlik yapdığı için büyük bir azâba müstehak olur.
Sûre-i Saff'daki "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ * كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ " âyet-i kerîmelerinde, söyledikleri ile amel etmeyenler ya da yapmadıklarını söyleyenler hakkında büyük bir tehdîd-i ilâhî vardır. Resûl-i Ekrem Efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde söyledikleriyle âmil olmayanların uğrayacakları azâbı şöyle beyân buyurmuşlardır : "Mi'rac gecesi dudakları ateşden makaslarla kesilen bir kavme uğradım. 'Bunlar kimlerdir?' diye sordum. 'Bunlar, insanlara iyiliği emredip kendileri unutan hatîblerdir' cevâbı verildi".
Öğrendiğiyle amel etmeyen kişi zâten büyük bir vebâl altındadır. Zîrâ bilmek insana hem bu dünyâda hem de âhiretde büyük bir mesûliyyet yükler. Nitekim kıyâmet gününde istisnâsız herkese bildiğiyle ne amel ettiği sorulacakdır. Bu büyük mesûliyyet yetmezmiş gibi bir de yapmadığı şeyler hakkında başkalarına vaaz u nasîhatde bulunmak çok daha büyük bir vebâl altına girmek demekdir.
Bildiği ile amel etmeyen kişinin sözünün bir tesiri de olmaz. Zîrâ insan söylenenlerden daha çok söyleyenin yaptıklarına bakar. Meselâ bir baba, kendisi de habire yalan söylediği halde, çocuğuna "Oğlum, sakın yalan söyleme" dese bunun hiç bir faydası olmaz. Çünkü çocuk babasının sözüne değil yaptığına bakar. Ya da kendisi de sigara içen bir insan, başkasına "sigarayı bırak" dese, hiç inandırıcılığı olur mu? Hele bir de bunu yapan kişi doktorsa, iş daha da fenâdır. Zîrâ sigara içen bir doktor, diliye ne derse desin, fiiliyle tıp ilmini hiçe saydığını göstermekdedir. Âyinesi işdir kişinin lâfa bakılmaz.
Âlimler, hocalar, vâizler ve şeyhler de tıpkı yukarıdaki doktor misâlidir. Yani halka verdikleri nasîhatları kendileri tutmuyor, bildikleriyle âmil olmuyor, sözleriyle fiilleri birbirine uymuyorsa, sabahdan akşama akşamda sabaha kadar vaaz u nasîhatde de bulunsalar, emekleri hebâdır, hâlleri harâbdır. İş bununla kalsa iyi. Daha da fenâsı şudur ki, özü sözüne uymayan bu mürâîler yüzünden müslümanlar bile İslâm'dan uzaklaşmakda, ümmet-i davet için de İslâm'a girme yolları kapanmakdadır.
Yıllardır irşâd hizmetinin bir ilim ve eğitim meselesi olduğu zannedildi ve okullar açılırsa, hocalar yetiştirilirse maksada ulaşılacağı düşünüldü. Gelin görün ki, açılan bunca okul, çekilen bunca zahmet pek bir işe yaramadı. Zîrâ o okullarda yetiştirilen talebelere yalnızca bilgi verildi, o bilgiyle amel edip etmediklerine, hele de ihlâsa ve ahlâka hiç bakılmadı yani amel ve ahlâk tarafı tamâmen ihmâl edildi. Halbuki o ilimlerden maksad onlarla amel etmek ve o amellerden maksad da ihlâs sâhibi ve güzel ahlâk sâhibi olmakdır. İlmiyle âmil olmayan, amelini de ihlâs ile yapmayan bir kimse kendisini bile kurtaramazken, halkı nasıl irşâd edebilir ki?
Bize göre uzun zamandır İslâm âleminin en büyük meselesi budur. Zîrâ âlimin fesada uğraması âlemin fesada uğraması, âlimin uyuması âlemin uyuması, âlimin ölmesi âlemin ölmesi demekdir. Hiç uyuyan, uyuyanı uyandırabilir mi? Hiç hasta, hastayı iyi edebilir mi? Hiç kalbi ölü olan, ölü kalbleri ihyâ edebilir mi?
Kendi muhtâc-ı himmet bir dede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede
Listeye geri dön