3 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Cem' ve fark, tasavvufun en derin meselelerindendir. Bunlar birer hâl oldukları için kâl ile ta'rîfleri pek güçdür. Ama yine de îzâh edilmesinde faydalar vardır. Zîrâ bu ıstılahlar bilinmezse, sôfilerin sözleri ve hâlleri anlaşılmaz.
Seyr ü sülûkde esas olan üç menzil vardır. Biri fark, biri cem', üçüncüsü de cem'u'l-cem' denilen makâmdır ki, sôfiyye lisânında buna fark ba'de'l-cem' derler. Yani iki fark menzili arasındaki makâma cem' derler. Birinci fark, avâmın hâlidir. Zîrâ avâm, halkı yani yaradılmış olanları görür ama Hakk'ı görmez. Bu, aslında gizli bir şirkdir. Çünkü tevhîd-i hakîkîye münâfî ve mugâyirdir. Zîrâ vâcibü'l-vücûd ancak Hakk'dır, mahlûkâtın varlığı izâfîdir. Seyr ü sülûk ederek Hakk'a gidenler, cem' makâmına erişdiklerinde, Hakk'dan başka bir şey görmezler. Bu mertebeye erişenlerden bazıları, mahlûkâtı Hakk zanneder ve ilhâda düşerler, zındık olurlar. Zîrâ halk, Hakk olamaz. Onun için bu makâmda kalmayıp daha ileri gitmek gerekir. Sâlik daha da ileri giderse, cem'u'l-cem' makâmına erişir ki bu mertebede Hakk'ı müşâhede ederken halkı da görür. Ama halkı Hakk'dan ayrı görmez. Cümle mahlûkâtı Hakk'ın esmâsının ve sıfâtının gereği bilir ve neye baksa onda Hakk'ın sıfatlarını görür. Yani her şeyin Hakk ile vâr olduğunu, eşyânın tecelliyât-ı ilâhîye mahal ve mazhar olduğunu, kendi başına bir varlığı olmadığını anlar. Bunu, "Hakk'ı halkda, halkı Hakk'da görmek" diye de tarif ederler. Sâlik bu makâma gelince, artık her işi gereği gibi yapar, her şeye lâyık olduğu gibi muâmele eder, mutlak bir adâlet üzere davranır.
Hazret-i İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh Efendimiz bütün bu hâllleri tek bir cümlede pek vecîz bir sûretde şöyle ifâde buyurmuşlardır :
Cem'siz fark şirk, farksız cem' zındıklık, cem' ile fark bir arada olursa tevhîddir.
Sôfiyye lisânında çokça kullanılan "fenâfillah" tabiri, cem' makâmına karşılık düşer, "bekâbillah" tabiri de cem'den sonra gelen fark makâmının karşılığıdır. Evvelki fark, kesret ve isneyniyyet tabirleri ile ifâde edilir. Vahdeti kesretde bulmak denilince fenâfillah anlaşılır, kesreti vahdetde bulmak denilince ise bekâbillah anlaşılır. Hakk ile Hakk olmak tabiri de bu ma'nâyadır.
Bu vesîle ile şunu da belirtmek istiyorum. Evliyâullah hazerâtından sâdır olan ve zâhir ulemâsı tarafından küfre ve ilhâda haml edilen bir takım sözler vardır ki bunlar hep cem' makâmının eseridir. Meselâ Bayezid Bistâmî Hazretlerinden zâhir olan "Sübhânî mâ a'zame şânî/Kendimi tenzîh ederim şânım ne yücedir" sözü böyledir. Yine Eşrefoğlu Rûmî Hazretlerinden zâhir olan "Benem ol Dâim ü Bâkî göründüm sûretâ insân" nutku da cem' makâmından söylenmişdir. Hallâc-ı Mansûr Hazretlerinin meşhûr "ene'l-Hakk" sözü" de yine aynı makâma işâret eder. Bu makâm fenâ makâmı olduğundan, o makâma erişen kişinin irâdesi artık yok olmuşdur, ondan zâhir olan sözler ve fiiller artık ona âid değildir, Hakk Celle ve A'lâ Hazretlerinindir.
Kur`ân-ı Kerîm'de cem' makâmına işâret eden pek çok âyet vardır. Bunların en meşhûru, Hazret-i Peygamber hakkındaki, "Atdığın vakit sen atmadın, lâkin Allah atdı" meâlindeki, "وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ vemâ rameyte iz rameyte velâkinnallahe ramâ" âyetidir. Yine, "Kulum bana nafilelerle öyle yaklaşır ki, benimle işitir, benimle görür, benimle yürür, benimle tutar" meâlindeki hadîs-i kudsî de bu makâma işâret eder. Nitekim enbiyâullahdan ve evliyâullahdan zâhir olan beşer kudretinin çok çok üstünde, akılları durduran fevkalade hâdiseler, ki biz bunlara mucize diyoruz, hep bu makâmın eseridir.