17 Mart 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Dervîşlik demek, Hakk'ı kendi vücûdunda bulmak, nefsini bilmek, nefsini bilen Allah'ı bilir. Bir hâne temiz olmayınca oraya misâfiri koyamayız. Büyük bir misâfirimiz gelirse, orayı tathîr etmek, temizlemek lâzım. Onun için demiş ki evliyâullah,
Hâne ma'mûr olmayınca ve Allah'ın sevmediği sıfatlar da oradan gitmeyince Hakk oraya nüzûl etmez. Dervîşler Hakk'la mülâkat ederler, sevişirler fakat Hakk'ın sevmediği sıfatları ve pislikleri kalblerinden atarlar, o vakit Hakk oraya tecellî eder.
Allah'ın sevmediği bir çok sıfatlar var ama o sıfatların hepsi bu yedi sıfatın içerisinde. O yedi sıfatı insan terkederse, onları kökünden kesmiş olur, atmış olur.
Onun bir tânesi kibirdir. Muhâtabından kendisini yüksek görme. Bu sıfat şeytan sıfatıdır. Zîrâ Şeytan Âdem'den kendisini yüksek gördü.
İkincisi, süm'a. Yapdığı ibâdetin halk tarafından duyulmasını istemek, yapdığı hayırlı işlerin. Halk tarafından duyulsun, halk beni takdîr etsin diye, bunu düşünmek. Halbuki Allah için yapacak o işi.
Üçüncüsü, ucubdur. Ucubun ma'nâsı Allah'ın rahmetine, lutfuna, keremine güvenmemek, kendi ibâdetine güvenmek ve dayanmak.
Dördüncüsü gadabdır. Hattâ Hazret-i Peygamber'e, sallallahu aleyhi vesellem, bir a'râbî geldi, "Bana vasiyet etsene, nasîhat etsene yâ Resûlallah" dedi. Peygamber de ona, "lâ tagdab, gadablanma!" dedi. Sonra o adam dedi ki, "Ben bunu biliyorum, bana nasîhat et, daha güzel bir nasîhat ver" dedi. Peygamber dedi ki, "lâ tagdab, gadablanma!" dedi gene. Sonra o zât gene dedi, "Yâ Resûlallah, ben bunları biliyorum, yani gadablanmanın kötü olduğunu, bana nasîhat et". Sesini yükseltiyordu adam. Efendimiz gene, "gadablanma!" dedi. Çünkü gadablanmak insanın tansiyonunu arttırır, aklını giderir, ne yapdığını bilmez. Öfkeyle kalkan zararla oturur.
Sonra hased. Bu iki kısımdır. Bir tânesi, "Yâ Rabbi ona verdiğin gibi bana da ver" demek, böyle ümîd etmek. Bu, şerîatda câizdir fakat tarîkatda câiz değildir. Çünkü Allah'ın verdiğini beğenmemekdir. Buna hased denmez, gıbta denir ama hasedin bir şuabâtı gibidir, şubesi gibi. Hased, muhâtabın elindeki nimetin imhâsını istemek. "Ne onda olsun ne bende olsun". Hattâ Benî İsrâil'den bir adam geldi, iki gözü kördü, geldi dedi Hazret-i Mûsâ'ya, "Cenâb-ı Hakk'a söyle, benim gözümün bir tânesini açsın, ben dünyâyı göreyim yâ Mûsâ" dedi. Hazret-i Mûsâ Tûr'da onu arz etdi Allah'a, Allah dedi ki, "Onun bir komşusu var, onun da gözleri a'mâ, iki gözü a'mâ, duâ etsin ki, komşumun bir gözü açılsın diye, ben onun iki gözünü açacağım" dedi. Hazret-i Mûsâ bunu haber verdi, "Aman, ne benim iki gözüm açılsın, ne onun bir gözü açılsın" dedi. İşte hased bu. Yani karşısındaki adamın elindeki bulunan devletin ve saadetin gitmesini arzu etmek. "Ne onda olsun ne bende olsun" Allah'ın sevmediği sıfat. Bu da işte Şeytan'ın bir sıfatıdır ki, Şeytan Hazret-i Âdem'e böyle hased etdi, hased etdiğinden dolayı rahmet-i ilâhîden tard olundu.
Efendi Hazretlerinin bahsetdiği yedi kötü sıfatdan son ikisi de hubb-i mâl ve hubb-i câhdır. Hubb-i mâl, mal-mülk sevgisi, dünyâ sevgisi, hubb-i câh ise makâm-mevki sevgisidir.
www.muzafferozak.com