5 Aralık 2014 tarihinde yayınlanmıştır.
![]() |
Cezâevindeki mahkûmlarla |
Mahkemeye gittik, hâkim : "Siz şemsiyeci misiniz?" dedi. "Şemsiye, mantık kitabıdır, sizin bildiğiniz şemsiye değil o" dedim. Hâkim : "Ben anlamam mantık filan, hadi gidin içeri yatın da aklınız başınıza gelsin" demesin mi! Aldılar bizi Sultanahmet Cezâevine tıkdılar. 66 gün de orada kaldık elhamdülillah. Orada ne kadar mahkûm varsa ahbâb olduk. Berbat Süleyman, Çamur Şevket, Gangaster Hakkı. Akşam olunca ben oturup ilâhî söylüyorum, bunlar başlıyor sallanmaya. "Efendi Baba, sen ne okuyorsun da biz böyle sallanıyoruz?" diye soruyorlar.
Mahkûmların arasında Sabri Bey diye biri var, çağırdı beni dedi ki : "Sen bu adamlarla ne konuşuyorsun, sakın bunlarla konuşma! Zîrâ bunlar zâhirde insandır ama hakîkatde hepsi birer hayvandır. Bak, meselâ şu kobra yılanıdır, bu akrebdir, şu kaplandır, bu maymundur" diyerek hepsinin amellerini saydı. Meğerse adamın mükâşefesi açıkmış.
Paraşüt Osman anlatdıydı. "Bakdım balkona güzel bir halı asmışlar, içim gitdi" dedi, "asmışlar balkondan aşağı doğru. Bir kedi atdım" dedi, "beline bir ip bağladım kedinin, atdım" dedi. "Kedi halıya asıldı, kediyle beraber halıyı aşağıya indirdim" dedi. "Derken bağırdı yukarıdan madam, vay halı düşdü aşağı!, biz kaçdı, farkına varmadı" dedi. "Ertesi gün ben karşıdaki ağaca çıkdım" dedi, "evin karşısında ağaç var, oraya çıkdım oturdum" dedi, "gece akşam vakti". Yahudiymiş sâhibi. Madamla mösyö ikisi oturmuşlar, yemek yemişler içmişler filan, yatmışlar halının üstüne. Yaz gecesi böyle. Uzanmışlar, halının üstüne yatmışlar. "Oradan çıkdım" diyor, "ikisinin arasına girdim yatdım" diyor. "Evvelâ kadına sarıldım" diyor. "Madam benim sıcaklığımı duyunca yuvarlandı" diyor. "Biraz daha, biraz daha onu halıdan dışarı çıkardım ben" diyor. "Bu sefer beye gitdim dayandım, arkamı koydum mösyöye. O da döndü bu tarafa, sıcak çünkü hava" diyor. "O da gitdi. Ben halıyı toparladım, aldım yürüdüm". Kalkmış sabahleyin herif, "Ulan nasıl aldı halıyı altımızdan!" demiş. Karakola müracaat etmiş, demiş "hırsızı bulursanız, davâcı değilim, para vereceğim şu halıyı nasıl aldı altımdan, onu söylesin" demiş.
"Bak Osman" dedim, "artık tövbe et, bak af çıkıyor" dedim. "Efendi olmaz" dedi "biz paçayı kurtaramayız" dedi. Dedi, "Bundan evvel ben bir tövbe etdim" dedi. "Arkadaşlarımın yanına gitmiyorum" dedi. Tek başıma, çivi topluyorum, cam topluyorum, onları satıyorum, onlarla geçiniyorum" dedi. "İşim iyi" dedi. "Bir gün sonbahardı" dedi, "bu sâhilyolundan gidiyorum" dedi, "çivi topladım biraz, cam topladım. Aşağıdan yukarı bir âile geliyor" dedi, "karı koca, genç ikisi de güzel" dedi. "İki çocukları var, nûr gibi yanlarında" dedi. "Onlar oynuyorlar önde, onlar da ana baba kolkola girmişler, çocuklarını seyrediyorlar" dedi. "Onları böyle görünce ben başladım ağlamaya" dedi. "Garîbime gitdi" dedi. "Yâhu biz de Allah'ın kuluyuz be, niye biz bu hâle geldik böyle, ekmek için hapishânlerde yatdık, rezîl kepâze olduk filan, biz de böyle bir âileye sâhib olabilirdik, bizim de çocuğumuz olurdu" filan dedim, "fenâma gitdi" diyor. "Başladım ağlamaya" filan diyor. "Kızdım" dedi, "kaldırdım çiviyi denize camı da denize atdım, yürüdüm" diyor, "orada ilerde oturmuş içiyorlar" diyor. "Mavi ispirto içiyor bizimkiler" diyor. "Orada aralarına girdik" diyor, "mavi ispirtodan içdik biraz" diyor. "Azıcık dumanlandı kafam" diyor, "doğru Çemberlitaş'a çıkdım" diyor, "orada sırayla şıracılar var" diyor. Meyhâneler varmış orada. "Beni gördüler" diyor, çok da tatlı-sohbet kerata, "Osman buraya gel!, ondan bir tâne, ondan bir tâne derken biz olmuşuz olacak" diyor, "doğru aşağı indim ben" diyor, Gülbaba'nın önüne. Hacı Bekir'in orada Gül Baba var ya oraya. "Sırtımda kazak yok, ayağımda pantolon yok, başımda şapka yok" diyor, "hava soğuk" diyor, "bir taş aldım" diyor, "orada sırayla kazaklar pantolonlar duruyor" diyor, "dükkana bir taş, deldim içine girdim" diyor, "pantolon üstüne pantolon, kazak üstüne kazak, üç dört tâne giydim, şapka da beş altı tâne çekdim kafama" diyor. "Uyumuşum orada" diyor. "Camekânın içinde uyumuşum" diyor. "Ulan bir gözümü açdım, camekânın içindeyim, halk toplanmış bana bakıyorlar. Doğru İkinci Şube'ye. Karşısı zâten" dedi. "Atdılar içeriye, şimdi geldik buraya". Dedim "ulan tövbe et, bir daha yapma" filan. "Yok Efendi" dedi, "ölümüz buradan çıkar" dedi. "Sana niye paraşüt diyorlar?" dedim, dedi, "Ben bir apartmandan bir apartmana atlarım" dedi. "Düz duvara çıkarım ben" dedi. Yaaa! "Bir apartmandan bir apartmana atlarım ben, onun için Paraşüt Osman derler" dedi.
Neler vardı içeride. Bir tâne Hakkı vardı Gangaster Hakkı. (Boyunun kısalığını göstererek) Şöyle bir şey. Ben bazen tokat vururdum ensesine. "Ulan senin neren gangaster?". "Efendi efendi! Öyle konuşma. Tabancayı dayadın mı dev gibi herifin ensesine böyle, kıyma bana diyor". Öyle bir adam.
Birçokları da feleğin sillesine uğramışlar. Neler gördüm içeride.
Akşamüstü ben otururdum ilâhi okurdum, kâtiple beraber ilâhi okurduk biz. Böyle sıralar vardı, otururuz başlarız ilâhi okumaya. Biz okurken onlar başlar sallanmaya, gayr-ı irâdî. "Efendi Baba! Siz ne okuyorsunuz be yâhu, biz sallanıyoruz yâhu, kendimizi tutamıyoruz. Kimle kimler. Berbat Süleyman, Gangaster Hakkı, Paraşüt Osman, sırayla böyle. Neler gördük, Allah neler gösterdi.
www.muzafferozak.com
Meğer hapishâneye girmemin sebebi şuymuş. Hulki Bey diye biri var, temiz bir adam. İstimlâk belâsından sademeye uğramış. Namazlı abdestli bir adam, elinde Evrâd-ı Fethiyye var, hep onu okuyor. Bir gün bana dedi ki, "Efendi Hazretleri çok şükür benim duâm kabul oldu". "Ne duâ etdin?" diye sordum. "Yâ Rabbi, buraya bir mürşid gönder de beni irşâd etsin" diye duâ etdim, Allah da seni gönderdi" deyince ben de, "Hay Allah iyiliğini versin! Böyle duâ mı edilir! 'Yâ Rabbi, beni buradan çıkar, bir mürşide rast getir' diye duâ edeceğin yerde, bana bir mürşid gönder diye duâ edip beni de lüzumsuz yere buraya getirdin" dedim. Neyse, hapishânedekilerin ekserîsine istiğfâr etdirdim, tövbe etdiler, doğru yola girdiler, iyi adam oldular. 66 gün orada yattık, daha önce 31 gün de şubede yatmıştık, 97 gün oldu. Sonra gitdik 3 gün daha yatdık, tam 100 gün oldu.
![]() |
Efendi Hazretlerinin mahkûmlara va'z u nasîhat ettikleri koğuşdan bir hâtırâ |
Adamın birisinin bahçesinde armut ağacı varmış. Gâyet güzel armut verirmiş. Adam hanımına sormuş : "Hanım!, şu armutları yiyelim mi yemeyelim mi?". Hanımı demiş ki : "Yemeyelim çünkü armutları yersek biter gider. İyisi mi armutları toplayıp vâliye götür, takdîm et. Onun yerine bize ya para verir veya bir hediye verir". Adam karısına hak vermiş, "Doğru söylüyorsun hanım" demiş ve armudu toplayıp vâliye götürmek üzere yola çıkmış. Yolda giderken, etrafdan "tutun-vurun-yakalayın" nidâları gelmiş ve ne olduğunu anlayamadan bir alay adamla beraber bunu da bir hapishâneye atmışlar. Ertesi gün, sorgu sırasında, herkes suçunu inkâr etmiş. Sıra bu adama gelip de, "Sen ne suç işledin" diye sorulunca o da hikâyesini anlatmış ve : "Dün akşam hapisde aç kaldık, vâli için getirdiğim armutları da yedik" deyince vâlinin adamları, "Vâh! Vâh! yanlışlık olmuş. Peki o zaman armutları biz almış olalım bunun karşılığında ne istersen sana verelim" demişler. Adam isteklerini şu şekilde sıralamış : "Bir balta, yirmi kuruş para ve bir de amme cüzü isterim" demiş. "Yâhu çok kıymetsiz şeyler istedin, bunlardan birşey olmaz, başka birşey iste" demişler ama adam ısrarla : "Yok, yok, bunlar bana yeter, ben bunlarla bütün işleri görürüm" diye cevap vermiş. "Peki, bunlarla ne yapacaksın" diye sormuşlar, adam şöyle demiş : "Önce balta ile armut ağacını keseceğim, yirmi kuruş da hanımın talak parası, onu verip hanımı boşayacağım, amme cüzüne de elimi basıp vâlinin konağının olduğu tarafa asla geçmeyeceğime yemin edeceğim" demiş.