Dervîş Kime Derler?

12 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Şeriat

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :

Dervîş, fakîr demekdir. Fakîr-i şer'î oldur ki nisâba mâlik olmaya. Ve fakîr-i hakîkî oldur ki ne kendi vücûduna ve ne hod vücûduna muzâf olan mâsivâya mâlik olmaya. Belki cümlesini fî-sebîlillah bezl edüp, mecmû'undan fenâ bula, gerekse zâhirede nisâba mâlik olsun, Dâvûd ve Süleymân ve Yûsuf ve Eyyûb ve İskender ve gayrileri gibi, ve gerekse olmasın, Resûlullah ve ona peyrev olanlar gibi. Ve lâkin bir kimse Resûlullah'a fakîr dese, ta'zîr lâzım gelir. Zîrâ cemî' hazâin kendine müsellem ve müfevvez iken kabûl etmeyüp terk etdi. Ve bu sırra işâret edüp Kur`ân'da gelir. "وَوَجَدَكَ عَٓائِلًا فَاَغْنٰىۜ ve vecedeke 'âilen fe ağnâ". Burada 'âil ile murâd, zâhirde 'adîm ve bâtında fakîr-i hakîkîdir ki mâsivallahdan bi'l-külliye tehallî eyleyendir. Ve gınâ ile murâd, mâl-ı Hatîce ve seyf ve rumhla tahsîl olunan rızık ve bâtında vücûd-i hakîkîdir ki vücûd-i mecâzîden boşaldıkdan sonra zuhûr etmişdir. Anın için vahdet dedikleri, 'abd Mevlâ ola demek değildir. Belki kesretin hükmü zâil olup sırr-ı vahdet-i vücûd zuhûr etmekdir. Bu vücûd ise ezelî ve ebedî birdir. Şirket, vücûd-i imkânîden gelmişdir ki mâhiyet-i 'ârızadır. 'Ârız ise ma'dûm hükmünde olmakla vücûd-i imkânînin vücûd-i vâcibîye aslâ müşâreketi yokdur. Pes onlar ki mahcûblardır, vücûd-i imkânîyi isbât edüp zenb-i vücûdla mübtelâ olurlar. Ve onlar ki mükâşiflerdir ve vücûd-i vâcibîden gayriyi nefy edüp zenb-i vücûddan halâs olurlar ve bu makûlelere dervîş-i hakîkî derler. Abâ ve kabâ sûretinde olmak berâberdir. Şu kadar vardır ki abâ sûretinde olmakda, ol abâya teşebbüh ve sulehâ-yı ehl-i sülûkü taklîd vardır. Bundan zâhir oldu ki vücûdunda fakîr-i hakîkî ma'nâsı zuhûr etmeyen ehl-i abâya iltifat yokdur, Belki ekseri müddeîdir. Da'vânın eseri budur ki, ehl-i dünyâ kapılarında deryûze edüp mel'ûn olur. Zîrâ fakîr-i hakîkî de gınâ-yı hakîkî vardır. Ve onun ki gınâ-yı hakîkîden hissesi ola, kâni olur ve ol deryûze ki bazı ehlullahdan sâdır olmuşdur, onun sırr-ı azîmi vardır, burada denilmez. Pes herkes bu yüzden muhakkika taklîd etmek olmaz. Anın içün bazı umûr, hasâis-i nebeviyyedendir. 

Ey mü'min-i hakîkî! Eğer bu fakr-ı hakîkî matlûbun ise, evvelâ mertebe-i tabîat-i hayvâniyyeyi, umûr-i muharreme ve müştebihe ve mekrûheden tezkiye ve sâniyen helâlât ve mubâhâtdan bile tahsÎldir. Bu me'ânî ki esâs-ı sülûkdür, hâsıl olmasa hevâ-yı nefs hâli üzerine kalır. Ve rûhda zuhûr eden me'ârif sûreti, meârif-i süfliyye olur ki, inde'l kümmel muteber değildir. 

Elhâsıl,  insân-ı hakîkî olmak isteyen, insân-ı hayvânînin mübtelâ olduğu muvâfakât-ı tabî'iyye ve muhâlefât-ı şer'iyyeden pâk olmak gerekdir. Tâ ki tedrîc ile makâm-ı rûha, ve sırra terakkî edüp me'ârif-i hakîkiyye ile tecellî eyleye.

Bu fakîr, bazı dervîşâna mülâkî oldum ki zâhirlerinde libâs-ı şerî'at olmayup ol ma'nâdan 'uryân iken bazı küşûf-i süfliyyeleri vâr idi. Bu ise mekr-i mahzdır. Pes bu makûle istidracdan Hakk Te'âlâ'ya isti'âze etmek gerekdir. Yağ südden hâsıl olur, sudan değil. Sudan buldum dese, kizb ü iftirâ eder. Ve kümmel-i evliyâ buyurmuşlardır ki, tecelliyât-ı şühûdiyye tecelliyât-ı vücûdiyyeden ahz olunur ve âyînesiz yüz görünmez. Pes cemî' tâ'at ve 'ibâdât her yüzden tecelliyât-ı ilâhiyyeye âyîne vâki olmuşdur. Bu ma'nâdan gâfil olan halîu'l-ızâr ve bed-itikâd ve bed-girdâra ışık tabir ederler ki fakîrin ma'nâsını idrâk etmemişlerdir.  Evâmirin zevâhirini kuyûd 'addedüp ondan dahi boşalmışlar ve küfr-i mezmûm ile dolmuşlardır.
Lâzım olan üç nesnedir ki, îmân ve tâ'at ve ma'rifetdir. Müşâhede, ma'rifete tabidir. Pes onun ki îmânı olmaya tâ'ati bâtıldır Ve onun ki tâ'ati olmaya ma'rifeti merdûddur. Ve onun ki ma'rifet ve muhabbetden dimağı çeşnidâr olmamışdır, müşâhedesi yokdur ki mertebe-i ihsândır. Hakk'ı görür gibi îmân etmeğe ihsân derler. 
İnsâna zarar veren kendi nefsine kendi kaydıdır. Yoksa Hakk Teâlâ'nın ona kaydı değildir. Anın içün derler ki mürîd oldur ki irâdesi olmaya. Maksûd, nefsiyle irâdesi olmaya, demekdir. Ve illâ irâdesi, irâde-i Hakk'a tâbi' olup kendi irâdesinden fenâ bulan sâlike mürîd-i hakîkî derler. "وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ vemâ teşâûne illâ en yeşâallah". Ve hadîsde gelir ki, "Allahümme agnınî bi'l-iftikârı ileyke". Yani bana gınâ-yı tâmm, sana iftikârdadır. Ve iftikâr, esmâ-yı ilâhînin her birinin yüzünden müsemmâya ihtiyâcdır. Ve bu ihtiyâcda cümle esmâ-yı cemâliyye ve celâliyyenin ahkâmı dâhildir. Ve bu makûle iftikâr, mâ- bihi'l-iftihârdır. Zîrâ herkese nasîb olmaz. Ve bundan fehm olunur ki, insânın kemâli tedrîcîdir.

Pes rızka muhtâc olan, "Yâ Rezzâk" der, Bu ismi-i mahsûs yüzünden arz-ı ihtiyâc eder. Ve marîz olan "Yâ Şâfî" ve mu'avenete muhtâc olan "Yâ Mu'în" ve tevbesini kabûle tâlib olan "Yâ Tevvâb" der, ve 'alâ hazâ. Anın içün Hakk Tealâ a'dâd içinden doksan dokuzu ihtiyâr edüp esma-yı külliyesini ol 'aded üzerine hasr eyledi. Zira bunların yüzünden iftikâr, tekmîl-i vücûd-i insânîde kâfîdir. Eğerçi ki esmâ-yı cüziyyeye nihâyet yokdur.
Dervîş ol döndür yüzünü umma halkdan i'tibâr
Ni'metinden kaçagör yıkar seni ol zehr-i mâr

Listeye geri dön