6 Ekim 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine Amerikalılardan biri sordu, "Siz haftada kaç kere toplanıyorsunuz?" dedi. Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Dağılmadık ki toplanalım, toplanmak için dağılmak lâzım. Biz birbirimizi görmeyince olamaz. Birbirimize o kadar muhabbetliyiz ki hemen hemen aşkla bağlıyız.
İçimizde hiç tufeylî adam yokdur. Hepsi bir vazîfeyle meşgûldür. Ama vazîfe esnâsında Allah'ı unutmayız, elimiz kârda gönlümüz Yâr'da olur. Yani dünyada çalışmamız bizim ahiretimize mâni olmaz. Çünkü kalb Allah'a bağlı olursa, dâimâ huzûrullahdadır ve Hakk'ın huzûrunda bulunan kimse ibâdetdedir. Allah'ın kahr u galebesi semâvât ve arda geçmişdir ama "وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ve nahnü akrebü min habli'l-verîd", Allah'ın kendisine kendinden daha yakın olduğunu bilirse, Hakk'la mest olanlar, Hakk'la berâber olurlar, boş kalmazlar. Onların elleri kârda da olsa, gönülleri dâimâ Yâr'da olur.
En büyük felâket Allah'ı unutmakdır. Esteîzübillah "وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ velâ tekûnu kellezîne nesullâhe fe ensâhum enfüsehüm". Allah'ı unutan nefsini unutur. Onun için biz dervîşler gaşy olmuşuzdur, birbirlerini severler. Dervişler arasında münâferet yokdur. Bir vücuddaki a'zâlar gibidir. Sağ kol sol kola kızmaz. Sol göz de sağ göze kızmaz, bunun gibi.
Sultan gidiyordu, bakdı iki derviş, sırtlarında odun yükü, konuşuyorlardı. Sultan gitdi, dolaşdı ve beş-altı saat sonra aynı yoldan döndü geldi, o iki derviş hâlâ konuşuyorlardı. Onların muhabbetinin lezzeti sırtlarındaki yükün ağırlığını duyurmuyordu. Bundan ne çıkıyor? Dünyâ hayâtında bir adam Allah'ı severse dünya meşakkatlerinin ağırlığını duymaz.
Efendi Hazretleri, "Hep ciddî konuşmayalım, azıcık da güldürelim" diyerek sözlerine şöyle devâm etdiler :
Bir kadın, bir kadına derd yandı. Dedi, "Bir kocaya vardım, Allah müstehakını versin, her gece geceyarısı geliyor eve. Bekliyorum onu, mecbûrum beklemeye, geceyarısı geliyor" dedi. Ötyeki dedi ki, "Sen hâline şükret". Kadın şaşırdı, "Neden şükredeyim?". "O sarhoş marhoş gece evine geliyor, ben bir dervîşe vardım, eve on beş günde bir geliyor. Birbirlerine olan muhabbetlerinden evi unutuyorlar".
Soruyu soran kişi, ben basit bir soru sormuşdum, siz çok derine indiniz deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Biz haftada iki akşam toplanırız ama haftanın diğer günlerinde de dervîşler birbirleriyle görüşürler, gelirler beni ziyâret ederler. Hemen hemen haftanın her günü beni görürler. Nereye gitseler haber verirler, "Ben filanca yere gidiyorum Efendi müsaade eder misiniz?" diye sorarlar. Bir mecbûriyet yok ama terbiye bakımından yaparlar bunu. Bir emir yok bunda ama söyler, haber verir. Eğer gelemezse, uzak yerde olursa, hiç olmazsa telefonla hatırımızı sorar. Yani bağlılığımızı bozmayız, arayı soğutmayız.
Kadınlarımız da bizden memnûndur. Onların ihtiyaçlarını geri bırakmayız. Yani kendimiz dervîşliğe verip evimizi unutmayız.
Efendi Hazretleri, işi yine şakaya vurarak, "Bilmiyorum karım benden memnûn mu değil mi? Şimdi bir hikâye daha anlatacağım" deyip şu hikâyeyi anlatmışlardı :
Bizde bir âdet var. Bizim bulunduğumuz memleketde bu bir âdetdi, buna tezkiye tabir ederler. Bir adam öldü mü, onu yatırırlar musallâya ve halk toplanır, arkadaşları toplanır. İmam Efendi ortaya çıkar ve der ki, "Bu arkadaşı nasıl biliyorsunuz?" der. Orada birisi varsa, "Onun borcu vardı vermemişdi, benim alacağım var" filan derse, hemen hakkını kazâ ederler. Bunun için yapılır bu yani. Nasreddin Hoca'nın karısı öldü. Sordu imam, dedi, "Nasıl biliyorsunuz bu kadını?" dedi. Tabii edeb bakımından herkes dediler ki "İyi biliyoruz". Hoca "Yâhu onlara ne soruyorsun sen, bana sorsana". Ama ben sana diyorum ki, hanım benden memnûn, çünkü benim yaşım altmış dört olmasına rağmen, hanım benimle geliyor her tarafa.
İnsan maddi imkanlara sâhib olamasa bile güleryüzle de, tatlı dille de gönül alabilir ki en mühimi de budur zâten. Maddeyi geçer bu. Bazı yerde bazı zaman, güzel söz, tatlı söz, sadakadan, yardımdan daha hayırlı olabilir. İnsanlara da yakışan güleryüzdür, güzel sözdür, tatlı dildir, tatlı sözdür. İnsan birinden bir hakâret de görse, onu gene güzellikle karşılamalıdır. Onun yapdığına mukâbele etmemelidir. Ne gibi? Meselâ bir adamın bacağını köpek ısırırsa, adam da tutup köpeği ısırırsa, köpekden farkı kalmaz onun. Onun için sen insanlığını göstereceksin, o seni ısırsa bile, sen insan ol, gidip ısırma onu.
www.muzafferozak.com