Çocukların Ana-Baba Üzerindeki Hakları - Hutbe - 27 Ocak 1984

24 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا
Yâ eyyühellezîne âmenû kû enfüseküm ve ehlîküm nârâ.
Sadakallahü'l-azîm.

Kalbleri muhabbet-i Muhammediyye ile memlû, yüzleri eser-i secde ile tezyîn, gönülleri Hakk'la beraber olan âşıklar!

Geçen hafta, "وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا va'büdüllahe velâ tüşrikû bihî şey'en ve bi'l-vâlideyni ihsânâ" âyet-i kerîmesini, dilimizin döndüğü kadar bir şeyler anlatmaya çalışdık. Bize verilen ilim kadar biz söyledik, sizin de nasîbiniz kadar siz de aldınız. Nasîbi olanların nasîbi kadar. Geçen seferki âyet-i kerîme, Rabbü'l-âlemîn'e abdiyyet, anaya babaya ihsân ve itâat, bu okuduğum âyet-i kerîmede, anaya babaya hitâb, evlâd u ayâli ateşden koruma, cehennem ateşinden. "Hem nefislerinizi, hem evlâd u ayâlinizi cehennem ateşinden koruyun" diyor Cenâb-ı Allah. Zâten evlâdın ateşde yanar da sen nasıl rahat edersin? Çocuğun hapsihâneye düşmüş, halka rezîl olmuş, sen burda nasıl rahat edersin? İşte cehennem azâbının dünyâ âleminde bir misâlini görüyoruz.

İşin başı, Allah'ı bilmek. Allah'sız bir gönül hiç bir şeye yaramaz. Zâten ona gönül demezler, şeytan ahırı derler. Kalb de demezler ona. O kalb hayvanda da vardır. Belki hayvanda ona tekâlif olmadığından dolayı o et parçası hilkati iktizâsı Allah'ı tesbîh eder onun kalbi, hayvanın kalbi. Mutlakâ Allah'ı bilmek, Allah'ı bulmak, Allah'a ibâdet ve tâat ederek azîz olmak, tâ makâmâtın en yücesi olan, "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ fî mak'adı sıdkın 'inde melîkin muktedir" sırrına insanın vâsıl olması lâzımdır. Çünkü mâdem ki bu şekle girdik, bu şeklin hakkını vermemiz lâzımdır. Cenâb-ı Hakk, herhangi bir hayvanın postunu da bize, sırtımıza giydirirdi. Yani insanlığa biz tâlib olmadık, Hakk tâlib oldu bizim insan olmamıza. Şimdi bize lâzım olan burda insanlığa tâlib olmak. Mâdem bu elbiseyi giydik sırtımıza. Yani bu elbiseden bahsetmedim, cesed elbisesinden bahsediyorum. Hayvanât ile farkımız, Allah bize insan elbisesi giydirmiş, insan vücûdu yani insan bineği vermiş, onlara da hayvan bineği vermişdir. E insansak şimdi, vazîfelerimizi bileceğiz.

İnsan buraya gelir, islâm gelir, islâm yaşar, islâm ölür. İslâmdan murâdımız Allah'a teslîmiyyet ma'nâsına. Her husûsâtda. Her husûsâtda Allah'dan râzı olmak, her husûsda. Bazı insan, mü'min gelir, kâfir yaşar, mü'min ölür. Bazı kimse, mü'min gelir, mü'min yaşar, kâfir ölür. Bazı kimse, mü'min gelir, kâfir yaşar, mü'min ölür. Bazı kimse, mü'min doğar, mü'min yaşar, mü'min ölür. 

Buradan bir kere gitdin mi öteki âleme artık buraya gelmenin ihtimâli yokdur. Ağlamak da para etmez, menfaat vermez, çırpınmak da, saç-sakal yolmak da fayda etmez. Ne yapacaksan, ne bulacaksan burada bulacaksın, burada yapacaksın. Allah'ı da burda bileceksin, Allah'ı da burda bulacaksın, Allah'ı da burda göreceksin. Sonra da öyle gideceksin yani. Çünkü burda görmeyen orda göremez, burda bilmeyen orda bilemez. Bu'diyyetdedir çünkü. 

Allah Resûlü, sevgilimiz ve Allah'ın sevgilisi Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem...

İsm-i Nebî'yi işitdiğiniz vakitde, mutlakâ O'na salât ü selâm okuyunuz. Âline, ehl-i beytine, ashâbına, ensârına, akrabâsına, muhiblerine. Menfaatınız iktizâsıdır. 

Yeri gelmişken söyleyivereyim de. Kadınlardan, kadınların fukarâ kısmından, Hakk'a karîb olan veliyyelerin en yücesi, tabii Resûl-i Ekrem'in ehl-i beyti müstesnâdır, Îsâ aleyhisselâmın annesi Meryem de müstesnâdır, Âsiye de, çünkü Kur`ân'da Allah onları zikretmiş, Ümmet-i Muhammed'den, onları Allah misâl göstermiş, bunları o makâma çıkarmışdır, Râbia-i Adeviyye Hazretleri, fukarâların velîsidir, fukarâ kadınların velîsi. Ama zâhir kısmında böyle. Bâtın kısmında öyle değil. Bazı insanın fakrı fahri olur. Resûl-i Ekrem'in, sallallahu aleyhi vesellemin olduğu gibi. Hakk'dan gayrı soyunursan her şeyi, o vakit senin fahrin olur. Anlayana söyledik. Zenginlerden de meşhûr Hârun Reşîd, halîfe, yani Abbâsî halîfelerinden Hârun Reşîd'in âilesi olan Zübeyde Hâtun. Bir kaç şeyini verelim. Onunla kadını ölçeceksin yani nasıl bir insan olduğunu. Yani insanın akl-ı meâşı bunların bulunduğu mevkiyi tartamayacak durumda. 

Kendisine bir Kur`ân vermişler. üzeri ziynetlerle müzeyyen. O devirde islâmların hâli, bu devirdeki islâmların hâli gibi değil. Dünyânın en büyük devleti Abbâsîler, Devlet-i Abbâsî. Sonra adâletde durmamışlar, Kur`ân'dan udûl etmişler, dönmüşler Kur`ân'dan. Yani Kur`ân'ı geriye atmışlar. Sonra sefîl olmuşlar. Müslümanların başına gelen belâ burdandır. Kur`ân'ı geriye atdılar onlar sefîl oldular. Hıristiyanlar da İncil'i geriye atdılar, azîz oldular. Onlar Hıristiyan olduğu için ilerlemedi. Biz de müslüman olduğumuz için geri kalmadık. Biz müslümanlık nâmına müslümanlıkdan çıkdık dışarıya. 

Getirmişler, üzeri pırlantalarla, zümrüdlerle, yâkutlarla müzeyyen bir mushaf. El yazısı tabii o devirde matbaa yok. Şöyle açmış, köle takdîm etmiş kendisine, câriyesi, açmış, "len tenâlü'l birre hattâ tünfikû mimmâ tuhibbûn" âyetini okuyunca, ma'nâsı şu, "Siz sevdiğinize vâsıl olamazsınız, sevdiğinizi vermedikçe. Birre nâil olamazsınız, sevdiğinizi vermedikçe". Yaaa! Kapan da kaçan mı! Sevdiğini vermedikçe sevdiğine nâil olamazsın. Mâdemki Hakk'ı seviyorsun, Hakk'ın yoluna her şeyini fedâya hâzır olacaksın. Her şeyini ama. Hakk'ı, Allah'ı ve Resûlünü her şeyinden ziyâde seveceksin. Sevmek o. Yoksa severim kelimesiyle konuşmak değil. Bu âyet çıkınca hemen demiş ki, "Ben bu mushafı çok sevdim, birre nâil olmak istiyorum, yani sevdiğime nâil olmak istiyorum" demiş ve câriyesine mushafı hemen o anda vermişdir. Böyle bir kadın yani. 

İşte bu zât, Kabe'ye su getirmiş. Uzun hikâyesi. Kabe'ye su getirmiş. Bugün Kabe'deki su, Ayn-ı Zübeyde'dir. Ma'nâsı, ayn kelimesi, pınar ma'nâsına Arapçada, göz ma'nâsına da gelir ama pınar ma'nâsınadır Zübeyde'nin Pınarı demek. Kabe'ye su getirmiş o kadıncağız. Sonra rüyâda görmüşler, kendisi cennetde, demişler ki, "Ne haber?". Demiş, "Allah bana cenneti bahş etdi". "Elbette cennete girersin, sen Kabe gibi bir Allah'ın beytine su getirdin" demişler. "Ondan değil" demiş. "Ya neden?". Demiş ki, "Cenâb-ı Hakk bana dedi ki, 'sen Kabe'ye su getirdin ammâ, onun içerisinde milletin hakkı vardı, millet hakkı vardı. Oraya sarf etdin, hayra sarf etdin ama milletin hakkı vardı, kendin kazanıp vermedin. Bir akşam çalgı çalınıyordu sarayda, Yatsı ezânı okundu, eşhedü enne Muhammedü'r-Resûlullah esmâsını müezzin okuyunca, sen kalkdın çalgıyı susdurdun, Resûl-i Ekrem'in ismi anılıyor, susun, dedin. Seni onun için cennetime koydum dedi Hazret-i Allah". 

Allah baha Allah'ı değil, bahâne Allah'ıdır. Bir karınca seni helâkden kurtarabilir. Bir karıncayı kurtarırsın, bir karıncayı, bir yeşil otu, bir yeşil ağacı kurtarırsın, kesilmekden, koparılmakdan, Allah bu tarafda sana evlâdını bağışlar. Allah baha Allah'ı değil, bahâne Allah'ıdır. Bir kelime ile cennetin sekiz kapısını sana açarlar. Bir kelimeyle de yedi cehennemin kapısı açılır. Onun için bulunduğun mevkiye, nerde evet diyeceksin, nerde hayır diyeceksin, buraya dikkat etmen lâzım gelmekde. Resûl-i Ekrem Allahu Teâlâ'nın sevgilisidir yani Hazret-i Allah'ın nâmûsudur. Daha Türkçe böyle konuşayım ben seninle. O'na hürmet edildiği vakitde, Allah o memleketlere, o beldelere rahmet yağdırır. Çünkü neden? Hakk Teâlâ'nın Rahmân ve Rahîm sıfatlarının O'nda zâhir olduğunu Allah Kur`ân'da haber veriyor. "vemâ erselnâke, seni biz göndermedik, illâ rahmeten-lil-âlemîn, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" diyor. Allah'ın Rahmân ve Rahîm sıfatları Peygamber'le beraber kâinâtda zâhir olmuşdur. 

İbâdet ve tâat, sonra ana-babaya ihsân demişdik. Şimdi geliyoruz diğer âyet-i kerîme ki, "ey ehl-i îmân!", orada bak, görüyorsun ya, dikkat edersen, "va'büdüllahe", îmânsız adam Allah'a ibâdet etmez. Demek ki Rabb'e ibâdetin en büyüğü de nedir? Hakk'ı bilmek, Hakk'ı bulmak, Hakk'da olmakdır ve aynı zamanda ebeveyne ihsân ve inâyetde ve itâatda bulunmakdır. Diğer âyet-i kerîmede ise, "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا
yâ eyyühellezîne âmenû kû enfüseküm ve ehlîküm nârâ". "Ey mü'min! İsmini ismimle isimlendirdiğim mü'min!". 

Allah'ın bir ismi mü'mindir. Seni o isimle isimlendirmiş. " Hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû, âlimü'l-gaybi ve'ş-şehâde, hüve'r-rahmânü'r-rahîm. Hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû, el-melikü'l-kuddûsü's-selâmü'l-mü'minü'l". Bak, mü'min. Allah'ın isimlerinden bir esmâsı da, onun mübârek esmâsı, o güzel ismi, mü'mindir. Öyle olunca Cenâb-ı Hakk sana o simini hediye etmiş, vermiş, lâyık ol isme. "Olamam". Alırlar elinden. O taç senin başından çıkar. Kime lâyıksa onun başına koyarlar. Hakk Teâlâ Celle Celâluhû Hazretleri ne mü'minin ibâdetinden faydalanır, ne kâfirin Allah'a şirk koşmasından rahatsız olur. Hiç! Onların hepsinden berîdir. Ne yaparsan kendineyaparsın. Kendini bilirsen Allah'ı bilirsin. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.

"Ey îmân edenler, kû enfüseküm, nefislerinizi, ve ehlîküm, ve ehillerinizi, nârdan koruyunuz". Neden? Çünkü evlâdın nâra girerse... 

Yarın kabirlerden kalkacağız. "Efendim nasıl kalkarız?" Nasıl kalkmayız? Seni modelsiz halk eden Allah seni tekrar yaratmakda zahmet mi çekecek zannediyorsun yani. Bir "kün" emrine bağlıdır. "Kün", tamam. "Ol", oldu, tamam. Bu kadar. Hattâ bu bile vakit geçirdi, bu konuşmam benim. Kelimeye sokduk işi. Yaaa! Modelimiz yokdu, biçimimiz yokdu, Hakk Teâlâ, modelsiz, biçimsiz bizi en güzel mahlûk olarak yaratdı, değil mi? Sonra öldürdü. Sonra yaratamayacak mı yani ikinci seferde. İkincisi daha kolaydır onun, birinciyi yapdıkdan sonra. Kâfirin beyni kaldırmaz. Kaldırsa da küfr-i inkârîdir çünkü, kalbi tasdîk eder fakat kafası, lisânı tekzîb eder. Huzûr-i Risâlet'e gelmiş. Evvelâ bir ufalamış kemikleri, Übeyy ibn Halef denilen herif. "Füfff". O arş-ı a'lâdan yüce Allah'ın yemîn etdiği yüze karşı üfürmüş kemikleri. "Füfff". 

Allah, Resûl-i Ekrem'in, Efendimizin, sevgilimizin, Allah'ın sevgilisinin, ömrüne ve yüzünün güzelliğine ve saçının siyahlığına yemîn etmişdir. "Ve'd-duhâ ve'l-leyli izâ secâ" tefsîrinin bir ma'nâsı da odur. Sûre-i İbrahim'de zannediyorum, orda diyor ki, "Senin hayâtına yemîn ederim yâ Muhammed, bu böyledir". Sallallahu aleyhi vesellem. (Efendi Hazretlerinin işâret buyurdukları âyet-i kerîme Sûre-i Hicr'deki لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ âyetidir). Hiç bir peygambere bu iltifat olmamışdır efendim. Bu iltifat sana yani. Çünkü sen Muhammed'densin, sallallahu aleyhi vesellem. Bu iltifatlar sana. Cennetler senin için, hûriler, gılmanlar. Ama sakın hâ sen bunlar için Rabbine ibâdet etme! Allah'a Allah'ın olduğu için ibâdetde bulun. 

Kaldırılıcak herkes, huzûr-i İzzet'e, huzûr-i mahşere varacak. Resûl-i Ekrem diyor ki, "Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a kasem ederim ki, bu âlemden sonraki âlemde iki makâm var". İki makâm. Efendiler! Yapmayalım. Efendiler! Bak, iyi dinleyelim ve bunları hazmedelim. Bu âlemden sonra iki makâm var. "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki bu ya dârü'l-celâl olan nâr, nâr-ı ilâhiyye, ya dârü'l-cemâl olan cennât-ı âliyât". Cennet de Hakk'dan başka bir şey değildir. Nâr da Hakk'dan gayrı bir şey değildir. "Lâ mevcûde illâ hû"dur çünkü. Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın O'dur. Giderken yolda emir çıkacak, toplanacaklar böyle, küffâr-ı hâkisâr yüzümüze bakacak bizim. "Hani siz îmân etmişdiniz, ne farkımız kaldı, hep beraberiz burda baksana" diyecekler. "Îmânınızın semeresi nerde hani sizin? Îmân etdiniz, namazlar kıldınız, tesbÎhler etmişdiniz, Kur`ân'lar okumuşdunuz, gazâlar etmişdiniz, Allah yoluna kanlarınızdan kefen biçmişdiniz. Hani aramızda ne fark var?". Ve nihâyet irâde-i ilâhiyye gelir, "وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn, ey mücrimler, ayrılın has kullarımdan"

Neye benziyor bu? Bir toplulukla bir yere gidiyoruz, mahlût topluluk, mahlût. Karışık yani her milletden var. Bir emir çıkdı yukardan dediler ki, "Müslümanlar ayrılsın bu kalabalıkdan". Müslüman ayrılırlar. Bunun gibi ayrılacak. Peki ya evlâdımız ne olacak? Çocuğunu Muhammedî yetişdirmedinse, onun kalbine Allah aşkı, Peygamber aşkı, Dîn aşkı, insâniyyete hizmet aşkını vermedinse ne olacak hâli? O nâra ayrılacak, mücrim çünkü. Mücrimin ma'nâsı kâfir ma'nâsınadır, nerde Kur`ân-ı Kerîm'de mücrim geçdiyse. Türkçe edebiyatda mücrim kelimesi, günahkâr ma'nâsına filan gelir ama Kur`ân-ı Kerîm'de nerde mücrim kelimesi geçerse kâfir ma'nâsınadır. Ebü'l-Bekâ öyle söylüyor. Böyle olacak bu iş. Kasa, kese, masa para etmez. Kurtaramazsın, bitdi iş, bitdi. Yâhud evlâdın cennât-ı âliyâtda. Ama işin başı sende. İşin başı sende. Neden? 

Âdem aleyhisselâm, iyi dinle, belki mevzuu bitiremeyeceğiz, haftaya kalacak ama, birkaç söz daha söyleyeceğim. Hava da soğuk zaten, üzülmeyin. Âdem aleyhisselâm, şecere-i memnûadan yani Allah'ın memnû etdiği şecereden, "bundan yeme" demişdi ya, senin anlayacağın, o şecereden yedi Âdem aleyhisselâm. Bunda büyük esrâr-ı ilâhî vardır. Onları size nasıl anlatacağım. Ama şimdi birinci zâhir man'âsını verelim de ötekileri inşallah başka zaman sırası geldiği vakitde konuşuruz. Yedi, yiyince, Cenâb-ı Hakk dedi, "اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ ihbitû ba'duküm li ba'din 'adüvv", "cennetden çıkın dışarıya haydi". "Ben sana demedim mi, yemeyeceksin o ağaçdan diye! Niye yedin?". "Rabbenâ zalemnâ" dedi. Anladı Âdem aleyhisselâm unutduruldu yedi. Yâhud da Âdem biliyordu ki, sulb-i pâkinden Muhammed Mustafâ gelecek, cenneti bir buğday tânesine satdı. 

Gene bir ma'nâ vermişler. Sırası geldi söyleyeceğim hadi. Gene bir ma'nâ vermişler. Aşka tâlib olmuşlar, aşka. Şeytan'da aşk yokdur. Meleklerde de aşk yokdur. Çünkü aşk âdeme mahsûs bir şeydir, âdem olan kişiye. Mezmûm kısımları vardır, mezmûmun altındaki de mubahdır ama yerine harcamazsan o vakit her şey berbat olur. Helâl bir şeyi de çok yersen harâm olur o. Çok su içen adam, haddinden fazla, harâm olur o. Yemeği de fazla yersen, içkiden daha berbat olur iş. Az yiyeceksin, az içeceksin, az uyuyacaksın, az konuşacaksın. benim gibi çok konuşma. Aşka tâlib oldu Âdem aleyhisselâm. Cenâb-ı Hakk buyurdu ki Âdem Peygamber'e, "Yâ Âdem! Aşk, gözyaşıdır, kalb sızısıdır. Cennetde ise mahzûn olmak, mükedder olmak yokdur". Bunu haber alınca Âdem aleyhisselâm, kendisine unutduruldu ve şecereden yedi. Yiyince, "Fahruc" dediler, "Çık bakalım dışarıya". "اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ ihbitû ba'duküm li ba'din 'adüvv". "İhbitû", "hubût et" yani düş demek ma'nâsına."İn", inmek ma'nâsına. Hemen Hakk tarafından unutdurulduğunu bildiği hâlde, Hakk'dan olduğunu anladığı hâlde, Âdem âdem olduğu için, o suçu kendi nefsine verdi. "رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lem tağfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne mine'l-hâsirîn" dedi. "Yâ Rabbi, ben sana karşı nefsime zulmetdim, afv u mağfiret etmezsen ben hüsranda kalmışlardan olurum" dedi. İblis öyle demedi, İblis. İblis, "اَغْوَيْتَن۪ي ağveytenî" dedi Hazret-i Allah'a, "Sen beni aldatdın" dedi. Sırrı fâş etdi yani. Terbiyesiz, edebsiz. Devlet-i ilâhînin sırrını fâş etdi İblis. Âdem suçu üzerine aldı, âdem olduğu için. 

Ve istifrağ etdi. Bana mühim olan yeri orasıydı, o taraflar değildi. O tarafları başka bahisde analatacağız inşallah. İstifrağ etdi, istifrağ edince, o kayydan bir ot çıkdı, o otu yılan yedi, yılana zehir geçdi. Yılanın zehri Âdem aleyhisselâmın menhiyyâtla yediği nesneden hâsıl olandır. Sonra o menînin bakiyyesi kaldı Âdem'in belinde. Ondan Kâbil oldu, Hâbil'i katl eyledi. İyi dinle! Mühim şeyler söylüyorum sana, sırlar söylüyorum. Kâbil, Hâbil'i katl etdi. Neden? Çünkü menhiyyâtdan hâsıl olan menî ile halk olunmuşdu. Ne anlaşılıyor şimdi? Resûl-i Ekrem buyuruyor ki, "el-veledü simânu ebîh, el-veledü sırrı ebîh". İki hadîsi de rivâyet etmişler. "Evlad babanın bir dalıdır yâhud sırrıdır" diyor. Babadan bir şey öğrenemezsen çocuğundan öğrenirsin babanın ne olduğunu. Sırrı orda çıkar çünkü. Çocukda çıkar sırrı.

Gelelim yukarıdan aşağı şimdi. Ya Nûh aleyhisselâma ne oldu, oğlu kâfir oldu? Konuşduğum şeyler safsata değil, sana sırdan haber veriyorum, esrâr-ı ilâhîden haber veriyorum. Nûh Peygamber de duâ etdi, dünyâda hiç bir kâfir kalmasın diye. O vakit Cenâb-ı Hakk'ın "Mudill" esmâsının ibtâl olması lâzım gelirdi. Her şey yerinde olmak şartıyla güzeldir. İş merkezini öyle bulmuşdur yani. İş merkezini öyle bulmuşdur. 

Şimdi toparlayalım, dersi burda bırakacağım. Çünkü vakit geç, uzun iş olacak o iş. Uzadı iş. Dersi bırakacağım. Evlâdın ana-baba üzerinde altı hakkı varsa, altı hakkı varsa, dikkat buyurunuz efendiler, size söylüyorum, baba namzedleri, babalar, dedeler size söylüyorum, ananın babanın evlâd üzerinde altı hakkı varsa, evlâdın ana-baba üzerinde on altı hakkı vardır. Ana-baba bunlardan birisini yapmazsa, çocuk mesûliyyetden kurtulur gibi olur. Kurtulmaz ama cezânın çoğunu ana görür, baba görür. 

Ne yaparsan onu da göreceksin mutlakâ. "Men lâ yerham lâ yurham", söylemişdik geçen hafta. Îsâ Peygamber geçiyormuş, bakmış bir adam, beyaz sakallı bir adamın sakalından turmuş, yerde sürüklüyor, vuruyor, tokatlıyor ve sürüklüyor. Koşmuş Îsâ Peygamber, koşuyor peşinden, "Ne yapıyorsun! Allah semâdan yağmur yerine ateş mi yağdıracak başımıza. Böyle beyaz sakallı, nûr içerisinde olan bir zâtı, sakallarına ak düşmüş, sakallarına ak düşmüş...

Ey sakalına ak düşen! Haber vereyim mi sana? Diyor ki Cenâb-ı Hakk, Cenâb-ı Hakk diyor, Allahu Teâlâ diyor, "Sakalına ak düşdü, sinirlerin gevşedi, elin ayağın tutmuyor, gözünün feri kayboldu, utanmadan bana karşı isyân ediyorsun, günah yapıyorsun. ben sana azâb etmeğe hayâ ederim" diyor Hazret-i Allah.

Îsâ Peygamber koşdu, "Aman ne yapıyorsun?" dedi. O beyaz sakallı zât dedi ki, "Yâ Nebiyallah, bırak kendi hâline. Vaktiyle ben de babamı böyle dövdüm burda" dedi. "Babam da böyle beyaz sakallıydı, sakalından tutdum sürükledim. Şimdi de oğlum aynı yerde bana bu işi görüyor" dedi.

İnşallah, haftaya inşallah, gene bu bahis üzerinde duracağız ve evladların, çocukların ana-baba üzerindeki haklarını anlatacağım inşallah. Dilimin döndüğü kadar, bizim nasîbimiz olduğu kadar. 

Hadi aklımdayken onu da söyleyeyim, öyle bitireyim. "Nûh aleyhisselâmın oğlu niye kâfir oldu?" diye sorarsan eğer, dedi, "Yâ Rabbi, dünyâda hiç bir kâfir bırakma" dedi. Halbuki, o vakit Cenâb-ı Hakk'ın "Mudill" esmâsının ibtâli lâzım gelirdi. O vakit ne yapdı Cenâb-ı Hakk, onun sulbünden kâfir verdi. Duâsı nedeniyle oldu. 

Peki Peygamber'in en büyük düşmanı olan Ebû Cehil'in oğlu İkrime müslüman oldu, bu nasıl oldu? dersen, bir gün Resûl-i Ekrem ufakmış gidiyormuş, Ebû Cehil devesini durdurdu, dedi, "Yâ Muhammed gel seni deveme alayım" dedi, Efendimiz Ebû Tâlib'in yetîmi diye, yetîm diye, Efendimizi devesine aldı, arkasına. Deve gitmedi. Efendimiz dedi ki "Beni arkana aldığın için deve gitmiyor, beni devenin ön tarafına al" dedi. Öne aldı, deve yürüdü. Bundan dolayı, Peygamberimize bu kadar hürmet gösterdiğinden dolayı, oğlu İkrime İslâm ile müşerref olmuşdur. Fefham! İftah ayneyk! Gözlerini aç!

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 27 Ocak 1984 (23 Rebîulâhir 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.

Listeye geri dön