Celâl ve Cemâl - Sohbet - 2 Nisan 1980 ABD

31 Ocak 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bu konuşmayı Amerika'daki bir sohbetlerinde kendisine tevcîh edilen bir suâle cevâb olarak yapmışlardı. Soruyu soran kişi, "Ben her gün pek çok günah işlediğim halde ertesi sabah yine sağ salim yatakdan kalkıyor ve günümü keyifle geçiriyorum, bu nasıl oluyor?" kabîlinden bir soru sormuşdu. Efendi Hazretleri buyurdular ki : 
Bir veliyyullah diyor ki, ben mescide gitdim, câmiye namaz kılmaya gitdim, güzel bir delikanlı geldi, yüzünden nûr lemeân ediyordu çocuğun. Genç bir delikanlı ama köle. Yani o devir köle devri. O namaz kıldı, ben de kıldım. Namazdan sonra çocuğa selâm verdim, 'selâmün aleyküm' dedim, o benim selâmıma mukâbele etmedi, yani aleyküm selâm demedi. Halbuki selâm verildi mi selâmı almak büyük şey, çünkü selâm, Allah'ın selâmıdır. Almadı ve gitdi. Taaccüb etdim, bu güzel yüzden, bir cevher var içerisinde bunun, belli bir şey, niye benim selâmımı almadı diye şaşırdım. 
Ertesi gün ben gene câmideydim, o çocuk geldi, beni gördü, 've aleyküm selâm' dedi ve namaza durdu. Namazdan sonra ben çocuğu tutdum, dedim ki, 'Evlâdım dün ben selâm verdim, sen benim selâmımı almadın, aradan bir gün geçdi, sonra sen selâmımı aldın, bunun sırrı nedir?'. Dedi ki, 'Ben köleyim. Benim efendim bana dedi ki, tenbîh etdi, sakın hâ benim iznim olmadan kimseyle konuşma dedi. Ben de efendime karşı âsî olurum diye', dikkat et konuşduğum söze ama!, 'efendime karşı âsî olurum diye, selâmı içimden aldım, zâhiren almadım, Allah'ın selâmıdır. Fakat sizin kalbiniz mükedder oldu, benim selâmımı niye almadı bu çocuk diye, yani ben onu sizin yüzünüzden okudum. Efendime gitdim işi arz etdim, Bir zât var mescid-i şerîfde, veliyyullah, evliyâullahdan bir zât-ı muhterem. Ben o zâtı öyle gördüm. Bana selâm verdi ben selâmını almadım. Çünkü sizin sözünüze isyân etmiş olacağım. Sen bana kimseyle konuşma demişdin. Acaba onun selâmını alabilir miyim, onunla konuşabilir miyim diye izin istedim. O da dedi ki, selâmını al ve konuş, ben tanıyorum o zât-ı muhteremi, o büyük velîdir. Benim tarifim üzere seni tanıdı. Onun için şimdi sizin selâmınızı aldım, konuşabiliriz seninle dedi. 
Ben düşündüm ki 'Oğlum sen kula kul olmuşken, efendinin emrinden katiyyen dışarı çıkmıyorsun, senin kul olduğun zâtın efendisi var, Hakk Teâlâ ki hepimizin efendisidir, herhalde sen onun yolundan, onun emrinden hiç dışarı çıkmazsın dedim kendisine. 
Bak dikkat et konuşduğum söze ama! Bak diyor ki, "sen kulsun, senin efendin kuldan, o da kul tâifesinden. Sen kula böyle itâat edersen, efendine, efendilerin efendisi olan Allahu Teâlâ Hazretlerine herhalde hiç isyânın yokdur".

Çocuk dedi ki, 'Ben belki efendimin emrinden dışarı çıkabilirim efendi duymadan, görmeden. Ama onun Rabbi beni görür, O'na isyân etdiğimi görür. Bir kerre ben onun sözünden çıkarım efendi duymaz, bir kerre daha efendiye ben gizli olarak isyân ederim, efendi gene duymaz, bir kerre daha isyân ederim, günah işlerim, gene efendi duymaz ve ses çıkarmaz. Ve onun Rabbi de ses çıkarmaz benim yapdığım isyâna. Çünkü O settârdır, örter. Ama her şeyin bir nihâyet vardır, bir gün gelir, günahımın nihâyetinde bir gün setri kaldırır ve ben ondan bir terbiye görebilirim. Bunu düşünürüm' dedi. 'Efendimin cemâli çokdur, cemâllidir eğer celâli olmazsa Efendim nâkıs olur sonra, Efendimde nâkıslık yokdur. Hem celâli vardır, hem cemâli vardır. Evvelâ cemâlle karşılar, karşılar, karşılar, sonra ben ona isyânıma böyle devâm edersem, celâliyle bana bir tokat vurur, onu düşünürüm' dedi.
Çocuk söze devâm etdi, 'Yâ veliyyallah, sen görmüyor musun, bütün dünyâda yaşayan her mahlûkun celâli ve cemâli vardır. Birçoklarının cemâli gâlibdir ama zamânı gelip de celâli geldiği vakitde, cemâli kadar celâli de biraz ağır olur. Allah Celle de böyledir' dedi. Allah'ın cemâli çokdur. İnsan günah işler işler, Allah affeder, günâh işler, Allah affeder, günah işler, affeder. Sonra bir gün celâli gelir, bir sille vurur, o vakit sillesinin devâsı olmaz. Görmüyor musun kâinâtda bir çok insanlar, bir çok derdlere mübtelâ olmuşlar. Bunlar celâle uğramışlardır' dedi. 
'Bunun da misâli dünyâ yüzünde görülüyor. Meselâ su. Su mebde-i hayâtdır. Bahçeleri ihyâ eden, nebâtâtı yetiştiren, insanlara hayât veren sudur. Ama cemâliyle olur bu iş. Ama celâli gelirse, boğar, yıkar, devirir. Mebde-i hayât olan su ile Allah Nûh'un kavmini helâk etmedi mi?' dedi.

'İkincisi ateş. Kış gününde ısınırız, eşyâmızı kuruturuz, hânelerimizi ısıtırız, hayâtımızdır. Ama cemâli vaktinde. Celâli geldiği vakitde, yakar, yıkar, mahveder' dedi. 'Görmedin mi Şuayb'ın kavmini? Yağmur yerine semâdan ateş yağdı onların başına. Halbuki onlar çok günah işlediler, Şuayb'in kavmi. Nûh'un kavmi de öyle, çok günah işlediler. İşlediler, işlediler, Allah bir şey yapmıyor, Allah bir şey yapmıyor, Allah bir şey yapmıyor, Allah olsaydı yapardı. Yapmıyor, yapmıyor sonra birdenbire geldi ve helâk etdi' dedi.

'Ne kadar güzel, yaz gününde, sıcak havalarda esen rüzgar. Meyvalara revnâk verir, yapraklardan mûsıkî sesi işidilir, fakat celâli geldi mi, kavm-i Hûd'a olduğu gibi, kaldırdı yerden kopardı, yerden insanları sökdü aldı semâya kaldırdı, birbirine çarpdırarak öldürdü' dedi. 'E mahlûkât böyle olunca Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinin de celâli ve cemâli vardır, cemâli geldiği vakit, Şeytan bile göbek atar, Allah beni affeder diye. Ama celâli geldiği vakitde, enbiyânın, evliyânın bile diz bağları çözülür, yerlere secde ederler' dedi. 
Çocuk, o velîyi ağlatdı bunları konuşarak. O veliyyullah dedi ki, "Oğlum, Allah seni bu yaşda, bu gençlikde, bu mertebeye, bu irfâna erdirmiş, bir acâibât gördün mü, Allah sana bir acâibât gösterdi mi? Ki bana onu haber ver de ben de halka haber vereyim". "Evet" dedi çocuk, "Bir gece ben ibâdet yapıyordum, Allah bana ilhâm etdi ki, 'sen filanca kıra çık', kır yerine, insan olmayan bir yer varmış, 'oraya çık, orda dur'. Çünkü ben duâm esnâsında dedim ki 'Yâ Rabbi bana ehl-i nârdan birini göster', ağzımdan böyle çıkmışdı benim duâm. Allah da bana dedi ki, 'çık filanca yere, o sahrâya çık, orda insan yok, oraya git, orda dur. Sana âyetimi göstereceğim'. Ben oraya gitdim, bakdım, bir âfet kopdu karşıdan geliyor. Bir ejderhâ! Gözlerinden ateş saçıyor böyle o ejderhâ. Önüme geldi durdu. Ben de titremeye başladım. Allah bana dedi ki, 'Korkma, onun sana bir zararı olmaz. Bakdım o ejderhânın kuyruğunda bir adam var, o ejderhâ kuyruğunu onun boynuna sarmış, bir adamı bağlamış kuyruğuna, böyle sarılmış, o adamın sağından ateş, solundan ateş çıkıyor vücûdundan, sırtından da ateş çıkıyor. Durdu. Sonra Allah bana ilhâm etdi ki, 'Sor ona, sen kimsin, niçin bu belâya mübtelâ oldun diye sor'. Ben sordum ona, 'sen kimsin?' diye sordum, izn-i ilâhî ile, o zât dedi ki, 'Ben Yûsuf-i Sakafî'yim. Târih-i islâmda meşhûr Haccâc-ı Zâlim. Sordum ona dedim ki, 'Bu senin mübtelâ olduğun bu belâ bu azâb nedir?'. Dedi ki, 'Ben hayâtımda çok fenâlık yapdım insanlara, çok fenâlık yapdım insanlara, Allah o amelimi bu şekle koydu. Çünkü yılan zulüm remzidir, yılana tahvîl oldu benim o amelim, bana şimdi azâb ediyor'. 'Peki bu senin sağından solundan çıkan ateşler nedir?'. 'Bunlar halkdan dökdüğüm kanlar ve bi-gayrı-hak zabt etdiğim mallar ' dedi. 'O mallar mal olmadı, onlar ateşe tahvîl oldular. Biz onu mal zannetdik vaktiyle ama mal değilmiş onlar, ateşmiş' dedi. 'Mülküm nâmına dökdüğüm kanlar da, zannetdim ki ben mülk bana bâkî kalacak, halbuki bâkî olmadı, onlar da bu ateşe tahvîl oldular. İşte benim hâlimi gör, benden ibret al, dünyâ yüzünde günah yapmaya kalkma. Günah yaparsın, yaparsın, Allah ses çıkarmaz, ses çıkarmaz, çıkarmaz ama nihâyetinde celâli gelir bu hâle sokar insanı' dedi. Sordum gene, 'Allah'ın rahmetinden ümîdini kesdin mi?' diye sordum. Dedi ki, 'Yoook, gördüğüm bu azâb benim yapdığım şeyler, Allah zulümden münezzeh. Allah zulüm yapmaz, ben yapdıklarımın cezâsını çekiyorum ama O'nun rahmetinden ümîdimi kesmedim. Ben Muhammedü'r-Resûlullah dedim. O'ndan ümîdini kesmeyeneleri Allah mahrûm etmez, bir gün beni de affedecekdir' dedi ve önümden çekilip gitdiler" diyor. 
Haccâc, "Bu gördüğüm azâb benim ef'âlim, Allah zulümden münezzeh" demiş. Ne cennetde ağaçlar köşkler var, ne cehennemde ateş var. Estağfirullah. Yani misâl olarak söylüyorum bunu. İnsanlar burdan götürüyorlar oraya. Hattâ Behlûl Dânâ bunu bize işâret için, bizi irşâd için, Behlûl Dânâ geliyordu bir gün, halîfe Harûn Reşîd sordu ona dedi, "Behlûl, nerden geliyorsun?", "Cehennemden" dedi. "Niçin gitdin cehenneme?", "Ateş almaya gitdim fakat bulamadım" dedi. "Sordum orda cehhennemin memurlarına, cehennemde ateş var diye buraya ateş almaya geldim, dediler ki 'Cehennemde ateş bulunmaz, onu insan dünyadan buraya getirir' dediler" dedi. Çünkü eğer bir yumurta çalanla, bir milyon çalan aynı cehenneme girerse o vakit Allah'ın adâleti nerde kalır? Bir dolar çalan, bir dolarlık ateş bulacak orda. Bir milyon çalan da, bir milyonluk ateş bulacak. Gene cennetde de böyle. Cennet kuru bir arazi olsa, burda yapdığımız hayırlı amellerimizle, bizden evvel biz oraya ağaçlar dikdirir, meyva ağaçlarını dikdiririz ve binâyı yapdırırız, köşklerimizi, burdan yapacağımız efâlle.
www.muzafferozak.com

Listeye geri dön