30 Ekim 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Ba'dehû bu ibâretle vârid oldu ki, "Allahümme bâbün min ebvâbi'l-cenneti". Yani "Allahümme" kelimesi ebvâb-ı cennetden bâb-ı 'azîmdir ki bâb-ı tevhîddir. Zîrâ cennete dâhil olan muvahhidlerdir. Ebvâb-ı bâkıye ise a'mâl-i fâzıla içindir ki ehl-i îmân olanlar 'amelleri hasebiyle münâsib olan kapılardan dâhil olurlar. Ve bazıları def'aten vâhideten cemî'-i ebvâbdan dâhil olur, Ebûbekr es-Sıddîk gibi, radıyallâhu anh. Zîrâ cemî'-i a'mâl-i fâzıla ve cümle-i ahlâk-ı hamîdeyi tevhîde zamm etmişdir. Ve şahs-ı vâhid cemî'-i ebvâbdan ne vech ile dâhil olduğu keşf ile bilinir. Zîrâ orası 'âlem-i melekûtdur ki 'âlem-i hisse kıyâs olunmaz. Ve cennet içinde dahi bu makûle 'akla muhâlif nesneler olsa gerekdir. Mü'mine lâzım olan i'tikâddır, yoksa keyfiyyetinden bahs değildir. Zîrâ böyle umûr-i bedî'ada keyfiyyet olmaz, belki emr-i vahdânîdir ki ânî ve def'îdir.
Ve câizdir ki bâb-ı mezkûrdan murâd bâb-ı tevhîdden gayrı bâb ola ki ona "bâb-ı münâcât" derler. Nitekim âhir-i celâlede olan mîm ona delâlet eder. Ve ona bâb-ı mukarrabîn derler. Zîrâ Hakk ile münâcât etmek sıfat-ı mukarrabîndir ki fark ve cem'i cem' eder. Nitekim namâz içinde vâki' olur. Pes, hicâb-ı mahzda ve keşf-i sırfda münâcât olmaz.
İşte tevhîd ve 'amel-i sâlihin netîcesi cennete duhûl ve makâm-ı kurbete vusûl oldu. Velâkin tevhîdden maksûd-i aslî, tevhîd-i hakîkîdir ki lisânı Hakk ile tevhîddir. Zîrâ bu makûle ehl-i tevhîd makâmât-i 'âliyyede netîce-i hâlleri müşâhede-i cemâl-i ilâhî olur ve bunlara cümle mülk teslîm olunup herhangi kapıdan dilerlerse duhûl ederler. Onlar için muzâyaka ve izdihâm yokdur.