1 Aralık 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Ey tâlib-i esrâr-ı ilâhî ve ey râgıb-ı rumûz-i nâ-mütenâhî!
Ekâbir-i evliyâ ve selâtîn-i asfiyâ cemâl-i bâ-kemâl-i Hakk'ı iki kısım i'tibâr etmişlerdir. Biri cemâl-i mutlakdır. Ol vahdet-i zâtîdir. Ve ârif, cemâl-i mutlakı fenâfillah ve bekâbillah hâlinde müşâhede kılar. Ve biri dahî cemâl-i mukayyeddir. Cemâl-i mukayyed oldur ki, mahbûb-i hakîkî, mezâhir-i rûhânî ve mecâlî ve merâyâ-yı cismânîden tecellî kıldıkda, muvahhid ol cemâli âyine-i eşyâda müşâhede kıldıkda, 'ayn-ı cemâl-i mutlakın envâr ve pertevin müşâhede eder. Pes her ne kadar dilber-i melâhat-girdâr ve mehveş-i sabâhat-âsâr vâr ise, ol mahbûb-i hakîkînin cemâl-i bâ-kemâlinden müsteârdır. Pes muvahhid, cemâlullahı gâh bilâ-kayd velâ ıtlâk ve gâh bi-hasebi'l-mezâhir ve'l-mahal müşâhede eder. Nitekim Sultânü'l-Muvahhidîn Bayezîd Bestâmî "Ben otuz seneden beri Allah ile konuşur ve O'nu işitirim, insanlar ise beni kendileriyle konuşur zannederler" buyurmuşlardır. Bu kibâra her bâr, envâr-ı lâhût gâlib ve esrâr-ı ceberût tâli' ve lâmi' olur. Zâhir ve mazhar bunların çeşm-i şuhûduna vâhid olup, isneyniyyet ve gayriyyet müretfi' olur. Pes zâhiren mazhara hitâb eyleseler, murâdları ol mazharda mütecellî olandır. Lâkin halk bu sırrı fehm edemezler.İlâhî sırları tâlib olanlara hitâben yazılmış olan bu satırlar, tecelliyât-ı ilâhînin iki vechesine işâret etmekdedir. Hazret'in cemâl-i mutlak ve cemâl-i mukayyed olarak isimlendirdiği bu tecellîlerden ikincisine misâl, Hazret-i Mûsâ'ya vâki' olan tecellîdir ki "فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ / Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtıil vâdil eymeni fîl buk'atil mübâraketi mineş şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbül âlemîn" âyet-i kerîmesi ile beyân olunmuşdur. Bu tecellî, bir ağaçdan zâhir olmuşdur. Birinciye yani cemâl-i mutlaka misâl ise, Resûl-i Ekrem Efendimize vâki' olan zât tecellîsidir ki "فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى / fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ" ve "وَالضُّحَى * وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى / Ved duhâ * Vel leyli izâ secâ" âyet-i kerîmeleriyle beyân olunmuşdur.