Büyük Bir Mürşidin Tarifiyle Seyr u Sülûk

10 Ekim 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Yakin
Büyük mürşidlerden Ebû Said Ebu'l-Hayr Hazretlerine "Kul nefsin arzularından nasıl kurtulur?" diye sormuşlar, Hazret şöyle îzâh etmiş : 
Kul nefsinin arzularından ancak Allah onu kurtardığı zaman kurtulur yani kul bunu kendi gayretiyle yapamaz. Bu iş ancak Mevlâ'nın lutfu ve inâyeti olur. Bu da şöyle olur. İşin başında, Allah, o kişide tasavvuf yoluna bir meyl hâli meydana getirir. Sonra ona tövbe kapısını açar. Sonra çile çeksin diye onu çileli bir hayâtın içine atar. O çileli hayât esnâsında, o kişi bir yerlere gelmekde olduğunu, bir takım işler yapmakda olduğunu zanneder. Sonra acz içine düşer ve rahatı kaçar. O zaman anlar ki işlediğini zannetiği tâ'at ve ibâdetler kendisinin değilmiş. İşlediği amelleri kendisine mâl ettiği için tövbe eder ve yaptığı amellerin Hakk'ın tevfîkiyle gerçekleştiğini idrâk eder. Bunu idrâk edince gönlünden Hakk'a giden yol kendisine açılır. O zaman bir rahatlık hisseder. Sonra ona yakîn kapısını açarlar. Bir müddet bu yolda yürür. Herkesden gelen her şeyi gönül hoşluğu ile kabûl eder. Her çeşit hakârete katlanır. İşte o zaman içindeki şüpheler ortadan kalkar. Sonra ona muhabbet kapısı açılır. Muhabbet sahasında ona bazı şeyler gösterilir. Bu safhada onda halka karşı benlik hissi doğar. Bu benlik hissi, melâmetle ortadan kalkar. Melâmet de şudur. İnsan başına ne gelirse gelsin, hep Allah muhabbeti ile kabullenir ve bu hususda kınanmakdan korkmaz. Önüne çıkan her ne ise, "Ben onu seviyorum, ondan hoşlanıyorum" der. Bu yönde de bir müddet mesâfe alır. Sonra bundan da kurtulur. O kişi "Allah beni seviyor, bütün bunlar O'nun lutfudur. Bunlar hep O'nun muhabbetinin ve kereminin eseridir, benim çabamın netîcesi değildir" kanaatine ulaşmadıkça içi rahat etmez, huzûr bulmaz. O zaman ona her şeyi Allah'dan bilmesi için tevhîd kapısını açarlar. Bu noktada şunu idrâk eder. Her şey O'dur, her şey O'nunladır, her şey O'ndandır. İnsanların kafalarındaki zanlar, sırf onları musîbet ve belâlarla denemek içindir, doğru değildir. Allah kullarını Cebbâr sıfatının hükmü altında tutuyor. Kul, O'nun sıfatları üzerinde tefekkür edince, haber yoluyla bildikleri artık ayan beyan olur, artık bildiklerini gözüyle görür. Hakk'ın fiillerini temâşâ eder. Burada anlar ki, "Ben" ve "Benden" dediği müddetçe hiç bir zaman O'na vâsıl olamaz. Bu makâmdaki kul mutlak bir acze düşer. Arzuları tamâmen ortadan kalkar. Böylece hürriyetine kavuşur ve rahata erer. Bu durumdaki kişi, O ne isterse onu ister, hep O'nun irâdesine tâbi' olur. Artık kul yok olmuşdur, her şey O'dur.
Önce fiil lâzımdır, marifet sonra gelir. Bu, insanın hiç bir şey bilmediği ve hiç bir şey olmadığı husûsundaki marifetdir. Bu öyle kolay kolay elde edilecek bir marifet değildir, öğretmekle veya telkînle elde edilemez. Bu, iğneyle dikilen ve iplikle bağlanan bir şeye de benzemez. Bu, Hakk vergisidir. Allah bunu kime ihsân ederse, kime tattırırsa bunu o bilir. Sûre-i Yûsuf'daki "ذَلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي" âyet-i kerîmesi ile Sûre-i Rahmân'daki "الرَّحْمَنُ عَلَّمَ الْقُرْآنَ" âyet-i kerimeleri buna işâretdir.
Cezbe, zâtı temâşâ için halkdan el çekmekdir. Bunun sonunda haberle bilinen gözle görülür, gözle görülen, keşfolunur. Keşif, temâşâ hâline gelir, temâşâ varlık hâline gelir, konuşma sükûta, hayât da memâta döner. Beyânın sonu gelir, bütün işâretler silinir, bütün ihtilaflar ve zıdlıklar yok olur. Fenâ tamâm olur, bekâ hakîkat olur. Yorgunluk ve zahmet ortadan kalkar, su ve çamur yani fânî beden kaybolup gider. Ezelî olan ise aynen zamânın olmadığı ezeldeki gibi kalır. Sûre-i Mülk'deki "قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَصْبَحَ مَاؤُكُمْ غَوْرًا فَمَن يَأْتِيكُم بِمَاء مَّعِينٍ" âyet-i kerîmesi de buna işâret eder.
Refref-i şevk ile lâhûta erer seyrânı
Cezbe-i 'aşkla bir dilde ki feverân olsa
Sâmiyâ kenz-i hüdâ çeşm-i irşâd açılır
Tâ ezelden kuluna lutf ile ihsân olsa
Listeye geri dön