23 Şubat 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük insanlar yüce dağlara benzer. Nasıl ki yüce bir dağın üstüne konan bir kuş ya da yamacında gezen bir keçi veyâ bir tarafında koyunlarını otlatan bir çoban o dağın büyüklüğünü tam olarak idrâk edemezse, bir insân-ı kâmilin yakınında bulunan kişiler de o zâtın büyüklüğünü idrâk etmekden âcizdirler.
Nasıl ki dağın üstünde rızkını arayan bin bir çeşit mahlûkâtın her biri kendi isti'dâdı ölçüsünce dağdan istifâde ediyorsa, büyük mürşidlerin sohbetinde bulunanlar da ancak kendi isti'dâdları ölçüsünde onlardan istifâde ederler. Filin lokması ile karıncanın lokması arasında nasıl büyük bir fark varsa insanlar da böyledir. Mürşid aynı mürşid olmasına rağmen kiminin nasîbi karınca kadar, kiminin nasîbi ise fil kadardır.
Bu teşbîhin bir vechesi daha vardır. İnsan yüce bir dağın üzerinde iken o dağın pek az bir kısmını görür, tamâmını göremez. Böyle bir dağın tamâmını görebilmek için ondan uzaklaşmak lâzımdır. Dağ için mesâfe şeklinde olan bu uzaklaşma büyük insanlar sözkonusu olduğunda iki türlü olur. Çoğu insanlar için bu uzaklaşma zamanla olur. Nitekim büyük insanların kıymeti yaşadıkları devirde anlaşılmaz, uzun zaman sonra anlaşılır. Bu uzaklaşma bazen de ma'nevî yükselme ile olur. Tıpkı bir dağa ne kadar yüksekden bakılırsa dağın o kadar iyi görülmesi gibi. Fakat böyle bir yükselme, pek az insana müyesser olur.
Bu teşbîhin bir vechesi daha vardır. Büyük insanlar zâhire kıymet vermezler, onların bütün işleri bâtınlarını ma'mûr etmekdir. Tıpkı yüce bir dağın üstü kıraç da olsa içinin kıymetli madenlerle dolu olması gibi. Böyle bir dağın içinde saklı olan cevherleri çoğu insan bilemez ancak ehli olan bilir.
Bu teşbîhin diğer bir vechesi ise şudur. "وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا Vel cibâle evtâdâ" ve "وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِهِمْ /Ve cealnâ fîl ardı ravâsiye en temîde bihim" âyet-i kerîmelerinde dağlar yeryüzünü sâbit tutmak için çakılmış kazıklara benzetilmişdir. İnsân-ı kâmil de aynen böyledir, dünyâ her bakımdan onlarla ayakda durur.
Âdem-i ma'nâda bul ey nûr-i Hakk'a âşikûn
Rûhunu rûh ile mezc et kâmil-i insâna gel