28 Mayıs 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
 |
Üsküdar'da Bir Tekke |
İstanbul'un fethinin sene-i devriyesi münâsebetiyle yazdığımız bir önceki yazıda, Muzaffer Efendi Hazretlerinin bir eserinden naklen, Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın ulemâ ve meşâyih ile görüşerek, şehri elde tutmak için ne yapılması lâzım geldiğini sorması ve bu soruya verilen hikmetli cevapları ve Fâtih Sultân Mehmed Hân'ın o devrin âlim ve âriflerinin tavsiyelerine uyarak birçok İslâm âsârının ve özellikle de kâmil insan yetiştiren tekke ve dergahların tesis edilmesine ne çok gayret ettiğini yazmışdık...O vakitler devletimizin ve miiletimizin en temel umdelerinden biri olan tekkelerde yetişen ehl-i irfân sâyesinde milletimiz âlî olmuş ve uzun müddet üç kıtaya hükmetmişdir...Ne zaman ki bu irfân ocakları gâyesinden uzaklaşmış ve eskisi gibi kâmil insanlar yetiştiremez olmuşlar, milletçe perîşan olmuşuzdur...
Son zamanlarda birçok metrûk veya münhedim dergâhın zâhiren ihyâ edildiğini görüyoruz...Pek güzel restorasyon çalışmaları yapılıyor, mükellef binâlar ortaya çıkartılıyor, içleri de pek güzel tefriş ediliyor...Ancak mühim bir eksik var...Dergâhları dergâh yapan, o ârifler, o mürşidler, o gönül sultânları nerede?...Dergâhları dergâh yapan, o Allah yolunun sâlikleri, o li-vechillah hizmete müheyyâ olan bendegân nerede?...
Bir yerlerden yeterince mangır (finansman) tedârik edip, işini gâyet iyi bilen mimârlar, mühendisler hattâ sanat tarihçileri istihdâm ederek, birçok dergâhı yeniden İNŞÂ edebilir ve yaptığımız işle de övünebiliriz belki ama ehlullahın irfânından nasîb-dâr olmadan hiçbir dergâhı İHYÂ etmiş olamayız!...
Eskiden ecdâdımız gönülleri ihyâ etmek gâyesi ile birçok dergâhlar binâ etmişler ve bu irfân ocaklarını tüttürmek için birçok vakıflar da yapmışlardır ancak buralarda hizmetnişîn olan ehlullah hazerâtı tekkelerin zâhirine, binâsına, süsüne-püsüne pek de ehemmiyyet vermemişlerdi...Bendegânını "maksad-ı a'lâ" ve "matlab-ı rânâ" olan Hakk'a vuslat ettirmeyi gâye edinen bu kudsî insanlar için mühim olan gönül dergâhlarını ihyâ edip onları zikrullah ve marifetullah ile süslemek idi...Nitekim bu büyük insanlar kendileri için "Hâdimü'l Fukarâ/Fukarânın Hizmetçisi" ve "Türâb-ı Akdâm-ı Mesâkîn/Miskînlerin Ayaklarının Tozu" gibi pek mânidâr lakablar edinmişlerdir...
 |
Mâil-i inhidâm bir tekke |
Diğer bir husus da maalesef birçok restorasyon projesinde gördüğümüz bazı rezâletlerdir ki ucundan-kenarından ehlullahın irfânından nasîbdâr olan kişilerin aslâ kabûl edemeyecekleri şeylerdir bunlar...Meselâ içinde sandukaların da bulunduğu bazı dergâhlara ayakkabılarla girmek, o mekânlarda son derece lâubâlî hareketlerde ve konuşmalarda bulunmak, kimi dergâhları televizyon stüdyosuna çevirmek gibi kepâzelikler bunlar...Ne acıdır ki, zamanımızın bir takım müteşeyyihleri ve kerâmeti kendinden menkûl sahte mürşidleri, bütün bu rezillikleri çok iyi bildikleri-gördükleri halde, birkaç kuruş dünya menfaati veya geçici bazı makamlar-mansıblar uğruna bu kepâzeliklere hiç seslerini çıkarmazlar...Hattâ bu rezilliklere imzâ atanları alkışlarlar ve onlara medhiyyeler düzerler...
1975 senesinde Galata Mevlevîhânesi'nin restorasyonu tamamlandığında, açılışa davet edilenler arasında bulunan Muzaffer Efendi Hazretlerinin şu hâtırasını ve mürşidâne beyânâtını, bu konuda mühim bir hâtırâ ve nasîhat olarak okumanızı tavsiye ederim...