Cümle Mevcûdât Zâkir Kâinât Dergâhdır

12 Aralık 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Tekke
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, kendisiyle tasavvuf hakkında mülâkât yapan David Freuberg adındaki bir radyocunun, "Atatürk zamânında tekkelerin kapatılması ne gibi sonuçlar doğurdu?" diye sorması üzerine buyurdular ki : 
Atatürk tasavvufu ve sôfiyyeyi durdurmadı.  Biz vahdetdeyiz, "lâ mevcûde illâ Hû" dediğimiz için Atatürk'ü de Hakk'dan ayırmayız biz. Bir inkılâb yapılacakdı, bir millet inkılâba girmişdi. O inkılâbın yerli yerine gelmesi için yapıldı bu iş. Belki zâhirde sôfî taslaklarına karşı yapıldı bu, sôfîliğin esâsına değil. Zâhir görüşümüzle hâlis olanlara da bu şey dokundu zannediyoruz, hayır, hiç dokunmadı. Kendilerini sôfî zannedenlere yapıldı bu iş. Yoksa hakkıyla sôfî olanlar, Hakk'dan bildikleri için ona da ne yapdılar, "âmennâ" dediler. Meselâ benim mürşidim Sultan Hamid zamânında doğmuş ve Atatürk zamânında ben mürşidimle dâimâ sohbetde idim, gidip geliyorduk, sohbet ediyorduk, bize mâni olan hiç kimse yok idi. 
Bir müddet-i muvakkate için tekkeleri kapadığını kendisi söylüyor. Meselâ bir misâl anlatacağım ki bu misâl gün gibi âşikâr olan bir hâdise ve bunu Cumhuriyet Gazetesi de yazdı, bir takım gazeteler de yazdılar, bu anlatacağım kıssayı. Ben kendi Efendimden dinlemişdim. Efendim de bizâtihî Atatürk'le konuşan zâtla konuşmuşlar ve öylece bana nakl olundu yani. 
İstanbul mebusu Yahyâ Gâlib Bey, Ümmî Sinân şeyhiydi kendisi, Halvetiyye'den Ümmî Sinân şeyhiydi. Bir gece, caz çalıyormuş, Yahyâ Gâlib Bey'e dönmüş Atatürk, demiş ki, "Şeyh Efendi, kalk bir harmandalı, bir zeybek oyunu oyna" dedi. Demiş ki Şeyh Efendi, "Paşam" demiş, "ben bir Halvetî şeyhiyim, harmandalıyla zeybek oynamasını bilmem ama Şükrü Saracoğlu Egelidir, o gâyetle iyi bilir, Şükrü Saracoğlu oynasın" demiş. "Sen bana müsaade et, ben kalkayım burada bir Halvetî devrânı yapayım" demiş. Onun üzerine Atatürk demiş ki cevâben Yahyâ Gâlib Bey'e, "Ben o işi bir müddet-i muvakkate için seddetdim, ehlini yerine getirdiğim vakitde bunu açacağım" demiş, "yapacağım, ehillerini bulacağım, nâ-ehil elinden aldım" demiş, "ehline vereceğim" demiş.
Zâten tevhîd üç kısıma ayrılıyor, biz şimdi üçüncü kısmındayız tevhîdin yani sôfiyye. Birisi, "Lâ mabûde illallah", Allah'dan başka ibâdete lâyık hiç bir ilâh yokdur. İkincisi, "Lâ fâile illallah". Allah'dan başka fâil yokdur. Üçüncü merâtib ki sôfiyyenin itikâdı, "Lâ mevcûde illallah", Allah'dan başka bir şey yok olduğuna göre her şeyin hak olduğuna kâiliz biz. Zîrâ "küllün min indillah"dır, her şey hakdır. Bitdi o kadar. Kur`an-ı Kerîm'den söylüyorum yani. "مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ mâ esâbeke min hasenetin fe minallah ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik", "قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ kul küllün min indillah", her şey Hakk'dandır. 
Biz hak olarak kabûl ediyoruz yapılan harekâtı. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın bir takım esrâr-ı ilâhîsi vardır ki, insanların idrâki bu esrâra erişemez. Meselâ ne gibi? Allah Firavun'un kucağında Mûsâ'yı büyütmüşdür. Aklen olsa, Mûsâ Firavun'un kucağında büyümemesi lâzım gelirdi. Onun için esrâr-ı ilâhiyyedir bu. Allah böyle tecellî etdi, böyle oldu. "قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ kul küllün min indillah""Küllün min indillah", Allah'dan kabûl ediyoruz. Hiç bir sözümüz yok yani sôfiyyeye mâni oldu filan, hiç bir şeye mâni olmamışdır. Yalnız sôfiyim zanneden sôfî taslaklarına belki onlara karşı bir cebhe alınmışdır. Fakat bunun içerisinde bazı ehl-i Hakk da belki incinmişdir. O da insandır, kuldur filan. Yoksa Allah'dandır hepsi.

Bu kadar verdiğimiz ma'lûmat kâfîdir. Çünkü esrâr-ı ilâhîyi daha fazla açmaya kalkarsak ki Allah bana bunları bildirmişdir, bazı şeyleri, ama herkesin hafsalası ve idrâki bunu kabûl etmeyecek ve akıl terâzisi de bu esrârı çekmeyecekdir. Onun için bu kadar kâfî anlayan için. Anlayana! Anlamayana bir şey yok. Şununla sözümüzü bağlayabiliriz :

Âsumândır kubbesi hep ahterân kandilleri
Kubbesi gökyüzü, bütün yıldızlar kandilleri.
En zıyâ-bahşâ kanâdîli güneşle mâhdır
En parlak kandili de güneşle aydır.
Seddedilmekle tekâyâ kaldırılmaz zikr-i Hakk
Tekke kapanmakla Allah'ın zikri kaldırılmaz ki.
Cümle mevcûdât zâkir kâinât dergâhdır
Çünkü hiç bir şey yok ki kâinâtda Allah'ı zikretmesin. 
Allah'ın varlığını inkâr eden bir münkirin vücûdunun her zerresi Allah'ı zikreder. Allah öyle diyor Kur`ân-ı Kerîminde. "Beni zikretmeyen hiç bir şey yokdur, hepsi beni zikreder, fakat siz anlayamazsınız" diyor. Umûmî değildir kâide. Bu âyet-i kerîme umûmî değildir. Ekseri halk anlamaz manâsına yoksa duyanlar duyuyorlar. Şu iskemleydi, şu demirdi, şu çamurdu, bu kuşdu, bu ağaçdı, hepsi Allah'ı zikretmekde. Duyan duyuyor zikrullahı. Ama anlamayana bir şey yok Her şey Allah diye feryâd ediyor. 

Efendi Hazretlerinin verdiği bu malûmât, bizzât Yahyâ Gâlib Bey tarafından Atatürk'ün ölümünden hemen sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmışdır. Merak edenler Cumhuriyet Gazetesinin 2-5 Aralık 1938 sayılarında "Atatürk'e Ait Menkıbeler" adlı yazı dizisine bakabilir.

Efendi Hazretlerinin okuduğu kıt'a, tekkelerin kapatılma hâdisesi üzerine, o devrin ileri gelen meşâyihinden, Galata Mevlevîhânesinin son postnîşîni Ahmed Celâleddin Dede tarafından söylenmişdir. Efendi Hazretleri bu kıt'ayı hattat Mahmud Öncü'ye yazdırıp, postnîşini olduğu tekkedeki makâmında hemen baş uçlarına astırmışlardı. Yazının başındaki levha işte budur.

Tekkelerin kapatıldığı dönemde yaşayan gerçek mürşidler, bu hâdiseye karşı bir infiâl göstermek şöyle dursun hep rızâ ve teslîmiyyetle karşılamışlardır. Yani Ahmed Celâleddin Dede bir istisnâ değildir. Nice meşâyih gerek manzûm, gerek mensûr gerek yazılı, gerek sözlü beyânlarıyla, tasavvufun tekkelere ve tekkelerde yapılan âyin ve merâsimlere münhasır olmadığını, zâten tekkelerin uzun zamandır bir çöküş içinde olduğunu, tekke şeyhlerinin büyük bir kısmının mürşidlik yapmaya hâiz vasıflar taşımadığını, tekkelerin kendilerin âit vakıf gelirleri yüzünden geçim kapısına dönüştürüldüğünü söylemişlerdir. 

Meraklılar için şunu da belirtelim ki tekkelerin kapatılmasına ilişkin düzenleme "Tekke ve zâviyelerle türbelerin seddine ve türbedârlıklar ile bir takım unvânların men' ve ilgâsına dâir kânûn" başlığı ile 30 Kasım 1925 tarihinde kabûl edilmiş ve 13 Aralık 1925 târihinde Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmişdir ve hâlâ yürürlükdedir.

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön