12 Ocak 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
HİKÂYE
Vaktiyle bir müezzin hiç okuma yazma bilmediği halde sesi çok güzel olduğu için o devrin paşalarından birinin dikkatini çekmiş. Paşa onu himâyesine almış, konağında geniş bir oda vermiş, maaşa bağlamış. Paşanın ihsânlarıyla gâyet rahat bir hayat süren bu müezzinin hemşehrilerinden biri büyük bir âlimmiş. Bu âlim, uzun bir yolculuğa çıkacağı için kitaplarını emânet edecek bir yer aramış. Aklına hemşehrisi olan bu müezzin gelmiş. "Bunca yıldır biriktirdiğim bunca kıymetli kitabı ortada bırakmaya gönlüm râzı gelmiyor, senin yerin müsâitse bunları ben seyahatden dönünceye kadar muhâfaza eder misin?" diye ricâda bulunmuş. Müezzin, hemşehrisinin ricâsını kabûl etmiş ve kitapları alıp odasına bir güzel istiflemiş.
Bir gün müezzine köyünden misâfirler gelmiş. Bakmışlar ki köylüleri olan müezzin, son derece güzel kıyâfetler içinde, emrinde hizmetçiler, gâyet güzel dayalı döşeli bir odada kurulmuş oturuyor. Odanın her tarafında cild cild kitapları da görünce içlerinden biri şöyle bir ricâda bulunmuş :
Belli ki sen bir çok ilim tahsîl etmişsin ve böyle yüce bir makâma erişmişsin. Biz ise câhil adamlarız. Şimdi bize lutf edip şu kitaplardan bir şeyler okusan da biz de bir şeyler öğrensek, istifâde etsek, olmaz mı?
Hiç okuma yazması olmayan müezzin, hemşehrilerine mahcûb olmakdan korkarak, hiç bozuntuya vermeden, hemen kitaplardan birini eline almış ve "Bu küçük bir kitâbdır, kırk fasıl ve yirmi sekiz bâbdan müteşekkildir. Şimdi size bundan bir fasıl okuyacağım" diyerek kitabı rastgele açmış ve okur gibi yaparak şöyle demiş :
Allah Allah! Bakın şu işe ki, Mûsâ peygamber ile Firavun rivâyeti denk geldi. Hani Hakk teâlâ Mûsâ peygambere "Git Firavun'la ceng eyle, yeryüzünü ona teng eyle" dedi ya. Mûsâ peygamber de "Yâ Rabbi! Onun askeri çok, bende ise hiç asker yok" demişdi ya. Cenâb-ı Hakk da Mûsâ peygambere "Korkma! Ben sağ oldukça sana zarar gelmez" diye hitâb etmişdi ya. İşte bu fasıl onu beyân ediyor.
Ne bilsin ma'rifet hâlini cühhâl
Bakarlar seblet ü rîş ü libâsa
Sanırlar hil'at erbâbın melâyik
Demezler kelb erbâb-ı pelâsa
Bunların ekseridir nakş-ı dıvâr
Ki benzer reng ü sûret birle nâsa
NÜKTELER
Lâmizâde Abdullah Çelebi'nin "Letâif"inden aldığımı bu hikâye, bizlere cehâletin birkaç çeşidini birden gösteriyor. Şöyle ki :
Cühelânın bir zümresi var ki bunlar câhil olduklarını kabûl edip, itiraf edenlerdir. Bunlar da birkaç kısımdır.
- Cehlini kabûl edenlerin bir kısmı bilmediklerini öğrenmek için bilenlere mürâcaat ederler. Bunlar câhillerin en hayırlılarıdır.
- Cehlini kabûl edenlerin diğer bir kısmı cehâletle yaşamaya râzı olanlardır. İster tembellik, ister imkânsızlık, ister başka bir sebebden bilmediklerini öğrenmek için teşebbüsde bulunmayan insanlar ölene kadar câhil kalacakları için öncekiler kadar hayırlı değillerse de yine de bunların hâli ehven-i şerdir.
- Cehlini kabûl edenlerin üçüncü kısmı ise hikâyedeki köylüler gibi, bir câhili âlim zannederek ona bel bağlayanlardır. Bunların cehâleti, o derece koyu bir cehâletdir ki âlim ile câhili ayırd edemezler. Meselâ kıyâfetine, ünvânına, dış görünüşüne bakarak kör câhil bir adamı âlim, bir allâmeyi de kör câhil zannedebilirler.
Cühelânın diğer bir zümresi ise cehlini itiraf edemeyenlerdir ki bunlar Allah'dan hayâ etmezler de cehâletleri ortaya çıkınca ayıplanacakları korkusuyla kullardan çekinirler. Bunlar hepsinden de beterdir zîrâ cehâletleri yetmemiş riyâya ve yalana da batmışlardır. Bu zümre içinde en fenâ olanlar ise riyâ ve yalanlarına İslâm'ı, Kur`ân'ı ve mukaddesâtı âlet edenlerdir. "إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا İnnel munâfikîne fîd derkil esfeli minen nâr, ve len tecide lehüm nasîrâ" âyet-i kerîmesi "esfel-i sâfilîn" ehli olan bu zümreye işâret eder.
Câhil ile etme sohbet kârın ziyândır
Ârif ile eyle ülfet dârın cinândır