29 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri Miftahü's-Salat ve Mirkâtü'n Necât isimli risâlesinde buyuruyorlar ki :
Allahu Teâlâ buyurur ki, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ". Allahu Teâlâ bu âyet-i kerîmede zikre koşmayı emretmekdedir. Ancak cumhurun görüşüne göre burada zikirden murâd namazdır. Bu koşma, âşıkın ma'şûkuna koşması gibi olmalıdır. Nitekim Mûsâ, Tûr Dağına kalb safâsı ve gönül huzûruyla koşmuşdu. Zîrâ Allah gönüllerden geçeni bilir. Onun için aklı başında müslüman için gerekli olan zikre ve tâata koşmak, ticâret ve alışverişi bırakmakdır. Yani nefs-i emmârenin arzusuna uymamakdır. Çünkü dünyevî isteklere meşgûl olup, zikrullahı unutmak nefsin alçaklığından ve insanın eksikliğindendir. Zîrâ kader tayin olunmuşdur. Takdîr, tedbîrle ne artar ne de eksilir. "وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ" yani Allah vaadinden dönmez, bütün kullarını rızıklandırır.
Hikâye olunduğunda göre, adamın birine bir cuma günü, hem ekinini sulama hem de değirmende un öğütme sırası gelir. Adamcağız düşünür, "Ekinimi sulamaya ya da buğdayımı öğütmeye gitsem belki cumayı kaçırırım" der ve cumaya gitmeye karar verir. İki işi de tehir eder. Döndüğünde ekinini sulanmış, buğdayını da öğütülmüş olarak bulur. "Kim Allah için olursa Allah da onun için olur" sözü bunun için söylenmişdir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurmuşdur ki, "Bir cuma kılmayan kimsenin kalbinin üçde biri paslanmışdır. İki cuma kılmayan kimsenin kalbinin üçte ikisi paslanır. Üç cuma kılmayanın bütün kalbi kararır". Cuma namazını kılmamak nasıl kalbin paslanıp kararmasına sebeb oluyorsa, kılmak da kalbin nûrlanmasına sebeb olur. Allah Resûlü buyurur ki, "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimselerin cuma günü cuma namazı kılmaları gerekir. Bundan muaf olanlar sadece hastalar, yolcular, kadınlar, çocuklar ve kölelerdir".
Allah, oyun ve eğlenceye dalarak, ticâret ve alışverişle meşgûl olarak, cumayı terk edenlerden müstağnîdir, yani onların ibâdetine aslâ ihtiyâcı yokdur.
Rivâyete göre Peygamberimiz, hicretde Medîne'yi teşrîf buyurmadan önce Kuba'ya uğradı ve orada Amr bin Avf oğulları yurdunda Pazartesiden Cumaya kadar kaldı ve bir mescid inşâ etdi. Oradan Medîne'ye doğru yola çıkdığında Benî Sâlim yurdu vâdisinde cuma vakti girdi, orada cuma namazı kıldırdı ve hutbe okudu.
Muhammed bin Nasr el-Hârisî'ye o günün emîrleriyle cuma kılmanın hükmünü sormuşlar, şöyle cevâb vermiş, "Allahu Teâlâ bize namaza koşmamızı emrediyor. Kıyâmete kadar bize kimin namaz kıldıracağını Allah bilmiyor mu? Elbette biliyor. Onun için biz Allah'ın bize emretdiği şekilde namaza koşarız, işte o kadar."
Rivâyete göre, Resûlullah hutbe esnâsında önce ayakda durur, sonra oturur, sonra tekrar ayağa kalkarak hutbe okurdu.
İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e göre, hutbenin hutbe olabilmesi için, örf ve âdete göre hutbe sayılacak bir ölçüde olması gerekir. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ise, "elhamdülillah" veya "sübhânallah" diyecek kadar hutbeyi kısaltmayı câiz görür. Çünkü Kur`ân'daki emir böylece yerine gelmiş olur. Zîrâ âyetdeki zikir kelimesi mutlak olarak geçer. Şöyle bir rivâyet de vardır. Hazret-i Osmân hilâfetinin ilk zamanlarında minbere çıkdı ve hutbeyi "elhamdülillah" diyecek kadar okuyup aşağı indi ve halka namazı kıldırdı. Büyük bir sahabî topluluğu cemaatin içinde hâzır olduğu hâlde hiç biri buna itiraz etmemişdi.
Cuma namazının âdâbından biri de hutbeyi sessizce dinlemekdir. Çünkü Allah Resûlü, "İmam minbere çıkdığı zaman, namaz kılmak da konuşmak da câiz değildir" buyurmuşlardır. Bir diğer hadîs-i şerîfde Efendimiz, "Cuma günü imâm hutbe okurken, arkadaşına 'Sus konuşma!' diyen kimse de boş konuşmuş olur" buyurmuşlardır.
Câmide bulunan kimseler, Allah'ın evi demek olan mabede saygı göstermeli ve âdâbına riâyet ederek, dünyâ kelâmı konuşmamalıdır. Nitekim şöyle bir haber vârid olmuşdur, "Câmide konuşmak hayvanın otu yemesi gibi kişinin hasenâtını yer bitirir".
Câmiye soğan sarımsak kokusuyla girilmez. Çünkü Resûlullah şöyle buyurmuşdur, "Soğan ve sarımsak yiyen kimse o hâliyle bizim namazgâhımıza yaklaşmasın. Çünkü soğan ve sarımsak kokusundan rûhlar ve insanlar rahatsız olurlar".
Cuma gününü diğer günlerin efendisi bilmek gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu, "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı cumadır. Çünkü Âdem o gün yaradıldı, o gün cennete konuldu, o gün yeryüzüne indirildi, kıyâmet de o gün kopacakdır. O gün yevm-i mezîddir".
Ali bin Ebî Tâlib, Resûlullah'dan şöyle rivâyet eder, "Allahu Teâlâ benim ümmetimden bir topluluğa azâb etmek dileseydi onlara Kadir Gecesi ile Cuma gününü vermezdi". Kabu'l-Ahbar'ın şöyle söylediği rivâyet edilir, "Allahu Teâlâ, şehirlerden Mekke'yi, aylardan Ramazan'ı, günlerden Cuma'yı diğerlerine üstün kılmışdır".
Şeyhlerden birine "Cuma gecesi mi, yoksa cuma günü mü efdaldir" diye sormuşlar, şu cevâbı vermiş, "Cumanın gündüzü gecesinden efdaldir. Zîrâ Cuma gecesinin fazîleti de Cuma namazından gelir, namaz ise gündüz kılınır" demiş.
Dâvûd Peygamber bir gün oruç tutar bir gün tutmazdı. Oruç tutmama sırasına denk gelen Cuma günleri de oruç tutar ve onun orucunu elli bin seneye denk tutardı. Cuma günleri yapılan bütün amellerin ecri böyle kat kat verilir.
Haberde geldiğine göre, "Mü'min, Cuma namazını kılıp çoluk çocuğunun yanına döneceği zaman iki yüz yıl ibâdet etmiş gibi mükâfat kazanır" denilmişdir.
Resûlullah buyurmuşdur ki, "Allahu Teâlâ bizden öncekileri Cuma sebebiyle azdırdı. Yahudiler Cuma yerine Cumartesiyi, Hıristiyanlar Pazarı seçdiler. Allah bize gönderdiği şerîatla doğruyu gösterdi ve Cuma'yı öğretdi. Cumartesi ve Pazar'ı Cuma'ya tâbi kıldı. Bu sûretle onlar kıyâmetde de bize tâbi olacaklardır. Biz dünyâ ehlinin sonuncusu fakat âhiretdekilerin başıyız".
Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyrulmuşdur, "Allahu Teâlâ Cuma günü altı yüz bin günahkarı azâd eder". Âhiretde Allah'ın kullarına ikrâm ve ziyâfeti de Cuma günüdür. Cumanın şerefini isbât için bu yeter.
Allah, cemiyyet-i ilâhiyyeye istidadı olan insanoğlunu da Cuma günü yaratmışdır. İnsan aynu'l-cem' makâmına da o günde erişir. Bu yüzden o gün dünyevî meşgûliyyetlerden uzaklaşmak ve nefsânî perdelerden kurtulmak için zikrullah koşmak emredilmişdir. Bundan sonra bekâ hâli gelir ki, o da tafsîl makâmında istikâmet üzere olmakla gerçekleşir. Çünkü cem' ile vukûf, Hakk ile halk, zât ile sıfat arasında perdedir. Kemâl ise hem Hakk'ın hem halkın hakkını vermekle gerçekleşir.
Bilesin ki haftanın günleri, dünyânın müddetini tayin eden eyyâm-ı ilâhiyyeye mukâbil vaz edilmişdir. Bütün devirlerde dünyanın müddeti yedi yıldız sayısınca yedi bin yıldır. "اِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ". Haftanın günlerinin yedi olmasının bir diğer sebebi de bütün halîfelerin toplam müddetinin Âdem'den Mehdî'nin zuhûruna kadar yedi bin yıl olmasıdır. O yedi günün altısı, göklerin ve yerin yaradılışını gösteren âyet-i kerîmede zikri geçen günlerdir. "اَلَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۚۛ اَلرَّحْمٰنُ فَسْـَٔلْ بِه۪ خَب۪يرًا". Âyetde geçen "halk"dan murâd, Cenâb-ı Hakk'ın gökleri ve yeri görünür hâle getirip, kendisini şiddet-i zuhûruyla gizlemesidir. Çünkü halk yani mahlûkât Hakk'ın varlığına perdedir.
Yedinci gün Cuma günüdür ve Cuma günü Hakk'ın bütün sıfatlarıyla zuhûr ederek arşa istivâ etdiği zamandır. Ayrıca Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın zuhûruyla şafağı doğmuş olan kıyâmetin başlangıcıdır. Yahudiler için Cuma haftanın ilk günüdür. Çünkü onlar ehl-i mebde ve zâhirdiler. Hıristiyanlar için de ilk gün Pazar oldu, çünkü onlar rûhâniyyet ve bâtın ehli sayılırlar. Müslümanlar için ise Cuma son gündür. Çünkü onlar âhir zamanda gelmişledir. Son peygamberin ümmetidirler ve toplayıclık özelliği polan tevhîd ashâbıdırlar.
Cuma gününe bu ismin verilmesinin sebebi, bütün sıfatlarla sûret-i a'zamda zuhûr vakti olmasındandır.