Büyük Kıyâmet Küçük Kıyâmet

20 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Kıyamet-i Kübra
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Malûm ola ki kıyâmet iki kısımdır. Biri kıyâmet-i sugrâ ve biri kıyâmet-i kübrâdır. Kıyâmet-i kübrâ, âlemin sûretiyle fenâsından ibâretdir. Ve onun alâmetleri vardır. Alâmetin birisi şemsin magribden tulûudur. İbrâhim aleyhisselâmın Nemrud'a, "فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ" kavlini tasdîk için şems magribden doğacakdır. Pes, Allahu Teâlâ şemsi magribden ve meşrıkdan tulû' etdirmeğe kâdirdir. 

Ve emmâ kıyâmet-i sugrâ, fenâat-i hamseden ibâretdir. Yani tabîatın şehevâtından fenâsı, nefsin hevâsından fenâsı ve kalbin ahlâkdan fenâsı ve rûhun ulûmdan fenâsı ve sırrın müyûldan fenâsıdır. Yani isteklerden ve arzulardan geçip, iyi huyları varsa, benim demeyip ve ben bilirim demeyip, sâhibine teslîm edip mâsivâya meyl etmemekdir. Yani kıyâmet-i sugrâ bu mecmû'dan ibâretdir. Ve bu kıyâmete kıyâmet-i sugrâ denildiği ancak sûretâ âlem-i asgar olan insanda vûkû'u içindir. Ve kıyâmet-i sugrânın dahi alâmetleri vardır. Şems-i rûhun magrib-, cesedden tulû'u gibi. Bundan mukaddem olanın aksi üzere. Zîrâ bundan mukaddem olan tulû', şems-i rûhun kalb-i a'lâ ufkundan tulû'udur. Ve nûr-i şems gibi onun nûru vardır. Lâkin o nûr, nûr-i şems gibi âfilîndendir yani gurûbu vardır. Lâkin onun gurûbu şöyledir ki, indinde nûr ve zulmet müsâvî olan fenâ-i küllî gibi gurûbu değil, belki nûr zulmete tebdîl olur. Resûl aleyhisselâmın, "İnnallahe halaka'l-halk fî zulme" (Allah mahlûkâtı zulmetde yaratdı) kavl-i şerîfinden ötürü. Yani Allahu Teâlâ halkı zulmet-i ademde takdîr etdikden sonra. nûr-i vücûd olan nûrdan halkın üzerine saçdı. Ve ol nûr şemd-i rûh nûrunu mahv eyleyüp, şems-i rûh bilâ-zıyâ tulû' eyledi. Şems-i rûhun magrib-i cesedden tulû'uyla murâd budur. Zîrâ magrib gibi cesed zulmânîdir. Meşrık gibi rûh nûrânî olduğu gibi. Fefhem. 
Demişlerdir ki, "el garîb ke'l-a'mâ" (Garîb kör gibidir). Yani a'mâyı irşâd lâzım geldiği gibi garîbe dahi âşinâ ve sâlike dahi def'-i a'dâ için esliha gerekdir.  Ve akvâ-yı silâh, mürşide irtibât-ı tâmm ve tevhîde iştigâldir. Zîrâ vahdet kesreti perîşân eder. Kâlallahu Teâlâ, "لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ". Bu âyet-i kerîmede ulûhiyyet ve vahdet ve kahr tahsîs olundu. Zîrâ kıyâmet-i kübrâda eşyâ aslına rücû edüp, sûretden hurûc etdiği gibi, kıyâmet-i sugrâda dahi, kahr-ı vahdet ve satvet-i zâtla te'ayyünât makhûre olup, asl-ı insân ki nûr-i Hakk'dır, ona râci olur. Ve ona rücû' demek bi'l-i'tibârıdr. Zîrâ ol manânın tahakkukundan ol dahi Hakk'ladır. Velâkin esbâb-ı hâilenin heylûleti i'tibârıyla karîb olan baîd gibi görünür, vatan gurbetden addolunur. Çünki hâil ve hicâb mürtefi' ola ve basîret inkişâf bula, a'mâ iken bînâ gibi olur ki güneş a'mâya hafî olduğu amâdandır. Ve illâ dav-ı âfitâb ona mün'akisdir. Fa'rif.
Listeye geri dön