6 Ocak 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş
Burhân sorardım aslıma aslım bana burhân imiş
Sağ u solum gözler idim Dost yüzünü görsem deyü
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş
Öyle sanırdım ayrıyam Dost gayrıdır ben gayrıyam
Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş
Savm u sâlât u hacc ile sanma biter zâhid işin
İnsân‐ı kâmil olmaya lâzım olan 'irfân imiş
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gitdiğini anlamayan hayvân imiş
Mürşid gerekdir bildire Hakk'ı sana hakka'l‐yakîn
Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş
Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır
Mürşidi kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş
Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur
'Âlem kamu bir yüz dürür gören anı hayrân imiş
İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün
Hakk'dan 'ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş
Niyâzî Mısrî
Kuddise Sırruh
ÎZÂH
Niyâzî Mısrî Hazretleri, bu nutk-i şerîfinde kendi tecrübesinden yola çıkarak "Tevhîd"in hakîkatinden bahsediyor. Hazret, "Tevhîd"in hakîkatini "ilme'l-yakîn" seviyesinden "hakka'l-yakîn" seviyesine çıkarmak için "mürşid-i kâmil"i olmazsa olmaz bir şart görüyor. "Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır" diyerek "mürşid-i kâmil/gerçek mürşid" meselesine özellikle dikkat çekiyor. Daha önce bu hususda Muzaffer Efendi Hazretlerinin "Hak Mürşidi Nasıl Tanıyabiliriz" ve "Gerçek Mürşidin Vasıfları" başlıklı beyânâtını yayınlamışdık. Meraklıların bu yazılara bakmalarını tavsiye ediyoruz.
Muzaffer Efendi Hazretleri, "taklîdî îmân" ve "tahkîkî îmân" meseleleri üzerinde çokça dururlardı. Efendi Hz.nin "taklîdî îmân"dan kasdı insanın ana-babasından öğrendiği gibi şuursuz bir îmâna sâhib olmasıdır. Böyle bir îmânın insana pek de fayda vermeyeceğini söyler ve "bu kâfî değil" buyururlardı. "İnsan ne yapıp edip, îmânın hakîkatine ermeli ve o îmânın lezzetini tatmalı ki hakîkî mü'min olsun" buyururlardı. Ehlullahın tarîkatlar çerçevesinde yapıp-ettiklerinin de hep îmânın tahkîke erdirilmesine ma'tûf gayretler olduğunu beyân etmişlerdi. Kendisinin de bütün gayreti bu yönde idi.
NAĞME-İ AŞK