17 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde "وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ" âyet-i celîlesini îzâh ederken buyuruyorlar ki :
Yani cehennem ehl-i cehenneme takrîb olunduğu gibi cennet dahi ehl-i cennete takrîb olundu. Cehennemin takrîbi budur ki mahşerde zencîrlerle zebâniye yedleriyle cerr olunur. Bir vechile ki teğayyüz ve zefîr ile a'dâ üzerine hücûm edip onun feze'ınden zehreler çâk olur. Onun için ol güne "yevm-i feze'-i ekber" denildi.
Ve cennetin takrîbi budur ki Allâhu Teâlâ serî'u'l-hisâb olduğu cihetden zamân-ı yesîrde ehl-i îmân ve takvâyı cennete idhâl eder. Zîrâ burada takvâ ile murâd, küfr ve me'âsî ve ta'alluk-ı mâsivâdan perhizkâr ve munkatı' olanlardır. Bunlar ise sırâtı berk-ı hâtif gibi geçerler ve cennetle aralarında mesâfe olmaz ve cenneti ba'îdden müşâhede etdikleriyle dâhil oldukları akreb-i i sâ'atde olur. İşte bu hâlet, kurb-i sûrîye göredir.
Ve bu iki tâifenin her birine kurb-i ma'nevî dahi vardır. Ehl-i cehenneme kurb-i ma'nevî budur ki onlar dünyâda tabî'at ve nefse müstashib olup zulmet-i anâsırda kalmışlardı. Bu ise cehennem-i mu'acceledir. Zîrâ cehennem nefs ve tabî'at ile pür olsa gerekdir. Ve bu ma'nânın cehennem-i mu'accele olduğuna delâlet eder şol âyet ki gelir, "اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ". Yani yetîm mâlı ekl edenlerin bâtınında âteş olur. Pes, ol âteş bu dünyâda iken onları ihrâk ederdi, velâkin hicâb-ı tab' galîz olmakla ihsâs etmezlerdi. Sonra ki ma'nâ sûrete geldi ihsâs etdiler. Onun için "فَذُوقُوا الْعَذَابَ" denildi. Yani zevk-ı azâb âhiretde inkişâf-ı hicâbdan sonra olur.
İşte kefere ve fecereye göre cehennem-i mu'accele ve müeccele budur. Ve bunlar gerçi bi-hasebi'l-emânî cenneti kendilerine takrîb etdiler, velâkin i'tikâd ve 'amelleri onları oradan teb'îd eyledi ve cennet dahi onlardan ba'îd oldu. Zîrâ bâğ ve bahçe hanâzîrden firâr eder ki miyânda münâsebet yokdur. Zîrâ cennet kabza-i yemîn ile makbûz olanlar içindir. Onlar ise kabza-i şimâl ile makbûzlardır ki istihkâk-ı zâtîleri cehenneme tarhdır. Şol ma'nâdan ki nakş-ı zâtî ve resm-i aslî mütegayyir olmaz.
Ve ehl-i cennete göre kurb-i ma'nevî budur ki insân cennete kalb ve rûh mertebesinde dâhil olur. Zîrâ insân-ı kâmil dünyâda nefs ve tabî'atı tezkiye etmekle bâb-ı cehennemi sedd ve bâb-ı cenneti feth etmiş idi. Bu cihetden mu'accelede na'îm-i esmâ ve sıfât ve müşâhede-i zât ile mütena''im idi ve cennet-i müecceleden firâr ederdi ki sûret-i cennetden murâd na'îm-i sûrîdir. Onun murâdı ise Hakk idi, mâsivâ değil idi. Onun için cennete ve cennet dahi ona takrîb olunur. Ve bu sırra işâretdir şol eser ki gelir, " عَجِبَ اللَّهُ مِنْ قَوْمٍ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ فِي السَّلاَسِلِ" (Allah zincirlerle cennete sevk olunan bir topluluğa taaccüb eder). Yani ehlullâh cennet-i müeccele kaydında olmayıp ondan firâr ederlerken oraya zencîr-i nûr ile meczûb olurlar, tâ ki bedenen na'îm-i sıfât ve rûhen müşâhede-i zât ile mütena''im olup tâ'at ve ma'rifetden her birinin netîcesi zuhûra gele ve illâ va'd zâyi' ve hükm-i sûret bâtıl olmak lâzım gelir. İnsân ise sûret ve ma'nâdan ibâretdir.
Ve cennetde dahi makâm-ı müşâhede vardır ki “kesîb” dedikleri mahaldir. Ve bu kesîb gerçi mahcûb olanlar için mevzû'dur. Zîrâ mükâşifler her mevtında müşâhedeye kâdirlerdir, fe-emmâ orada dahi sûret ve ma'nâyı tatbîk için hâzır olurlar. Ve mahcûblar mertebe-i rubûbiyyetden müşâhede ve onlar mertebe-i tecellî-i berkîden mu'âyene ederler. Zîrâ zât ve sıfât onlarda kemâl bulmuş ve fark ve cem' müctemi' olmuş idi. Bu cihetden iki vech ile mütena''im olurlar ki ehl-i hicâb ile mertebe-i rubûbiyyetde iştirâklerinden mâ-adâ mertebe-i zâtda mütena''imlerdir.
Ve tecellî-i sıfat Hazret-i Mûsâ'nın aleyhisselâm Tûr'da sûreti hâlidir ki makâm-ı kelîmiyyetdir. Zîrâ Mûsâ’nın zâhiri mertebe-i sem'de tecellî-i kelâmda ve bâtını mertebe-i basarda tecellî-i zâtda idi. Ve Cenâb-ı Nübüvvet'in, sallallâhu aleyhi ve sellem, Leyle-i Mi'râcda makâm-ı nûrda hâli sûreten ve ma'nen, zâhiren ve bâtınen tecellî-i zât idi ki sırrı sûrete girip her yüzden nûr-i zât ile munsabığ idi. Ve bu ma'nâ-yı 'azîm ve sırr-ı cesîm ile kıyâm ve ittisâfından ötürü cesedlerinde sâye yok idi. Zîrâ sâye zulmetdir, nûr-i zâtda ise sâye olmaz. Zîrâ vücûd-i Hakk bi'l-külliyye nûrdur. Pes, mazhar-ı tâmm dahi ona göredir. Ve kemâl-i Nebevî'ye nazar eyle ki Hakk ile mükâlemesi dâim idi, Mûsâ'daki gibi inkıtâ' yok idi. Zîrâ Mûsâ vakt-i ma'lûmda mükâleme edip Tevrât dahi def'aten vâhideten tenzîl olundu.Cenâb-ı Nübüvvet ise, "Ebîtü inde rabbî" (Rabbimin yanında gecelerim) mûcebince her bâr indallâh beytûtet edip makâm-ı kudretden gıdâ-i rûh bulurdu ve Kur`ân tedrîc ile nüzûl edip her bâr Hakk ile tâze tâze mükâleme ederdi. Ve bu ma'nâ için Kur`ân müneccemen tenzîl olundu.